Geçtiğimiz hafta Pakistan’ın Afganistan’ı bombalaması sonrası yeni bir savaş endişesi belirdi. Neyse ki bu çatışma daha fazla büyümeden durdu. Sükunetin sağlanmasında ise Türk istihbaratı ve MİT Başkanı İbrahim Kalın kritik müdahalelerde bulundu.
Buyurun sürecin ayrıntılarına ve Afganistan-Pakistan geriliminin geçmişine yakından beraber bakalım.
Çatışmanın kökleri
1893’te İngiliz diplomasisi, Afgan Emirliği ile Britanya Hindistanı arasında bir sınır belirledi: Durand Line. O gün çizilen hattın anlamı, sadece dağları ve vadileri bölmek değildi, aynı zamanda Peştun kabilelerinin ruhunu ikiye ayırmaktı.
Afganistan bu hattı hiçbir zaman tanımadı; Pakistan ise devletinin bekasını o hatta bağladı. İşte tüm çatışmaların kökü buradan doğdu.
Sovyet işgali yıllarında Pakistan, milyonlarca Afgan mülteciye kapılarını açtı; ancak o kardeşlik, Soğuk Savaş bittiğinde “stratejik paranoyaya” dönüştü.
Kabil’de kim iktidara gelse, İslamabad onu ya destekledi ya da kuşkulandı.
Taliban rejimiyle Pakistan’ın ilişkisi de bu çelişkinin bir yansımasıydı: Bir yandan “stratejik derinlik”, öte yandan “kontrol edilemez milis tehdidi.” Pakistan politikasını kökünden sarsmaktaydı.
Son çatışmanın nedeni neydi?
2025 Ekim’inde sınır hattı yeniden alev aldı. Kurram, Chaman, Spin Boldak gibi geçiş noktalarında iki ülkenin askerleri arasında karşılıklı ateş açıldı. Onlarca ölü, yüzlerce yaralı, binlerce sivilin göçü… Sınır kapıları kapatıldı, kamyonlar haftalarca bekledi. Pakistan “Afgan topraklarından saldıran TTP militanlarını” suçladı; Afgan yönetimi ise “Pakistan’ın hava sahası ihlali yaptığını” iddia etti. Kısacası, iki kardeş ülke birbirini terörle suçluyor; dua yerine top mermisi gönderiyor.
Bugün Pakistan’da üç milyondan fazla Afgan mülteci yaşıyor. Bir kısmı 1980’lerden beri orada; bir kısmı Taliban iktidarı sonrası kaçtı. Ancak son aylarda Pakistan, “belgesiz” Afganları sınır dışı etmeye başladı.
Yüzbinlerce insan, gecenin soğuğunda kamyon kasalarında “evine” gönderiliyor; ama o ev çoktan yıkılmış, yerinde mayınlar ve korkular var. İki ülke arasında sadece sınır değil, bir vicdan krizi büyüyor.
Pakistan, Afganistan’ı “arkasındaki tehdit” olarak görüyor; Afganistan ise Pakistan’ı “kaderini yönlendiren el” olarak. Bu ikili psikoloji, her kurşunu bir mesaj, her sessizliği bir suçlama hâline getiriyor. Oysa tarih bize şunu söylüyor:
İngiliz’in çizdiği sınır, Müslümanlara kandan başka bir şey getirmemiştir.
Diplomasi masasında Ankara’nın görünmeyen eli
Ateşkes görüşmeleri Katar’ın Doha kentinde yapıldı ama masanın arkasındaki sessiz güçlerden biri Türkiye’ydi. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı düzeyinde temsil edildiği ve teknik metinlerin hazırlanmasına doğrudan katkı sunduğu belirtildi.
Türkiye’nin bu süreçteki varlığı sadece diplomatik nezaket değil, stratejik bir tercihti. Taliban ile kopmayan ilişkiler, Pakistan ile savunma ve istihbarat iş birlikleri ve Çin-İran etkisinin dengelenmesi bu tercihin sebepleri arasındadır.
Bu kriz, Türkiye’ye şu gerçeği hatırlattı: Artık sadece Ortadoğu’nun değil, Avrasya’nın da diplomatik zemini Türkiye’nin nefesini hissediyor. Ateşkes kısa vadeli olsa da Türkiye’nin jeopolitik hamlesi uzun vadelidir.
Doha görüşmelerinde Katar’ın “ev sahibi”, Türkiye’nin ise “ikna edici arabulucu” rolü dikkat çekti. Ankara, “Türkiye garantör olur mu?” sorusuna resmî yanıt vermedi ama “Türk modeli ateşkes” ifadesi ilk defa bölge kaynaklarında yer aldı.
Bölgede Çin-İran ve Hindistan-İsrail hegemonyasına karşı Türkiye bu süreçte aslında yeni bir kapı araladı.
Bilhassa Türk istihbaratının yalnızca masada değil, doğrudan sahada çatışma unsurlarıyla irtibata geçme kabiliyeti, Türkiye’nin Asya siyasetinde güçlü bir aktör olarak sahada olduğunu ve olacağını göstermektedir.
Pakistan’ın gerçek düşmanı Hindistan ve İsrail, tek gerçek dostuysa Türkiye
Bugün coğrafyamızda sessiz fakat derin darbe İsrail ile Hindistan ekseninde hazırlanıyor. Üstelik bu eksen, sadece Ortadoğu’yu değil; Türkiye’yi, Pakistan’ı ve İslam coğrafyasının stratejik aklını doğrudan ilgilendiriyor.
İsrail ile Hindistan arasındaki ilişki sanıldığı gibi sadece ticaret ya da savunma anlaşması değil. Bu, üç ayaklı bir stratejik düzen:
-
Silah ve teknoloji ortaklığı: İsrail’in Heron keşif İHA’ları, Harop kamikaze dronları, Barak hava savunma sistemleri artık Hint ordusunun standardı.
-
İstihbarat entegrasyonu: Mossad ile Hindistan istihbaratı RAW artık Keşmir’den Pakistan’ın nükleer dosyasına, hatta İran ve Afganistan’a uzanan bir veri hattı kurmuş durumda.
-
Yeni ticaret ve enerji koridoru: İsrail limanları + BAE finansı + Hindistan üretimi = Türkiye’yi by-pass eden Akdeniz-Hint Okyanusu hattı. Bu masada sadece paranın değil, jeopolitik iradenin imzası var. Sistemin dışına itilmek istenen üç ülke bulunuyor: Türkiye, Pakistan ve İran.
Şu anda İsrail, Hindistan ordusunu donatırken, Türkiye’de İHA-SİHA ve İstihbarat hamleleri ile Pakistan’a el uzatıyor.
Öte yandan Pakistan ordusunun içinde ciddi bir ABD güdümünde klik bulunması ve klasik Müslüman ülkelerdeki sorunların tamamı Pakistan’da bulunması süreci tehdit ediyor.
Afganistan konusundaki son gelişmeyi bir noktadan bunu göz önüne alarak da okumamız gerekiyor.