TRUMP, SİZİ ARARSA NE YAPMALISINIZ?

E-ticaret dünyasında “Amazon işletmenizin kapısını çalarsa ne istiyorsa verin” derler. Vermezseniz sizi bitirecek bir yol bulacaktır. Zira Amazon, e-ticaretin köpekbalığıdır, küçükleri yutarak yaşar.

Defalarca yazdığım gibi artık stratejilerin işlemediği, taktiklerin önemli olduğu bir zamandayız. Halâ stratejiden söz edenlere gülüp geçmem ondan. Trump’ın değişken ve narsistik kişiliği üzerine hangi stratejiyi kursanız çöker. Onun için imkânsız yoktur, kendi istekleri ve çevresi tarafından kendisine istetilenler vardır.

Diyelim ki Trump sizi aradı, yapmanız gerekenleri sıralayayım, esnaf ağzıyla söylersem, işinize yaramazsa gelip beni bulun;

-Telefonu çok bekletmeden açın, beklettiğiniz her saniye taleplerini artırmaya yarar.

-Keyifli bir ses tonuyla konuşun. Hep onun telefonunu bekliyormuşsunuz da o telefon gelmiş gibi davranın.

-Söylediklerine hak verin, “Hiç böyle düşünmemiştim” deyin. Böyle söylemeniz, dediklerini kabul ettiğiniz anlamına gelmez.

-Talepte bulunursa zamana yayın.

-Kâr odaklı birine, insani değerlerden söz etmek boşa kürek çekmek anlamına gelecektir, ona daha yüksek kâr olasılıkları sıralayarak konudan uzaklaştırın.

-Sevdiğini bildiğiniz bir alışkanlığı varsa, mesela çay, çorba gibi, ona hemen bir tarif anlatın. “Sizin oralar çok soğuk size güzel bir çorba tarifi vereyim, bayılacaksınız” deyin. Saçma gelebilir ama çok işe yarayacaktır.

-Islık çalmayı bilip bilmediğini sorun, denemesini isteyin.

-Sağlığını konu edin, uyku düzenini sorun.

-Yaptığı işin çok zor olduğunu, mutlaka nefes teknikleri öğrenmesi gerektiğini söyleyin. O tekniği sizin bilip bilmemenizin önemi yok. Konu siz değilsiniz.

-Kendi eşinizden şikâyet edin. “İstekleri hiç bitmiyor” gibi şeyler söyleyin. Melenia ile yaşadığı sıkıntıları bilmeyen yok, empati kurmak hoşuna gidecektir.

-Golf oynamaya zaman bulabiliyor mu, sorun. “Yanılıyor olabilirim ama” diye önerilerde bulunun, “yanılıyor olabilirim ama golf oynamaya daha fazla zaman ayırmanın yolunu mu bulsanız” deyin.

-Araya bir yere de “Yaa Mr. Trump, bizim şu işimiz vardı, onu ancak siz çözersiniz” ya da “Brother Trump, şu işi çözsek sonuçları ABD’ye ve size de iyi gelecektir” gibi cümleleri sıkıştırın.

Siz bunları yapın, niçin aradığını, sizden ne isteyeceğini unutup en çok sizi severek telefonu kapatacaktır.

 

TEĞMENLERİN KADERİNİ KİM BELİRLER?

Pırıl pırıl beş teğmenin kılıç çatmalı yemin töreni krizi çıktığından bu yana, süreç iyi yönetilmedi, yönetilmiyor da.

Neo-liberal düzenin konfor alanına sıkışan, sorunlara çözüm üretemeyen muhalefet, kendisi yerine muhalefet edecek kişi ve olayları kullanıyor. Vekalet savaşları gibi vekalet muhalefet yapıyorlar, teğmenler krizi onlara tam da bu fırsatı verdi.

Algı yönetme işinde kamuoyuna odaklanıp krizin diğer bileşenlerini görmezden gelmek de ayrı sorun.

Sadece teğmenlerin ihraç edilmesi krizi değil, her türlü kriz için geçerli olan gerçek, bizim krizi değil, krizin bizi yönettiğidir.

TSK, ısrarla konuyu bir “disiplin suçu” olarak gündeme getirdikçe, teğmenlerin “Mustafa Kemal” vurgulu açıklamaları, kendisini “Mustafa Kemal’in ordusu” olarak tanımlayan TSK’ya bir meydan okuma şeklinde yorumlanabilirdi. Bu yorumlama kurumsal direnci artıracaktır, ki öyle de oldu.

Olması gereken, yaptıklarının bir disiplin suçu olmadığını, olsa bile art niyet taşımadıklarını anlatabilmekti.

Maalesef hukuk sistemi, iletişim ve algı üzerine kurulu olduğu halde, hukukçularımızda iletişim bilinci hep eksiktir. Mahkeme denen ortam bir iletişim ve algı yönetimi ortamı olduğu halde bu gerçek yokmuş gibi davranılır.

Teğmenlerin avukatları da kamuoyunu harekete geçirmek için savunmalarının “Mustafa Kemal” kısmını öne sürerek, muhalefeti harekete geçirmeyi hedeflediler. Ve bu tavır, ters tepti.

Teğmenlerin Anıtkabir ziyaretlerine “sivil inisiyatif” imzalı, “milyonlarca kişiyle Anıtkabir’i ziyaret edecekler” paylaşımı da kamuoyuna dönük bir durumdu. Avukatların böyle bir yürüyüş olmadığına dair açıklama yapmaları, bu tür haberlerin süreci olumsuz etkileyeceğini anlamaları zaman aldı.

Şu bilgiyi kimse unutmasın, iktidar yanlısı ya da muhalif medya, krizleri çözmek için çalışmaz. Krizleri büyütüp yaymak için işlerler. Aksi halde işlerini yapamazlar. İktidar medyasının “ihraca itiraz eden 4 heyet üyesi de ihraç edilsin” yaklaşımıyla muhalif medyanın “İktidara inat gidip Atatürk’e bağlılıklarını bildirdiler” manşeti aynı kapıya çıkar.

“Ben sizin yerinizde olsam” diye başlayan cümlelerle akıl veren gazetecileri dikkate almak büyük hata olur. Gazeteci olaydan beslenen kişidir, daha öte görev yükleyemezsiniz.

İletişim yönetiminde doğru durum tespiti yaşamsaldır. Mevcut durumda teğmenler ve komutanları ihraç edildiler. Bu karar, kamuoyu vicdanında ağır, haksız ve adil olmaktan uzak bulunmaktadır.

Asıl önemli olan, ihraç kararının 4’e karşı 5 oyla alınmış olmasıdır. Bu bilgi, çok ama çok önemlidir. Ya gerçekten heyette kamuoyunun vicdanıyla aynı düşünen kişi sayısı eşittir (kurul başkanı ihraca itiraz eden tarafta olduğuna göre oyu tek oy kabul edilemez, bu da eşitliği sağlar) ya da bu sonuç kurgulanmış olabilir. Birbirine yakın oylar, kararın idari yargıdan dönmesinin yolunu açmak için olabilir.

Önümüzdeki günlerde yukarıda dikkat çektiğim konulara dikkat edilmezse, kararın idari yargıda da düzeltilmesi zorlaşır.

 

DEPREMLER VE TRAJEDİMİZ

İnsan unutuyor, unutmasa yaşayamaz. Ama unutmak da ayrı zulüm, ayrı işkence. Unutursak ölüyoruz, unutmazsak zaten yaşayan ölüyüz.

Önlem almayı bilmiyoruz, esas trajedimiz bu. “Bana bir şey olmaz”, “benim evim yıkılmaz” demek ölmeye yatmak değilse nedir?

Airfryer denen abuk aleti almak için taksite girmeyi biliyor, evimizin deprem güvenliğini test ettirmeye para bulamıyor olmak yaman çelişkisinde hapsoldu insanlık.

 

BENCE

Bence, ana muhalefetin “toplum psikolojisi” diye bir gerçekten zerre haberi yok. Parti Meclisi’nde o kadar hoca varken bu nasıl olur anlamış değilim.

Hem belediye başkanı hem de genel başkan çıkıp “Silivri’yi kapatma” vaadinde bulunabiliyorlar!

Sanırım siyaseti etraflarındaki üç beş entelektüelin istediğini vermek olarak anlıyorlar. Tacizin, tecavüzün, şiddetin ayyuka çıktığı, gözaltına alınanların salıverilmesinden şikâyet edildiği, tutuklamaların yeterli olmadığı gibi bir gündem varken, hapishane kapatmayı vadetmek, olsa olsa halktan kopuk, kendin pişir kendin ye siyasetidir.

Arkadaşlarım beni pizza yemeye davet etti. Seçtikleri pizzacıyı, tavsiye edenlerin övgülerine göre belirlemişler. Masaya gelen pizza ise hamurun üzerine sürülmüş salçaydı! Servis berbattı. Ve salçalı hamur 650 liraydı! Buna rağmen oturacak yer yoktu.

Beğeni düzeyimiz her anlamda düşmüşse pizzacının ne suçu olabilir, istediği fiyatı koyar bence.

Zülfü Livaneli, Odatv belgeselinde “Bu devlet sanatçısından hoşlanmaz” diyor. Bu devlet, soytarılaşmamış aydından da hoşlanmıyor bence.

En büyük futbolculardan Ronaldo sitem etmiş. “Pele, Messi, Maradona’yı çok sevebilirsiniz, anlıyorum ama ben en eksiksiz olanım. Tarihin en iyisi benim, kimse benden daha iyi değil!” demiş.

İşte tam da bu yüzden, hak ettiğini düşündüğü kadar sevilmeyecek. Yazdığı üç isimden en önemli eksiği samimiyetsizliği, iyi yönetilemeyen profesyonelliği bence.

 

BEHZAT Ç.’Yİ KİM ÖLDÜRDÜ?

Gelmiş geçmiş en efsane dizilerimizin başında geliyordu Behzat Ç. O kadar ki başrol oyuncusunu araba reklamından zengin etti, arabayı da en çok satılan araba yaptı.

Sonra yetmedi, başrol oyuncusunun belediye başkanı seçilmesini sağladı. Hepimiz aykırı polis “Amirim” tutulumu yaşadık.

Etimesgut halkı, belediyelerini Behzat Ç. yönetiyor sanıyor. Durum o kadar.

İşte o Behzat Ç., yeniden çekilmeye başladı diye sevinmeyen kalmadı. Düşünsenize düzeni sorgulayan aykırı polisler, düzeni temizliyorlardı. Aslında yöneticilerimiz uyanık olsa, bu dizi çok işlerine geliyordu. Emniyet’te aykırı “amirim” olduğu hissi, emniyete güveni de ayakta tutardı ama uyanmadılar, klasik “vay nasıl eleştirir” diye tepki koydular.

İşte o “Behzat amirim” dijital platforma geçince tüm etkisini yitirdi. Dijitalde üçüncü sezon başlıyor ama sokağın umurunda değil. Dijital platformlar, oyuncuyla izleyicinin, kahramanla halkın arasına mesafe koyuyor.

Oyuncu para kazanıyor kazanmasına ama halkın üzerindeki etkisini kaybediyor.

 

AKLIMDA KALAN

Trump ve Netenyahu’nun haritası: Netenyahu, Trump ile görüşmesinde “Birlikte haritayı yeniden çizeceğiz” dedi. 7 Ekim’de Hamas saldırısı üzerine İsrail Savunma Bakanının “bu bir savaştır” demesini 10 Ekim’de Habertürk’te yorumlarken, “bu aslında bölgedeki haritanın şekillenme işidir” demiştim ve Trump’ın, ilk başkanlık dönemindeki sözlerini hatırlatmıştım. Trump “O bölgede harita son şeklini almadı” demişti. 16 ay sonra bugün geldiğimiz nokta, o noktadır.

Diğer Yazıları