Bazı yapılar tarih sahnesinde yalnızca görünür güçleriyle değil, görünmez izleriyle yer edinir. Osmanlı son döneminin karanlık kahvehanelerinde fısıltıyla konuşulan masonluk, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yasaklandığında yeraltına inmedi; aksine, devletin gölgesinde yeni şekiller aldı. Aradan geçen onlarca yıl boyunca masonluk bir örgütten çok daha fazlasına dönüştü: Bazıları için aydınlanmanın simgesi, bazıları içinse karanlık bir elit ağının kod adı. Bugün Türkiye’de masonluk tartışmaları yalnızca tarihî belgelerle değil; iş dünyasındaki devasa para akışları, medya organlarının sahiplikleri, soruşturmaların gölgesi ve kanlı saldırılarla yeniden gündemde.
“Masonluğun kısa tarihi: Selanik’ten Çırağan’a uzanan sızmanın anatomisi” dosyamızda anlattığımız Masonluk meselesine bir de günümüzdeki faaliyetlerine uzanacağız.
Rahmetli Uğur Mumcu yıllar önce şöyle yazmıştı: “Türkiye’de silah tacirleriyle bankerler arasındaki bağlantıyı kuran örgütlenmelerin bazıları mason localarının içinden geçer.”
Başka bir deyişle Mumcu’ya göre Türk ekonomisi ve baronların şekillendiği siyasi argümanlar Mason localarında şekil buluyordu.
Kanlı Bir Gece: Mason Locasına Yapılan Kartal Saldırısı
9 Mart 2004 gecesi.
İstanbul Yakacık’ta, sıradan bir restoran tabelasının ardında aslında bir loca bulunuyordu: Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın yemekli toplantı alanı.
Silahlı iki saldırgan kapıdan içeri girdi; önce güvenlik görevlisini vurdu, ardından içeride oturan mason üyelerine ateş açtı. Patlatılan el yapımı bombalar, camları değil bir algıyı tuzla buz etti: “Masonluk artık sadece bir söylenti değil, hedef alınan somut bir yapı.”
O gece iki kişi hayatını kaybetti, birçok kişi yaralandı.
Devlet olayın üzerine gitti, saldırganlar yakalandı.
Mütalaalarda “radikal İslamcı motivasyon” ve “masonlara yönelik ideolojik nefret” ifadeleri yer aldı; ancak saldırının ardındaki örgütsel yapı hiçbir zaman kesinleşmedi. Bu da komplo teorilerine yeni bir nefes verdi: “Masonluk öyle sıradan bir dernek olsaydı, bu kadar örgütlü bir saldırıya hedef olur muydu?”
Siyasetin Karanlık Aynası: Kim Masondu, Kim Değildi?
Cumhuriyet tarihini bilenler için masonluk, yalnızca bir ritüel değil; siyasetin “arka odası” anlamına da gelir.
Mesela 1964 yılında Adalet Partisi'nin başına geçen genç bir mühendis vardı: Süleyman Demirel. O günlerde gazetelere sızan iddia şuydu: “Demirel mason locasına bağlıdır.”
Demirel bu baskı üzerine “mason değilim” açıklaması yapmak zorunda kaldı. Hatta masonluktan istifa mektubunun hâlâ bazı arşivlerde bulunduğu iddia edilir. Belge var mı? Loca susar, devlet arşivleri sessizdir.
Mustafa Yürekli, Haber 7’de bulunan köşesine Necip Fazıl Kısakürek ve Süleyman Demirel arasındaki ‘Masonluk’ tartışmasını veciz şekilde taşımıştı;
“Demirel, ‘Ben Mason Değilim!’ diyor ve bir belge gösteriyor. Necip Fazıl’ın bu belgeye ilişkin yorumu şöyle: ‘Sizin Mason olmadığınıza dair Mason Kulübü’nden belge almanız, iffetli bir kadının randevu evinden, orayla münasebeti olmadığına dair vesika almasından farksızdır; ve masonlukla münasebetiniz olmadığına değil, aksine, tam ve kurmayca bir alakanız bulunduğuna delildir!’
Demirel, ‘Ben Müslüman bir ailedenim! Dolayısıyla İslam terbiyesiyle yetiştim..’ diyor. Necip Fazıl’ın bu savunmayı da kıvrak zekasıyla, çarpıcı bir yorumla çürütüyor: “Sizin, ‘Benim ailem Kur'an'a el sürmeden sabah kahvaltısına oturmaz!’ şeklindeki lafınız, hakikatte Müslümanlığı asla bilmediğiniz ve dinimizde Hıristiyanvâri kitaba el sürmek diye bir âdet olmadığından habersiz bulunduğunuza delildir!.”
Ecevit hakkında da benzer söylentiler döndü. “Gençlik yıllarında localara girdi, sonra ayrıldı” dendi, ama hiçbir zaman kanıtlanmadı.
Buna karşın Erbakan açıktı: “Masonlar bu ülkeyi ekonomik köleliğe teslim etti” diyor, MGK toplantılarında bile “mason uşakları” ifadesini kullanıyordu.
Bir başka iddia ise daha derin: 27 Mayıs 1960 darbesinin yalnızca ordu tarafından değil, mason locaları ve bazı diplomatlar tarafından da desteklendiği ileri sürüldü. Bazı muhafazakâr dergiler bu darbeye “CIA-Mason-İnönü operasyonu” adını verdi. Bu iddialar tarihe bir dipnot olarak girdi, ama yargı önüne hiçbir zaman çıkmadı.
İş Dünyası: Paranın Sessiz Locası mı?
Resmî açıklamalara göre Türkiye’de 18 binden fazla mason üye bulunuyor. Loca kayıtlarında iş insanları, banka yöneticileri, sanayiciler ve akademisyenler yer alıyor. Bu durum bazı çevrelerde masonluğu bir “elit sermaye ağı” olarak göstermeye yetti.
Fakat asıl sarsıntı 2025’te geldi. Can Holding soruşturması. MASAK’ın raporuna göre şirketle bağlantılı 121 firma üzerinden 88 milyar liralık şüpheli finans trafiği yürütülmüş, bunların bir kısmı medya satın alımlarında ve yurtdışı transferlerde kullanılmıştı.
Bu soruşturma dalgasında gözaltına alınanlardan biri, Türkiye masonlarının eski büyük üstadı Remzi Sanver idi. Sanver yalnızca bir mason değil; Bilgi Üniversitesi eski rektörü, finans çevrelerinde saygı duyulan bir akademisyendi. Daha eski bir kriz ise 2005’te patladı: Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın kasasından kaybolduğu iddia edilen 7 milyon dolar nedeniyle Büyük Üstat Kaya Paşakay ve bazı üyeler birbirini suçladı. Bu dava tam çözülemedi, ama “Mason locaları yalnızca fikir kulübü değildir, ciddi para döner” tartışmasını hiçbir zaman söndürmedi.
Komplo Teorilerinin Karanlık Arka Bahçesi Masonluk
Ara başlıktaki söylem Türkiye’de yalnızca sosyolojik veya tarihsel bir başlık değildir; derin bir psikolojik ihtiyaçtır. Kriz, belirsizlik ve iktidar kavgası ne zaman büyüse, bir masa hayal edilir: Loş ışıklı, duvarları sembollerle dolu, ortasında pergel ve gönye duran gizli bir masa. Bu masa kimi zaman “FETÖ-Mason ittifakı”, kimi zaman “Atatürk’ü masonlar zehirledi” ya da “27 Mayıs’ın arkasında locanın eli vardı” gibi anlatılarla doldurulur.
Elbette bu iddiaların çoğu kanıtlanmış değildir. Ama şu da inkâr edilemez: Masonluk tarih boyunca iktidar çevreleriyle temas etmiş, aydınları, generalleri, iş insanlarını bir araya getirmiştir. Bu gerçek ortadadır ve Masonların hangi siyasi krizlere doğrudan müdahale ettiği, kimleri hangi amaçla bir araya getirdiği bir bilinmezdi.
FETÖ bunu yaptığında Paralel Devlet denildi ve resmi makamlarca suç kabul edildi. Bu durum söylendiği gibi ise Masonlar için de geçerlidir. Hiçbir surette bir cemiyet ya da yardımlaşma platformu olarak görülemez.
Hakikat mi komplo mu?
Bugün karşımızda iki uç yaklaşım var: Birincisi, masonluğu şeytanlaştıran, her olayın arkasında onu gören paranoyak akıl. Bunu elbette reddediyoruz; ama Türkiye’de sayısız olayda bulunan boşluklar ve bunun üzerine giden gazeteci, aydın ve siyasetçilerin başına mütemadiyen bir şey gelmesi kafalardaki soru işaretlerini artırmaktadır.
İkincisi, masonluğu tamamen masum bir “hobi derneği” gibi gösteren safdil iyimserlik. Gerçek, ikisinin ortasındadır. Masonluk tarihsel olarak Türkiye’de siyaset, sermaye ve medya ile temas kurmuş; zaman zaman darbelerle, zaman zaman saldırılarla, zaman zaman da büyük finans soruşturmalarıyla gündeme gelmiştir.
Bizim merak ettiğimiz tüm bu ilişkiler önceki dosyamızda ayrıntılı şekilde anlattığımız Masonluk tarihinde olduğu gibi hala tek merkezden ve sistematik mi ilerlemektedir?
Bu sorunun cevabını öğrendiğimizde, anladığımızda daha birçok şeyi de öğrenmiş ve anlamış olacağız.