İmparatoru,Başbakanı ve Halkı Kandıran Türk Dolandırıcıların Anatomisi

Mehmed Mazlum Çelik celikmehmedmazlum@gmail.com

Bu ülkede hiç kimse ben dolandırılmam dememelidir. Ülkemizde ne yazık ki Padişahtan Başbakan’a varıncaya kadar dolandırılmayan kimse yoktur. Khaled Hosseini, “Uçurtma Avcısı”nda şöyle der: “Yalnızca bir günah vardır: hırsızlık. Diğer bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Bir insanı öldürürsen hayatını çalarsın; yalan söylersen gerçeğini. Fakat hırsızlığın en incelikli hali dolandırıcılıktır.”

Öyle dolandırılma hadiseleri ve yöntemleri var ki şeytana pabucunu ters giydirecek cinsten.

Buyurun bu örneklere yakından beraber bakalım.

Başbakan bile iyi niyetinin kurbanı oldu

Başbakanlık binasında sabahın erken saatleri… Koridorlarda koşuşturan özel kalemler, illerden gelen parti temsilcileri, Ankara’nın bürokratik havasına sinmiş bir telaş. Tansu Çiller dönemi. Ülkenin en kudretli kadını, masasının başında bir telefon bekliyor. Az sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ağır paşalarından Necdet Öztorun’un aradığı bildiriliyor. Çiller nezaketle telefonu alıyor. Karşısındaki ses son derece güven veren bir tondaydı. Öztorun Paşa, Kemalistler Derneği’ne 5 milyar lira yardım talep ediyordu. Hanımefendi, böylesine “milli” bir ricayı geri çevirmeyecek kadar zarifti. Talimat verdi. Ertesi gün örtülü ödenekten 5 milyar lira ilgili derneğin hesabına yatırıldı. Ancak kayıtlar incelendiğinde korkunç bir gerçek açığa çıktı: Telefonun diğer ucundaki kişi General Öztorun değil, onu taklit eden Selçuk Parsadan’dı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, tarihin en profesyonel dolandırıcılarından biri tarafından kandırılmıştı.

Selçuk Parsadan

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Sahtekârlar Galerisi

Sülün Osman tek değildi. Osmanlı’dan bugüne, sahtekârlık bir tür “yaratıcılık alanı” olarak hep var oldu.

Ressam Yani Kapoçi, bunların en meşhurlarındandı. Cumhuriyet Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ahmet Yüksel’in yayımladığı belgelere göre Kapoçi, yetenekli ama yoksul bir Rum ressamdı. Paris’e gitmek ister ama parası yoktur.

Hariciye Nezaretine mektup yazar, Sultan Abdülhamid’e dair “hayati sırlar” bildiğini söyler ve 150 lira ister. Dönemin Hariciye Nazırı Ahmet Tevfik Paşa konuyu ciddiye alır, Atina elçiliğine soruşturma talimatı verir. Elçi cevabı verir: “Söylediği hiçbir şey doğru değil; maksadı hileyle para koparmaktır.” Kapoçi’nin hikâyesi, Osmanlı’nın devlet aklını kandıramadığı ama niyetinin tanıdık olduğu bir dönemin aynasıdır.

Mussolini’yi Dolandıran Türk

Cumhuriyet yıllarına geldiğimizde sahneye Eyüplü Halit çıkar. 68 kadını evlilik vaadiyle dolandıran bu adam, aynı zamanda faşist lider Mussolini’yi bile kandırmayı başarır.

Rıfat N. Balı’nın aktardığına göre, Sultanahmet Cezaevi’nde yatan Halit, İtalyan kasa hırsızının yardımıyla Mussolini’ye mektup yazar: “Duçe, ben size hayranım. Açım, yardım edin.”

İnanılmaz ama birkaç hafta sonra İtalya’dan gerçekten para gelir. Bir Türk dolandırıcı, Avrupa’nın en kudretli adamını kandırmıştır. Bu hikâye, bizim hilekârlık tarihimizin sınırlarını göstermesi bakımından ibretliktir.

Sülün Osman’ın Farkı: Hırsızlığa Ahlak Aramak

Yani Kapoçi, Eyüplü Halit, Selçuk Parsadan… Hepsi unutuldu. Çünkü onlar yalnızca “çalmak için çalanlardı.”

Sülün Osman’ı farklı kılan ise kendi suçuna bir ahlaki gerekçe bulmasıydı. Kendisini şöyle savunmuştu: “Ben hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım.” Bilezik hikâyesini anlatır: Bir adamın açgözlülüğünü, kâr hırsını kullanarak onu kandırdığını söyler. “Ben dolandırmadım” der aslında, “onlar kendi hırslarının kurbanı oldu.” Bu, bir dolandırıcının kendini aklama çabası olabilir; ama aynı zamanda insanın zaafını teşhir eden bir itiraftır.

Bu minvalde günümüzdeki bazı hadiseleri Sülün Osman öğretileri üzerinden okuyalım.

Banker, Futbolcu ve Açgözlülük: Seçil Erzan Vakası

Sülün Osman’ın sözlerine yakından baktığımızda Seçil Erzan olayı da tam olarak budur: paranın, dostluğun ve açgözlülüğün iç içe geçtiği bir küçük Türkiye panoraması.

Kâğıt üzerinde bir bankacı. Gerçekte ise bir “güven mimarı”. Çünkü herkesin parayı ona teslim etme gerekçesi, kazanç değil, güven duygusuydu. Fakat işin ironisi tam da burada yatıyor: kimse güvenmediği için değil, daha çok kazanmak için güvenmişti.

Arda’dan Emre’ye, Burak’tan Selçuk’a... Milyon dolarlar kazanan futbolcular, birikimlerini sisteme değil, masal anlatıcısına yatırdılar. “VIP fon” hikâyesi, aslında bir ülkenin kolay kazanca olan inancının en lüks versiyonuydu. Biriktirerek değil, bir anda zenginleşerek yaşamak isteyenlerin trajedisi. Seçil Erzan ne ilk, ne de sondu. Banker Kastelli’den Çiftlik Bank’a kadar aynı hikâyeyi tekrar ediyoruz. Sadece sahne değişiyor, oyuncular daha pahalı giyiniyor. Ama sahte cennetin kapısında bekleyen hep aynı: açgözlülük.

Dolandırıcıların hayatları kanun kitaplarından daha değerli hale geldi

Bir milletin zaafını anlamak için kanun kitaplarını değil, dolandırıcılarını okuyun. Bizde de tablo ortada: Banker Kastelli’nin yerini Seçil Erzan aldı; Sülün Osman’ın tahtında artık Tosuncuk oturuyor; ve “yatırım tavsiyesi değildir” diyen bir TikTok fenomeni, günümüzün modern saadet zincirini yönetiyor.  Teknoloji ilerledi, yöntem değişti ama zaaf aynı kaldı: kolay kazanma arzusu.

“Benimle yatırım yap, kısa yoldan köşeyi dön” diyen her yüz, yeni bir banker hikâyesi yazıyor. Yalnızca kılık kıyafet değişti; ceketler gitti, influencer sweatshirt’leri geldi.

Bir dönem Kripto cenneti diye pazarlanan Thodex, aslında bir saadet zincirinin dijital versiyonuydu. İnsanlar, “bu sefer gerçekten sistem değişti” diyerek yüz binlerce dolar yatırdılar. Ardından bir sabah, ekranlar dondu, paralar yok oldu, ve herkes “nasıl kandırıldık” diye sordu. Ama cevap basitti: çünkü kandırılmak istediler. Tosuncuk da aynı kuralın üzerine kurmuştu imparatorluğunu. “Hayvan besleyerek zengin olacağız” diyordu. Hiç kimse o projenin saçmalığına değil, getiri oranına bakıyordu. Çünkü inanç, bazen akıldan daha kârlıdır.

Bugünün dolandırıcıları artık kravat takmıyor; yüzleri filtreli, sözleri motivasyon dolu. Onlar, ekonomik çaresizliğin içinden bir “umut ekonomisi” yarattılar. Her biri kendi cemaatiyle, kendi vaadiyle sahneye çıktı: “Ben kazandım, sen de kazanabilirsin.” Sosyal medya, bu yeni çağın bankerler kulübü oldu. Bir dönem Kapalıçarşı’da altın satılırdı, şimdi Instagram canlı yayınında “coin” pazarlanıyor. Fark sadece mekânın dijitalleşmesi. Dolandırıcılığın özü, hâlâ aynı insani zaafın etrafında dönüyor: güvenmek istiyoruz, çünkü ümit etmek istiyoruz.

Bu ülkenin dolandırıcıları Başbakan Çilleri, Duçe Mussolini’yi dolandırdı. Ahlaktan şaştığımız anda size bana neler etmez!

Tüm yazılarını göster