"Terör" mesajın kendisidir

Başlık 2001’de, zamanın popüler gazetesi Yeni Yüzyıl’da yazdığım yazıya aitti.

New York’ta ikiz kuleler akıl ötesi bir akılla yerle bir olunca “El Kaide” gündemin merkezine yerleşmişti.

11 Eylül saldırısının Coca Cola’nın lansman kampanyasıyla benzer yönlerini anlatmıştım o yazıda. O güne kadar El Kaide’yi kim biliyordu ki…

Dün. İstiklâl Caddesi’nde yaşanan terör saldırısı ise bilinen bir terör örgütü tarafından, en kalabalık yerde yapıldı.

Sonrasında meraklarımızı, kaygılarımızı, korkularımızı boca etmek için başvurduğumuz medya karartılınca “gerçek”le baş başa kaldık.

Böyle durumlarda (a)sosyal medya, at izinin it izine karıştığı, suçlularla suçsuzların yer değiştirdiği, manipülasyona uygun bir ortam oluveriyor.

(Bu ortamın bilinen ilk kurbanı, Boston’daki bombalı saldırıda hedef gösterilen Sunil Tripathi’dir. Nehir kıyısında cesedi bulunduktan sonra suçsuz olduğu anlaşılmıştı.)

Sosyal medyada bir yandan terör normalleştiriliyor, diğer yandan klavyetik protestolarla vicdanlar hoş ediliyor.

“Bilgi alma özgürlüğüne müdahale” diyorlar ama sosyal medyada bilgi en az bulunan şey.

Panik geçince, her konuda fikri olanları ayıkladım, uzman görüşlerine baktım;

Abdullah Ağar: “Örgüt içi dinamiklerden kaynaklanıyor olabilir, Türkiye’nin ayağına bastığı ülkelerden de kaynaklanıyor olabilir.”

Cihat Yaycı: “Türkiye’nin güvensiz bir yer olduğu imajı oluşturulmak isteniyor.”

Mete Yarar: “Eyleme değil, arkasındaki teşvik edicilere bakmak gerekiyor.”

İçişleri Bakanı Soylu ise aynen şöyle dedi: “Bize verilen mesajın farkındayız.”

Benim uzmanlık alanım iletişim. Taksim saldırısına bakınca bir tek mesaj okudum.

İster kuklacı, ister bilardocu, isterse kafası kumda, gerisi açıkta devekuşu deyin, bombayı orada patlattıran odak şunu diyor:

“Canımı sıkmaya devam edersen, ülkende huzur bırakmam.” 

Net. Acı. Gerçek.

En kalabalık, en medyatik, en göz önü yerde yapılması da bundan. Mesajının hedefi bulmasında açık kapı bırakmak istemiyor.

TERÖR ÖRGÜTLERİ TEK BAŞLARINA YAŞAYAMAZ

Dünyanın herhangi bir yerinde, bir terör örgütü eylem yapıyorsa, mutlaka destekçileri vardır.

Mesela;

Arkasında başka bir devlet olma olasılığı yüksektir.

Sempatizan ya da zorla destek veren sermaye olur.

Ama en çok da medya vardır.

Medya bir terör eyleminin ortamını oluşturduğu gibi, sonucunu yayabilir, etkisini artırabilir.

11 Eylül saldırısı sonrasında medya içeriği dünyanın geri kalanına “Artık hiçbir yer güvenli değil” mesajını yaymıştı.

Taksim’deki saldırıdan sonra da New York Times’ın, İstiklâl Caddesi için “turistlerin yoğun olduğu yer” diyerek korku salması da böyle.

Halbuki insan hareketliliği küresel olarak o kadar yoğun ki, dünyanın her yerindeki patlamada, her ülkeden insanlar hayatlarını kaybedebilir.

2016’da Atatürk Havalimanı’nda bombalı saldırının olduğu gün, Barselona’da bir konferanstaydım.

Dünyanın her yerinden gelen katılımcılar sanki o patlama hiç olmamış, insanlar hiç ölmemiş gibi bir havadaydı.

Bizim aklımız ise ülkemizde.

Söz alıp şunları söyledim: 

“Bu sabah benim ülkemde, dünyanın en büyük havalimanlarından Atatürk Havalimanı’nda bir terörist saldırı oldu. İstanbul bu salona sadece bir saat uzaklıkta ve orada bu salondaki herkesin bir yakını olabilirdi.”

Sözün özü, terör konu olunca “Orası bize uzak ülke” diye bir cümle artık kurulamaz.

SİYASETÇİLER BU OLAYI İYİ OKUSUN

Frankfurt Belediye Başkanı Feldman halk oyuyla görevinden azledildi.

Hem de halkın yüzde 95.1 gibi büyük çoğunluğu, “Gitsin” dedi, gitti.

Bu kısım normal.

Normal olmayan kısım şu; aynı Feldman yine aynı halkın yüzde 70 oyuyla seçilmişti!

Hep “Herkes ince bir buz tabakası üzerinde duruyor. Her an kayıp düşmek de, tabakanın kırılması da olası” demiyor muydum?

Seçim kazanan hiç kimse, aldığı oyları cepte sayamaz. Seçmen eldeki sabun gibi çok kayıp gitmeye meyilli.

Siz siz olun, herhangi bir yerde birilerinin onayına ihtiyaç duyuyorsanız, iletişimde şu üç kurala uymayı ihmal etmeyin;

Dikkatli ol, dengeli konuş, sakin kal.

OLMAZ Kİ

Bir, terör saldırısı olmuş. Medya karartılmış. İlgili kurumlardan “Korku ve paniğe yol açabilecek paylaşımlardan uzak durulması” uyarıları yapılıyor.

Kızılay Başkanı aradan sıyrılıp “Bölge kan merkezimizden civar hastanelere ihtiyaç duyulabilecek gruplarda kan ürünleri sevk edilmiştir” paylaşımı yapıyor!

İşte size panik nedeni. Olmaz ki. Birisi Kızılay yönetiminin elinden sosyal medyayı alsın.

İki, 10 yıldan eski kiracıları ev sahipleri isterlerse çıkarabiliyorlar. Bu yasayı yapanların hepsi ev sahibidir kesin, mantık yanlış ve empatiden yoksun.

İnsan 10 yıldır oturduğu evle duygusal bir bağ da kurmuş olur, ona “hadi git başkası gelecek” nasıl denir?

Dahası, eski kiracı güvenli gelir demektir, test edilmiş, onaylanmış demektir. Ev sahibine kolay tahliye için açık kapı bırakmak, işini kolaylaştırmak olmaz ki.

Üç, Twitter’ın yeni sahibi Elon Musk kim? İlk günden bu yana kâr oranını artırmak için her tür sömürüyü yapmış, emek düşmanı, insanları aşağılamaktan çekinmeyen tipik bir kazanan adam.

Gelir gelmez çalışanların yarısını işten attı. Mavi tık’ı parayla satma kararı aldı. Kendi denetiminde bir sansür kurulu oluşturdu.

Musk, Twitter’ı özgürlük alanı sanarak oradan eleştiri paylaşanlarla, şu tarihi cümleyle dalgasını geçti: “Twitter’ı eleştirenler bunu yine Twitter’dan yapıyorlar.” 

Twitter’da dünyayı kurtarmaya çalışanların tutarsızlığını bir güzel ortaya serdi.

Oysa ilk yapmaları gereken Twitter’ı kullanmayı bırakmak olmalıydı. Hem sevmem hem de yağından da koy anlayışı olmaz ki.

Dört, hem adının başında “Türkiye” olacak, hem de o Türkiye’nin kurucusu ve kurtarıcısının öldüğü gün oynanan maçlarda saygı duruşu yaptırmayacaksın.

Varlığı zaten problemli Futbol Federasyonu’nun adının başındaki “Türkiye” kaldırılmalıdır, böyle olmaz ki.

DİZİLER ARASINDA GEZELİM

Dizileri izlesem de izlemesem de, her şeye metin olarak baktığımdan çıkarımlarım genellikle tutuyor biliyorsunuz.

Birkaç not yazıp koyayım kenara;

Bir, “Darmaduman” diye bir dizi başladı. Necip Memili, Meral Çetinkaya ve Metin Coşkun gibi büyük oyunculara selam vermeden geçmek olmazdı, baktım.

Dizide şöyle bir hata var, dev oyunculara bakıyorsun “büyük dizi” diyorsun, genç oyunculara bakıyorsun “gençlik dizisi” diyorsun.

Dizi ölürse bu tutarsızlıktan ölecek, haberiniz olsun.

İki, yine “Darmaduman” dizisinde öyle bir genç oyuncu var ki gözleriyle oynuyor, şahaneler yaratıyor: Aytaç Şaşmaz.

Bir oyuncu gözleriyle oynuyorsa, büyük hatalar yapmadığı sürece ayakta kalır.

Üç, “Güzel Günler” dizisinin sanki yaşamasın diye başlanmış gibi üç sorunu var; “Teşkilât”, “Yargı” gibi güçlü dizilerin olduğu akşama konması garip.

Binnur Kaya, Ecem Erkek, Olgun Toker, Zeynep Çamcı gibi iyi oyuncuların üzerine başroldeki iki genç oyuncu pek zayıf kalmış. Ters çevrilmiş huni gibi.

Dahası “Güzel Günler” ismi bir Tv dizisi için aşırı klişe.

Dört, fenomen dizi “Yasak Elma” ise abartıdan besleniyor. Abartının sıradanlaştığı günlerde abartı dozunu artırdıkça izlenmeye devam edecek.

Birkaç kişi arasında dönüp duran birbirleriyle evlenme boşanma döngüsü, kimileri için abartı sayılsa da İstanbul’un bir kesiminde sıradan gerçekler.

Beş, “Bir Peri Masalı” dizisinin senaryosu saçmalık ötesi ama sorun yok, adı zaten “masal”.

İyi de izleniyor ve fakat diziye Deniz Uğur’u dahil ettiler. Hem de bir masala yakışmayacak haberlerin ana öznesi olduğu günlerde.

Reha Muhtar’dan olan çocukları üzerinden dönen entrika haberlerinin ana figürünü bir masalın içine koymak da neyin nesi?

Bu yapımcılar ne yiyorlar ne içiyorlar, kimlerle çalışıyorlar? Acayip.

ZEYNEP LÜTFEN ARTIK BASMA!

Popçu Zeynep Bastık çıplak ayaklarıyla evinin salonunda çektiği video kliplerle gönüllere taht kurmuştu.

Mütevazılık sevimlidir.

Sonra ne olduysa oldu, kızımız ayakkabılarını giyip sokağa çıktı.

Ayakkabısız ayaklarla yukarı doğru çıkarken, ayakkabılı ayaklarıyla aşağıya doğru indi.

Evlendi, boşandı. Olabilir.

Abuk sabuk demeçler vermeye başladı, olabilir.

İç çamaşırlı pozlarla arzı endam etmeye, dikkati kulaklardan gözlere kaydırmaya başladı. İyi müzisyenlerin yaptığı en büyük hata bu.

En son, kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen bir hayranını tersledi.

Medyamız Bastık’a hak veriyor, olur muymuş, o da insanmış falan.

Alooo, bir kendinize gelin ya, son dönemde zaten görsellerle var olan bir popçudan söz ediyoruz, Fazıl Say’dan değil.

Sen göstermeye odaklıysan, hayranın da seni göstermeye odaklıdır.

Biri bu Zeynep’e artık ayaklarını yere basmasını söylesin bir zahmet.

MAÇA YA GALİP ÇIKARSIN YA DA MAĞLUP

Galatasaray, Başakşehir’i 7-0 yendi. Biliyoruz.

Ve fakat, Galatasaray’ın Teknik Direktörü Okun Buruk’un (ki kendisini hiç sevmem), maçtan önce yaptığı açıklama, bu köşede defalarca yazdığım iletişim notunu anımsattı:

“Gereğini yaparsan sahaya zaten 1-0 galip çıkarsın.”

Gereği ise, takımı iyi düzenlemek, rakibi doğru okumak, oyunu örgütlemektir.

Bu üçünü eksiksiz yapan her takım, rakip kim olursa olsun yenebilir.

Okan Buruk maç öncesi konuşmasında bu üçünü de yaptığını anlatıyordu zaten, dinleyenlere sonuç sürpriz olmadı.

Hayat da böyledir, tüm olasılıkları değerlendirerek önlemini alırsan başarma olasılığın her zaman yüzde 51’dir.

Yok gereği gibi hazırlanmazsan, yenilen takımın suçu hakeme bulması gibi yenildiğinde kendine hep bir bahane bulursun.

AKLIMDA KALAN

“GSM şirketleri ve sigortacılar akıllarını başlarına toplasınlar” söylenmesi: GSM şirketleri yeni müşteri çekmek için sağladıkları avantajları eski müşterilerine sunmuyorlar! Kâr ettiklerini sanıyor olabilirler ama sadık müşterinin bağlarını da zayıflatmış oluyorlar. O zaman eski müşteri de başkasının yeni müşterisi olabiliyor. Araç sigortacıları da benzer yanlışı yapıyorlar. Yıllardır sigorta pirimi yatırıp hiç kaza yapmayan insanlar neden durmadan yüksek ödemeler yapmak zorunda kalıyorlar? Neden onlara ciddi indirimler ya da bazı yıllarda karşılıksız sigorta yapılmıyor? Bu uygulamalar pazarlama duayeni Kotler tarafından “mantıksız” bulunuyor, benim tarafımdan ise akıl dışı. 

Diğer Yazıları