Denizi İçme Suyuna Çevirmek: Gösterişli Çözüm mü, Pahalı Yedek mi?
Türkiye kuraklıkla boğuşurken “deniz suyu arıtma” (desalinasyon) kulağa cazip geliyor: deniz bol, teknoloji hazır. Peki gerçek tablo ne? Enerji, maliyet ve çevre boyutuyla bu seçeneğin altını çizerek, halkın anlayacağı yalınlıkta konuşalım.
Artıları (Neden cazip görünüyor?)
* Kaynak bol: Denizler pratikte tükenmez; kuraklıkta barajlara bağımlılığı azaltır.
* İklimden bağımsız üretim: Yağmur yağmasa da su üretimi sürer; “sigorta” etkisi sağlar.
* Olgun teknoloji: Ters ozmoz (RO) sistemleri tuz ve kirleticileri çok yüksek verimle uzaklaştırır; güvenilir içme suyu elde edilir.
Eksileri (Gerçek maliyet nerede?)
* Enerji iştahı yüksek: 1 m³ su için yaklaşık 3–4 kWh elektrik gerekir. Enerjide dışa bağımlı bir ülke için suyu daha da enerjiye bağımlı kılar.
* Pahalıdır: Baraj/yeraltı suyuna göre üretim maliyeti birkaç kat artar; ölçek büyüdükçe fatura kabarır.
* Çevresel risk: Arıtma sonunda çıkan çok tuzlu atık su (brine), yanlış deşarj edilirse deniz ekosistemini baskılar. Kimyasal kullanımı ve emisyonlar da ek yüktür.
* Mineral dengesi: Arıtılmış su, denge mineralleri eklenmeden içilemez ve şebekeye verilmemeli; aksi halde su “agresif” olur, altyapıya ve kaliteye sorun çıkarır.
“Tüm ülkenin kuraklığını çözer mi?”
Hayır. Desalinasyon, kıyı kentlerinde kısmi bir güvence sağlar; iç bölgelerde lojistik ve maliyet nedeniyle rasyonel değildir. Türkiye’de suyun %70–75’i tarımda kullanılıyor; desalinasyon ise öncelikle içme-kullanma suyu üretir. Yani ülke ölçeğinde temel sorun olan tarımsal su verimsizliğini çözmez.
İstanbul benzeri mega-kentler için “kaba hesap”
Gelin bir örnekle resim netleşsin (varsayım: günlük talep 3 milyon m³):
* %10 katkı (300 bin m³/gün) için gereken enerji ≈ 1,05 milyon kWh/gün → yılda ~383 GWh.
* Türkiye elektrik şebekesi ortalamasıyla düşünürsek bu, yılda yaklaşık 30 bin ton CO₂ emisyon demektir.
* %50 katkı (1,5 milyon m³/gün) senaryosu, yılda ~1.9 TWh enerji ve ~1,15 milyon ton CO₂ anlamına gelir (şebeke fosil yoğun kaldıkça).
Bu ölçekte sadece bir-iki dev tesis yetmez; birkaç dev kompleks gerekir. Yatırım, işletme ve çevresel izleme maliyetleri çok ama çok yüksek olur. Daha gerçekçi yaklaşım, %5–10’luk bir “yedek/tepe talep sigortası” kapasitesidir.
Not: Bu emisyonlar, tamamı yenilenebilir enerji ile (rüzgâr–güneş + depolama) beslendiğinde ciddi biçimde düşürülebilir; fakat o zaman da sürekli ve güvenilir enerji sağlamak için ekstra yatırım gerekir.
2053 Net Sıfır hedefiyle çelişir mi?
* Fosil elektrikle çalışırsa: Evet, hedefi zorlar.
* Yenilenebilirle entegre edilirse: Etki azaltılabilir; ama maliyet/karmaşıklık artar ve üretimin kesintisizliği için depolama/yedek güç şarttır.
Peki neden ısrarla öneriliyor?
* “Sınırsız kaynak” algısı güçlü; medya ve kamuoyu için gösterişli bir çözüm.
* İsrail, Körfez ülkeleri gibi enerjisi ucuz ve suyu kıt ülkelerin örnekleri sık anılıyor.
* Baraj seviyeleri düşünce oluşan kriz psikolojisi, “çabuk ve kesin” görünen teknolojik çözümleri popülerleştiriyor.
Ama Türkiye’nin gerçeği şu: Enerji ithalatı yüksek, tarımsal su kullanımı çok büyük, şebeke kayıpları fazla. Asıl kazanç buralarda…
Türkiye için daha hızlı, daha ucuz ve daha etkili adımlar:
Desalinasyon ana strateji olmamalı; akıllı su yönetimi ana eksen olmalı. Şunlar ivedilikle yapılmalı:
1. Kayıp–kaçak %20’nin altına indirilmeli. (Bazı kentlerde %30–40 seviyeleri, arıtılmış suyu yolda kaybetmek demek.)
2. Şehir bazlı “yıllık su bütçesi” hazırlanmalı ve kamuoyuyla paylaşılmalı: Ne kadar su geliyor, nereye gidiyor? Hangi sektörde ne verim kazanılabilir?
3. Atık su yeniden kullanım payı hızla artırılmalı: Arıtılmış su yeşil alan, sanayi ve tarımda kullanılmalı; içilebilir kaliteyi musluğa ayırmalı.
4. Yağmur suyu hasadı zorunlu olmalı: Tüm yeni binalar, kampüsler, sanayi bölgeleri ve AVM’ler için standardı getirilmeli.
5. Tarımda dönüşüm hızlandırılmalı: Damlama/yağmurlama, ürün deseninin iklime uyarlanması, su-hesabı yapılmış teşvikler. Tropikal bitkiler, şeker pancarı gibi su ayak izi yüksek ürünlerin ekim dikim alanları düzenlenmeli.
6. Gri su (lavabo/duş) yerinde arıtılıp tuvalet ve peyzajda kullanılmalı; belediye tip projeleri ile maliyet düşürülmeli.
7. Mikro-meteorolojik izleme ve erken uyarı ağları ile talep yönetimi yapılmalı; kurak dönemlerde kademeli tarifeler ve bilinçlendirme eşzamanlı işletilmeli.
Son söz
Desalinasyon “ana çözüm” değil, akıllıca sınırlandırılmış bir yedek olabilir. Kıyı kentlerinde %5–10’luk bir pay, kuraklıkta sigorta görevi görür. Ama Türkiye’nin kuraklık meselesi, esasen musluğu kısmayı değil, akışı yönetmeyi gerektiriyor: suyu nerede kaybettiğimizi bulup orada kazanmak.
Enerjide dışa bağımlıyken denizden su üretmek, musluğu açmak için önce trafoyu büyütmek demektir. Oysa en ucuz, en temiz ve en hızlı su; kaybetmediğimiz sudur.