Barış Pınarı Bütün Hulusi ile Akar Güneye

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Gazanız mübarek olsun aslanlar. Tek birinizin dahi parmağına taş değmez inşallah.

İnanıyorum ki salimen gittiğiniz gibi ileri, muzaffer olarak da döneceksiniz geri. Zira “Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.” buyuruyor Zülcelal Hazretleri.[1] Zira bütün hulusi ile akar güneye Barış Pınarı...

Birkaç günden beri Türk ordusu dosta gurur ve sürur, düşmana keder ve korku salmaktadır.

Fakat ne kadar da az dostumuz varmış. Meğer bütün dünya bize asırlardan beri düşmanmış. Dost diye bildiğimiz bazı hususi isimler de onlara kanmış. Gizli husumetlerini bu vesile ile kusma gereği arzulamış.

Varsın olsun. Zira “Sabah yakındır.” buyuruyor Zülcelal.[2]

Bu harekât vesilesi ile bazı hususlar dikkatimi celp etti:
Öncelikle harekâta verilen isim hakikaten bilinçli bir tercihin eseri. Çünkü harekâtın yapıldığı sahada bol miktarda “Pınar” var.

Mürşitpınar, Aynularap (yani Arap Pınarı), Ceylanpınar, Ra’sulayn (yani Başpınar), Ayn İsa (yani İsa Pınar).

Bu pınarlar, işin ilginç tarafı, sınır boyunca bir şerit halinde dizilmiş haldeler. Bir kısmı bizim tarafta, bir kısmı ise öteki tarafta. Türkiye’den akan Barış Pınarı bu birbirinden ayrı pınarları bir birine ulayıp bağlayacak inşallah.

Daha aşağıda ve içeride ise Fırat nehri var malum. Onun da biraz ötesinde Dicle.
Harekâtı yöneten komutanın adı ve soyadı da önemli bu noktada. En az Barış Pınarı ismi ve amacı kadar ilginç: Hulusi Akar.

Hulusi; samimi, candan, hâlis ve içi temiz olan demek. Bu isim Barış Pınarı’nın ilk kelimesine anlamı itibariyle denk gelmekte. Akar kelimesi ise “Pınar” kelimesine muadili gibi.

Barış Pınarı Bütün Hulusi ile Akar Güneye

Hulusi Akar ismini oluşturan kelimelerin ilki Arapça, ikincisi ise Türkçe. Bu da hoş bir tevafuk.

Bugün Barış Pınarı harekâtının gerçekleştirildiği yerlerle söz konusu pınarlar ve tepeler bir zamanlar Osmanlı idaresindeydi. Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz ve Fransız kalemiyle bugünkü haritası çizildi. Ortasından sınır geçirilerek Pınarlar ikiye ayrıldı. O güne kadar aynı pınardan su içen insanlar parçalandı. Bir kısmı bizim tarafta diğer bir kısmı ise öteki tarafta kaldı. Barış Pınarı olmaktan çıkan o pınarlardan birlikte su içilmesi de sona erdi. Önce Kral Faysal o topraklarla meşgul oldu. Sonrasında ise Suriye’ye Fransa hâkim oldu. Suriye Fransız mandası oldu. Kamışlı ve Ra’sulayn (Resülayn değil) gibi yerlerde Fransa adına tezahüratlar tertiplendi. Yalakalıklar sergilendi. Bugünlerde Macron’un Barış Pınar’ından derin bir rahatsızlık duyması herhalde o yüzden.

Türk-Fransız uzlaşısı gereği ve çizilen sınır hatları icabı, Suriye dâhilinde kalan ve o tarihlerde birer köy olan Ra’sulayn ve Belan gibi yerlere ait elimizdeki tapu-kadastro kayıtlarının Fransızlara verilip verilmeyeceği konusunda o günlerde müzakereler gerçekleştirildi.

Kabul edilen sınır hattının seyri gereği adına “Pınar” denen veya “Tepe/Kale” diye anılan köyler ve sakinleri birbirinden bıçakla kesilmiş gibi ayırılıp parçalandı. Mürşitpınar ikiye bölünen o köylerden biri oldu. Bu pınarın bizde kalan kısmına Mürşitpınar dendi. Aynı pınarın öteki tarafta kalan kısmı ise Aynularap (Arap Pınarı) diye isimlendirildi.

Sınırda bir başka pınar daha ikiye taksim olundu. Bizde kalan kısmı Ceylanpınar oldu. Karşı tarafta kalan kısmına ise Ra’sulayn (Arap Pınarı) dendi.

Pınarları bölenler tepeleri bölmezler miydi hiç!

Bir köyün bizde kalan kısmı “Akçakale” diye anılırken aynı köyün Suriye tarafında bırakılan kısmı da yine aynı isimle fakat Arapça olarak zikredildi ve Tel Abyad yani Akçakale diye bilindi.

Sömürgeci devletlerin insafı olsa olsa ancak bu kadar olabilirdi. Köyler, pınarlar, tepe ve kaleler parçalandı. Aynı şecereden olan insanların bir kısmı Türkiye’de diğer bir kısmı ise yürekleri parçalanır bir surette Suriye’de bırakıldı. Yıllarca öyle kaldılar. Öyle yaşadılar. Hasret, özlem ve çaresizlik içerisinde hayat sürdüler ve hasretle öldüler.

Barış Pınarı ile bu hasret inşallah bitiyor. Pınarlardan yeniden barış akacak ve tepeler ile kalelerden barış havaları yükselecek gözüküyor. Belki de en önemlisi Sykes-Picot’un çizdiği sınırları Türk askeri beğenmeyip yeniden çiziyor. Emperyalizmin Ortadoğu’daki bir asırlık askeri ve siyasi mevcudiyeti kısmen de olsa ciddi bir çizik yiyor. Bu durum görülüp idrak edildiği içindir ki bütün Avrupa Türk askeri harekâtına karşı çıkıyor. Ancak hiçbirisi sahaya inip de itiraz etme cesareti sergileyemiyor. Zira can tatlı, hasım pusatlı. Dolayısıyla işler vesayet ile yürütülüyor. Vesayet savaşları veriliyor. Bunun için onlarca, yüzlerce tır dolusu silah ve cephane gönderiliyor teröristlere.

Düne kadar düşman olduğunu bilmemize rağmen kendilerine dost demekte ısrar ettiğimiz, fakat artık bu sureta dostların isimlerini gizlemeyip düşmanlıklarını ve düşman olduklarını alenen ifadeden kaçınmadığımız Batılı ülkeler uzaktan uzağa bizi tehdit ediyorlar. Güya Nato’da müttefikimiz olan ve esasen bize destek vermeleri gereken bu ülkelerin her biri, olması gerekenin tam aksine, bizi frenlemeye, durdurmaya çalışıyor. Hatta karşı duruyorlar.

Teröristi alenen silahlandırıyorlar. Onlar da sivilleri bombalıyor. Bizi ise ambargo koyup çaresiz kılmak istiyorlar. Barış Pınarı akmasın, ebediyen kurusun arzuluyorlar. Ama heyhat!
Düne kadar bir Fırat vardı bölgede, bir de Dicle akardı. Artık güneyde akan bir başka pınar daha var. Hem de gürül gürül akan bir pınar: Barış Pınarı.



----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Sâffât Sûresi, 172 ve173. ayetler.

[2] Hud Suresi, 81. ayet.

 

Diğer Yazıları