Bugün adına Cadılar Bayramı denilen tuhaf bir adet Müslüman Türkler arasında yayılıyor. Peki çoğu Osmanlı Hıristiyanlarında dahi kutlanmayan bu tuhaf adetler nasıl oldu da aramızda yayılır oldu ve bunlar nelerdir?
Bugün Ortaçağ Avrupası denilince aklımıza baskıcı yönetimler, yasaklar, taassup sahibi kilise ve despotizm gelir.
Oysa bu uygulamalar yılın 364 günü geçerliydi.
Bir günlüğüne her şeyin mubah sayıldığı karnavallar vardı. Bu karnavallara cadılar bayramı, deliler ve eşekler bayramı gibi isimler verilirdi. Çoğu Pagan kökenli veya eski keltlere kadar uzanan bir geçmişe sahiptir.
Rahipler kilisede körkütük sarhoş olur, avamdan kişiler krallar ve soylularla alay eder, en denî ve ahlak dışı cinsel ilişkiler ki buna zinanın her türlüsü eklenebilir serbest bırakılırdı. Bu karnavalların yegâne amacı halkın baskıdan bunalıp kitlesel isyanlara veya anarşiye meyletmemesiydi.
Karnavallar bittiğinin ertesinde müesses nizam otoritesini tekraren kurar ve karnaval sırasında yaşanan her şey karnaval gününde kalırdı.
Büyük edebiyat eleştirmenleri arasında gösterilen Bakhtin bu karnavalların toplumda gördüğü işlevi şu sözlerle açıklar:
‘Zaman zaman kapaklarını açıp hava almasına olanak tanımazsak şarap fıçıları çatlar. Biz insanlar da pek sağlam yapılmamış fıçılarız ve içimizdeki bilgelik şarabı dindarlık ve Tanrı korkusundan müteşekkil sabit bir fermentasyon halinde kaldığı takdirde çatlarız. Bozulmaması için hava almasına izin vermeliyiz. Belirli günlerde çılgınlığa izin vermemizin nedeni de bu, böylece Tanrı’ya daha büyük bir sevkle hizmet etmeye devam edebiliriz.’
Karnavalların en önemli özelliği; bu etkinlikler izleyicilere sunulan bir gösteri değildir. Karnavalın ya bir parçası olursunuz ya da dışında kalırsınız. Herkesi içine alan bu etkinlik yine herkesi içerisinde eşitler ve kendine has bir dil oluşturur. Yani kral yahut bir rahip de olsanız karnavalın içindeyseniz karnavalın kendi hiyerarşisiz düzenini kabul etmiş olursunuz. Dolayısıyla pantolonu indirilmiş bir rahip ya da yüzüne çamur atılan kral karnavalın içerisinde görülebilir:
“Karnavalesk olmayan sıradan yaşamın yapısı ve düzenini yasalar belirleyen yasalar, yasaklar, kısıtlamalar karnaval boyunca askıya alınır. Askıya alınanların başında hiyerarşik yapı, bu yapıyla bağlantılı korkutup sindirme, hürmet, dindarlık ve adabı muaşeret kuralları gelir... İnsanlar arasında tüm mesafeler askıya alınır, özgür, samimi, içli dişli, sıcak bir temas doğar... Karnaval, yarı gerçek yarı oyunsu bir şekilde bireyler arasında, somut bedensel zevkler çağrıştıran yeni bir karşılıklı ilişkiler biçiminin sahnelenme yeridir...” (Bakhtin, 2004: 184)
Bu da aslında Ortaçağ’ın nasıl ve neden bu kadar uzun sürdüğünün göstergelerinden birisidir; çünkü Kilise bir yandan ‘Kudüs’ün fethi’ gibi bir ülküyü sunarken; öte yandan bu tarz karnavalları hoş görerek toplumsal sıkışmayı gevşeterek yönetiyordu. Elbette fikir sıkışması gaz sıkışmasından beterdir, hiçbir despotizm varlığını sonsuza kadar kaim kılamaz.
Cadılar Bayramı
Keltlerin “Samhain” adıyla yaşadığı mevsim dönümü ritüelinden, Hristiyan takviminde “Azizler Günü Arifesi”ne (All Hallows’ Eve) dönüşmüş bu tarih, günümüzde hem eğlence hem de sembolik bir kırılma noktasıdır.
Her yıl 31 Ekim akşamı, dünyanın dört bir yanında insanlar yüzlerine korku maskeleri takıyor, ölü ruhları çağıran kostümler giyiyor, sokakları şeytanî kahkahalarla dolduruyor. Adına “Cadılar Bayramı” denilen bu gece, Batı kültürünün yüzyıllar içinde dönüştürülmüş en eski putperest ritüellerinden biridir. Bugün bize bir “eğlence geleneği” olarak pazarlanıyor; ama perdeyi araladığınızda karşınıza eğlenceden çok daha derin, karanlık bir kültürel hafıza çıkar.
Cadılar Bayramı’nın kökeni Hristiyanlıkta değil, pagan Kelt geleneklerinde yatar. “Samhain” adını verdikleri bu ritüelde, kışın gelişiyle birlikte ölü ruhların dünyaya döndüğüne inanılırdı. İnsanlar, bu ruhlardan korunmak için maskeler takar, ateşler yakar, kurbanlar sunardı. Yani bugün Batı dünyasının rengârenk kostümlerle kutladığı o bayram, aslında bir ölümle temas gecesiydi; yaşayanların ölülerle iletişim kurduğuna inanılan bir zaman dilimi.
Ne yazık ki bu gelenek, Hollywood ve küresel popüler kültürün elinde “şirinleştirilerek” dünyaya yayıldı. Şeker torbaları, bal kabakları ve palyaço kostümleriyle örtülen o eski batıl inanç, artık çocukların elinde bir oyuncak hâline getirildi. Ama mesele hâlâ aynı: Ruh çağırmak, ölümle oynamak, korkuyu eğlenceye dönüştürmek. Bugün Türkiye’de dahi bazı özel okullarda, kafelerde ya da sitelerde “Cadılar Bayramı Partileri” düzenleniyor. Kostümler giydirilen çocuklar, anlamını bilmedikleri bir geleneğin figürlerine dönüşüyor. Bu sadece kültürel bir yozlaşma değil, aynı zamanda kimlik aşınmasıdır. Çünkü bu toprakların çocukları bin yıldır Mevlid Kandili’ni, Berat Gecesi’ni, Kadir Gecesi’ni bilir; şeytanın değil, rahmetin hatırlandığı gecelerdir onlar.
Cadılar Bayramı’nda herkes bir maske takar. Ama o maskelerin ardında yatan asıl yüz, Batı’nın seküler-pagan mirasıdır. Bu ritüel, görünürde bir oyun olsa da, özünde “ölümü ve korkuyu kutsama” alışkanlığıdır. Müslüman için ölüm, bir oyun değil; ebedî hayatın kapısıdır. Kur’an, “ölümü ve hayatı, hanginiz daha güzel amel işleyecek diye yaratan” bir Rab’den bahsederken, Batı bu hakikati süsleyip bir karnavala çevirmiştir.
Müslüman çocuğu, gecenin karanlığında şeytan maskesiyle dolaşmaz. O çocuk, Ramazan’da fitre vermeyi, bayram sabahı dedesinin elini öpmeyi bilir. Bizim kültürümüzde “korku” değil, “rahmet” öğretilir; “ölüm” değil, “diriliş” konuşulur. Bu yüzden Cadılar Bayramı’nı “zararsız eğlence” diye küçümsemek, Batı’nın ideolojik ihracatını hafife almak demektir.
Aptallar Festivali
Aptallar festivali kutlamaları bizzat kilise tarafından organize edilen festivallerdi. Her türlü serbestiyetin hoş görüldüğü bu bayramların kutlanma gerekçesi Hazreti İsa’nın sünneti olarak kabul edilen 1 Ocak tarihinde icra edilmekteydi.
Bu festivale “Festum Stultorum” (Aptallar Festivali), “Festum Subdiaconorum” (Diyakoz Yardımcılarının Bayramı), “Festum Hypodiaconoroum” (Alt Diyakozlar Festivali) ve “Festum Baculi” (Çubuklar Bayramı) gibi isimler de verilmiştir. (Süleyman Turan - Kutsal Aptallık ve Aptallar Festivali)
Aptallar festivalin kökeni Süleyman Turan’ın makalesinden öğrendiğimiz kadarıyla Roma İmparatorluğuna kadar uzanmaktadır. “Satürn’ün Günü” (Saturday yani cumartesi gününe de İngilizcede ismini veren bereket Tanrısı) olarak bilinen festival, “Aptallar Festivali”nin köklerini oluşturur.
1100’lü yıllarda resmi kayıtlarına ulaşılan bu tuhaf adetin 1500’lü yıllara kadar uygulandığını görüyoruz.
Bugün bizim toplum ve kültürümüze bu adetlerin nüfuz etmesi masum bir vaziyet değildir. Aile Yılı ilan edildiği bir gerçeklikte Türk’ün töresi ve Müslüman’ın inancı kültür emperyalizmin kıskacında pagan adetlerine peşkeş çekmemelidir. Aksi halde pedofilinin temsilcisi Noel Babalar Müslüman Türk çocuğunun rol modeline dönüşecektir.