Sudan’da her gün binlerce mazlum ve masum insan katlediliyor. Oysa biz katili de maktulü de tanımıyoruz. Akan kan, etnik kimlikten çok altın damarları, Kızıldeniz geçitleri ve jeopolitik çıkarlarla ilgili. BAE’nin dolaylı desteğiyle güçlenen RSF milisleri, ülkeyi savaş ekonomisinin içine sürüklüyor. Arka planda, “Afrika’nın kalbini kim kontrol edecek?” sorusu yatıyor.
Sudan ve Sudanlılar sanki bizden çok uzak bir halk, kültür ve tarihe sahip bir milletmişçesine konuya bigâne kalmayı seçiyoruz.
Oysa Sudan tarihimizin önemli bir parçasıydı.
Peki bugün Sudan neden bölünmek isteniyor ve milis katilleri kim besliyor buyurun yakından bakalım.
Yavuz fethetti, Çerkesler yönetti
Sudan, 1517 yılında Yavuz’un Doğu Seferi sonrası Osmanlı hakimiyet alanına girdi; ama Hartum’a dokunulmadı
1820 senesinde Mehmet Ali Paşa, zengin altın yatakları ve köle ticareti meselelerinden dolayı Sudan’a girdi.
Sudanlılar bu döneme Turkiyya derler, yani Türklerin dönemi anlamında kullanılır.
İşin ilginç kısmı Sudan; çok kısa bir sürede Osmanlı’nın diğer bölgelerinde pek görülmeyen bir hususiyetle Türkçe’nin yoğun bir biçimde kullanıldığı ve Türk kültürünün hızla yayıldığı bir bölgeye dönüşür.
Sudan milliyetçileri bu dönemi eleştirir ve Türklerin başka hiçbir yerde yapmadığı bu uygulamayı Sudan’da hayata geçirmesini emperyal niyetlerle açıklar. Lakin bu tavırda İstanbul’dan çok Kahire’nin etkisi belirleyici olmuştur.
Zamanla idarenin adaleti zayıfladı, vergiler arttı, köle ticareti durmadı.
Ve bir gün, Nil’in kıyısında genç bir adam, halkına “ben Mehdi’yim” dedi. Muhammed Ahmed el-Mehdi, yalnızca dinî bir önder değildi; o, Turkiyya’nın gölgesine karşı bir itirazın sesiydi. Sudan, Osmanlı-Mısır idaresine karşı ayağa kalktı. 1885’te Hartum düştü, Turkiyya devri kapandı.
Teşkilât-ı Mahsusa’nın Afrikalı Ruhu
Bütün yanlışlara rağmen 1914 yılındaki Cihan Harbi’nde Osmanlı halifesinin cihat çağrısına en güçlü destek Afrika hattından gelmiştir.
Bu dönemde Darfur Sultanı Ali Dinar Türk istihbaratı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın içinde olan birisiydi.
“Halife-i Rûy-i Zemin Sultan Mehmed Reşad” adına hutbe okuttu.
Osmanlı tuğrası bulunan altın sikkeler bastırdı.
İngilizlere savaş açmak için gerekli tüm hazırlıkları tamamladı.
Fakat İngilizler, Türklerden önce davranarak Hartum’a girdi. Ali Dinar etkisiz hale getirildi ve bölgedeki Türk istihbaratçıları yakalanarak şehit edildi.
BAE’nin ölüm koridoru
2023 sonbaharında başlayan çatışma, artık hayatını kaybedenlerin istatistikleriyle değil, altın külçeleriyle ölçülüyor.
El-Faşir ve çevresi. Fotoğraflarda sivil cesetler, çadır kentler, içimde kambur. Ama arka planda başka bir çizgi var: altın damarları. Darfur-Kordofan hattı, “altın madeni” statüsünü habersizce almadı.
Burada toprak, sadece kolonunun değil, aynı anda efendisinin de altınını taşıyor. Ve bu toprak, 1916’da Ali Dinar’ın Osmanlı sancaklı direnişinden sonra yeniden esir alınıyor.
Tek farkla İngilizlerin yerin bugün Birleşik Arap Emirlikleri almış durumda.
Bugün kukla Sudan hükümeti adına hareket eden paramiliter teröristler olan RSF; masum halka Turqiyya demesi de elbette tesadüf değildir.
“Dangerous Turkophile Sultan” yani Tehlikeli Türk Sultan tanımlaması 20. Asrın başında Ali Dinar için kullanılmıştı.
Kanlı savaş sürerken binlerce külçe altın nasıl oluyorsa Sudan’dan Dubai’ye akın akın geliyor.
Hızlı Destek Kuvvetleri (RSF) Muhammed Hamdan “Hemedti” liderliğindeki milisler, korkunç katliamları ile Çin’e de İsrail’e de adeta rahmet okutuyor.
Tüm bu katliamları ise BM raporları ve uydu görüntüleri kanıtlarıyla BAE tezgahladığı açık bir biçimde ortadadır.
Neredeyse her gün bir BAE kargo uçağı teröristlere silah sevkiyatı yaparak bölgede akan kanı artırmaktadır. Ayrıca Mısır da su rezervleri tehdidiyle bölgedeki kaosu harlamakta ve katliamcıların yanında saf tutmayı tercih etmekte.
BAE ise Afrika’da hızla yükselen Türkiye gücü ve algısını yıkarak bölgeyi tahakkümü altına almak için bölgede nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır.
Afrika’da yalnızca Sudan değil, nerede kan akıyorsa bir şekilde arkasından BAE çıkıyor, peki her konuda BAE’nin arkasından kim çıkmaktadır?