Mısır’da imzalanan ateşkes anlaşması sonrası TSK’nın Gazze’de görev alması tartışmaları sürüyor. Bu durumun Filistin kaderinde nasıl rol alacağını ve geçmişte Mehmetçiğin Gazze’den çekilmesiyle yaşanan felaketleri buyurun yakından hatırlayalım.
Gazze ve Türk askerinin geçmişi
1917 yılında Gazze cephesi yalnızca bir savaş hattı değil, Osmanlı Devleti’nin şeref sınırıydı. Sina’dan Kudüs’e kadar uzanan o hattın düşmesi, Filistin’in, ardından da bütün Arap coğrafyasının İngiliz mandasına dönüşmesinin kapısını araladı.
O günlerde Osmanlı ordusu, neredeyse tükenmiş bir imparatorluğun son nefesiydi. Cephane, gıda ve lojistik sıkıntılarına rağmen Türk askeri iki büyük İngiliz taarruzunu püskürtmüş, Gazze’yi iki kez savunmayı başarmıştı.
Cemal Paşa’nın kararlılığı, askerin sarsılmaz direnciyle birleşti; düşman tankları çölü geçemedi, İngiliz süvarileri Filistin’e adım atamadı. Fakat üçüncü saldırı geldiğinde, Osmanlı ordusunun iç çelişkileri, cephenin zayıflaması ve istihbarat açıkları Gazze’nin düşmesine yol açtı. 8 Kasım 1917’de Enver Paşa’nın İstanbul’a gönderdiği o kısa telgraf, yalnızca bir askerî rapor değil, İslam coğrafyasının kaderini değiştiren bir dönüm noktasıydı.
Gazze’nin düşüşü, yalnızca askeri bir yenilgi değil; bir medeniyetin bölgeden çekilişiydi. Osmanlı’nın ardından bölgede doğan boşluk, kısa sürede Siyonist örgütlerin istihbarat ağlarıyla dolduruldu. NİL Casusluk Teşkilatı, Sarah Aaronsohn önderliğinde İngilizlere stratejik bilgiler ileterek, Gazze savunmasının çökmesinde belirleyici rol oynamıştı. Buna rağmen Türk askerinin gösterdiği direniş, bugün dahi İsrail ordusunun tarih kitaplarında bir utanç sayfası olarak anlatılır. Birinci ve İkinci Gazze Muharebeleri’nde Türk ordusu, İngiliz birliklerine ağır kayıplar verdirmiş, Gazze’yi iki kez savunmuştu. Bu savunma, yalnızca askeri değil, ahlaki bir direnişti; çünkü Türk askeri, çekileceğini bilse de son mermisine kadar savaşmıştı. Gazze, o günlerde Türk kanıyla sulandı; bu yüzden Filistin’in hafızasında ‘Türk askeri’ adı bir hatıradan fazlasıdır.
İsrail’in hedefi Firavun efsanesindeki gibi kundaktaki son bebeğe kadar yok etmek
Bugün, bir asır sonra Gazze yeniden aynı sarmalın içinde. İsrail’in saldırıları, 7 Ekim 2023 sonrasında bir güvenlik refleksinden öte, mistik bir kehanetin gölgesinde şekilleniyor. ‘80 yıl laneti’ olarak bilinen bu inanışa göre, Yahudilerin kurduğu her devlet seksen yıl dolmadan yıkılmaya mahkûmdur. İsrail’in mevcut iktidarı, bu laneti kırmanın yolunu Arz-ı Mevud’un tam kontrolünü sağlamakta görüyor. Bu yüzden Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Galant, her fırsatta Gazze’yi ‘Amalek diyarı’ olarak tanımlıyor; bu, aslında teolojik bir savaş çağrısıdır. Kundaktaki çocuklardan sivillere kadar her hedefi meşru gören bu zihniyet, dinî meşruiyet maskesiyle soykırımı kutsuyor. Bu, yalnızca bir bölgesel çatışma değil; kutsal metinlerin arkasına saklanmış bir medeniyet krizidir.
İsrail’in bugün yürüttüğü bu saldırgan politika, 1917’deki İngiliz stratejisinin modern bir izdüşümüdür. O gün İngiliz ordusuna istihbarat sağlayan Siyonist yapılar, bugün aynı topraklarda İsrail ordusuna ahlaki meşruiyet sağlamaya çalışıyor. Ancak bu kez karşılarında zayıf bir Osmanlı yok. Türkiye, tarihinin en dinamik jeopolitik gücüne ulaşmış durumda. Gazze’de Türk askerinin varlığı, yalnızca askeri caydırıcılık değil, aynı zamanda bölgesel düzenin yeniden tesisi anlamına gelir. Türk askeri, bu topraklarda bir asır önce bıraktığı sancağı yeniden diktiğinde, bu, işgal değil; adaletin hatırlatılması olacaktır.
Türk askeri yeni çatışmalara neden olur mu?
Bazıları, Türk askerinin Gazze’de varlık göstermesinin yeni çatışmalara yol açabileceğini iddia ediyor. Oysa tarih bunun tersini söyler. Osmanlı’nın en karanlık dönemlerinde bile Filistin topraklarında düzen, güven ve refah vardı. Türk idaresinin kalkmasıyla bölge yalnızca siyaseten değil, ahlaken de çöktü. Gazze’nin bugün yeniden inşa edilmesi, yalnızca betonla değil, adaletle mümkündür. Bu adaletin sembolü olabilecek tek güç ise tarih boyunca bölge halkının yanında durmuş olan Türkiye’dir. Türk askeri, oraya savaşmak için değil; güveni, dengeyi ve umudu tesis etmek için gidebilir.
Gazze’nin yeniden Türk gölgesiyle buluşması, Filistinliler açısından yeni bir diriliş anlamına gelecektir. Türkiye’nin askeri varlığı, İsrail’in korku düzenini kırar, Arap dünyasının dağılmış siyasi enerjisini toparlar. Bir zamanlar Gazze’de İngiliz tanklarını durduran Türk askeri, bugün de başka bir gücün değil, mazlumun siperidir. Tarih bize şunu öğretmiştir: Türk askeri bir yere adım attığında, orada zulüm biter, düzen başlar. Gazze’nin geleceği için bu varlık, bir seçenek değil; bir zorunluluktur.
Tarih, Gazze’yi Türklerle yazdı; şimdi yeniden Türklerle diriltmenin zamanı. Bir asır önce Cemal Paşa’nın askerleri Gazze’de şehit olurken bir medeniyetin onurunu korumuştu. Bugün Türk askeri Gazze’ye dönerse, bu dönüş yalnızca askeri değil, vicdani bir misyonun ifadesi olacaktır. Gazze’nin ufkunda Türk bayrağının gölgesi belirdiğinde, Filistin yalnız olmadığını, adaletin yeniden yürüyüşe geçtiğini hissedecektir. Ve belki de Enver Paşa’nın o yarım kalmış telgrafı, bir asır sonra anlamına kavuşacaktır.