Korkmamız gereken tek şey...

Bir haftadır “maymun çiçeği” hastalığıyla yatıp kalkıyoruz.

Hangi ülkede kaç vaka, haritada gösteriyorlar. Orada üç, burada beş.

Görseller fena. Yaralı eller, vücutlar. Cüzzam hortlamış gibi.

Medya, atmosfere basınçlı “korku” üflüyor.

Aylar önce yazmıştım, arada kayboldu:

Bir National Geographic belgeselinde, sonraki küresel salgının Antalya civarındaki yarasalardan dünyaya yayılma ihtimalinden söz edilmişti.

Masum belgesel bulmak zordur. Demek ki masada bu senaryo var!

Ara not: Türkiye’nin bir sonraki salgının kaynak ülkesi ilan edilerek dünyadan izole edilme riski unutulmasın.

“Maymun çiçeği” yeterli korkuyu uyandırmazsa, yeni salgın senaryoları hazırda.

Sorunların kördüğümleştiği küresel düzende, Covid’le insanları korkuyla yönetmenin şahaneliği deneyimlendi.

Yanlış anlaşılmasın Covid uydurmaydı demiyorum. Daha ilk günlerinde virüsün laboratuvar üretimi olduğunu yazmıştım, DSÖ aylar sonra o noktaya geldi.

“Maymun çiçeği”nden insan kendini koruyabiliyor, temasla bulaştığı için. Oysa havayla bulaşıp, bireyi çaresizleştiren virüsler daha terbiye edici.

“Adamım” Bauman, insanın hayata karşı tüm tutumlarının (başarı, aşk, alışveriş, ünlü olma vs.) ölümle ilişkili olduğunu anlatır.

Zira “akıl”, her şeyle baş etse de “ölüm”le baş edemez. Ölüm deneyimlenemez olduğundan elinde bir veri olmadığı için.

Uzun hikâye.

İnsanın “ölme korkusu”, küresel patronlar için dev bir oyun/savaş alanı.

Üstelik ellerinde şimdi de dijital dünya var. Savaş oyunları sektörü neden patladı sanıyorsunuz?

O oyunlarda herkes ölüyor ama kimseye bir şey olmuyor, sonuçta ölüme meydan okuyan sanal kahramanlar (aslında alt benlikler) ortaya çıkıyor.

Korku virüsü, medya, özellikle de internet medyası (en çok da sosyal medya) aracılığıyla yayılıyor, insanların ruhlarını esir alıyor. 

Yayın yöneticilerine haber seçimi ve dilinde büyük sorumluluk düşüyor.

“Yeni toplum”, insanların korkuyla bir arada tutulduğu bir gerçekliktir ve maalesef, “uzman” görünümlü insanlar ve medya tarafından dizayn edilir.

Söyleyeceğim şey, 100 yıl önceki büyük ekonomik krizde Roosvelt’in, ABD kamuoyuna söylediği cümlenin tıpkısının aynısıdır:

“Korkmamız gereken tek şey, korkularımızın kendisidir.”

THE ECONOMİST’İN KURU KAFALARI

The Economist’in kuru kafalardan oluşan buğday başakları kapağı epeyce ilgi çekti.

Dünya buğday stoklarının bittiğine dair hazırladıkları dosya beni iki yıl önceye götürdü.

Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Uygulama Merkezi olarak, Dünya Gıda Örgütü (FAO) merkezinde bir toplantı yapmıştık.

Toplantıda FAO yönetimine teknoloji ve uzay odaklı bakış açısının yamukluğunu anlattık. FAO’nun bu bakış açısını düzeltmek için yapması gerekenleri sıraladık.

Projemizin konsepti “Gelecek tarımda” idi. Tarıma ve tohuma odaklanan bir bilinçlenme stratejisi.

Aradan bir süre geçti, bizim konseptin tarım yerine Kıvanç Tatlıtuğ’a hizmet ettiğini gördük. Fikri bizden alıp (ama izin almadan) Tatlıtuğ’la film çekmişlerdi.

Önemli bir fikir, ünlü bir oyuncunun gölgesinde heba edilmişti.

Öyle güzel fikirler öyle kötü uygulamalarla harcanıyor ki.

Yine de biz tekrarlayalım; gelecek uzayda değil tarımdadır. 

BENCE BÖYLE

Bir, kabinenin değişeceği söyleniyor. İçişleri, Tarım ve Adalet Bakanları hariç bakanlar değişecekmiş.

Uzun süren iktidarlar bakan değiştirerek süreci yönetebilirler ve fakat Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu değiştirmek hata olur.

Kaynayan kazan dünyasında adam durumu gayet de iyi idare ediyor.

İki, gıda pahalı yiyemiyorsun, yakıt pahalı gidemiyorsun, rakı pahalı efkârlanamıyorsun, restoran pahalı nefes alamıyorsun. İnsanların durumunu maden ocağındaki gaz sıkışmasına benzetebiliriz aman dikkat.

Üç, bilet ve benzin fiyatları nedeniyle seyahat edemeyenler siyasi partilerin mitinglerini takip etsinler.

Miting mevsimi, mitinge insan taşıma mevsimidir. Gideceğiniz şehirde miting düzenleyecek parti otobüslerine atlayın, hem de ailece derim.

Dört, bilbordlarda Genel Başkanla İstanbul İl başkanının eşit olarak yer alması üzerine Kılıçdaroğlu “Biz eş başkan mıyız?” tepkisini koymuş.

Siyasal iletişimi ciddiye aldığına dair bu tavrı sevdim.

Beş, demokrasiler için zayıf halkanın “kararsız seçmenler” olduğu söyleniyor. Bence tam tersi.

Demokrasiler ayakta duruyorsa kararsızlar sayesinde ayakta duruyor. 

Altı, muhafazakâr kadınlara yönelik “Dişilik Okulu” çok eleştiri aldı. Ben eleştirenlerden değilim. Tamam ismi çok itici ama içeriği, üzeri örtülmüş kadınlığın farkındalığı için önemli.

Yedi, Netflix 150 çalışanın işine son verdi. Abone kaybettikçe çalışanlarını azaltıyor.

Agresif büyüme genelde iyi sonuç getirmez. Ülkelere açılmak, yerel yapımları sepete almak kaliteyi de yerlere indirmiş oluyor. 

Sekiz, şimdi de Fox Haber spikeri Gülbin Tosun, çocuğunu kaybetmiş anneye sosyal medyadan tehditler savurdu. 

Bir bizim ülkemizde kurumlara bağlı çalışanlar canlarının istediği gibi sosyal medya kullanabiliyorlar. Bu çok yanlış.

Dokuz, Özcan Deniz boşandı, biz bu konudan boşanamadık.

Boşanma süreçleri de, sonrası da bitemedi gitti. Boşanan eşlere birbirleri hakkında konuşmama yasağı getirilmeli.

On, sosyetik güzel Yasemin Özilhan’a çok pahalı giysileri sorulunca “Peynir ve süt de pahalı” cevabını vermiş.

Lüks ürünle temel gıdanın fiyat karşılaştırması olur muymuş?

Yasemin Özilhan dediğimiz kişi zaten pahalı giysileri olmazsa haberimizin de olmayacağı biri. 

Bizim için lüks giyim olan onun için temel gıda işlevi görüyor. 

ÖNEMLİ LAFLAR

Herkesin her konuda konuştuğu ortamda, değerli cümle bulunca altını çizmek gerek.

Edebiyatımızın önemli yazarlarından Latife Tekin son romanı “Zamansız”ın erotizm dozu için şöyle diyor:

“Gençliğimden beri böyle bir metin yazma arzum vardı. Bu vakte kadar beklememin nedeni toplumsal baskı olamaz, demek ki ruhsal kopuşlar şimdi oluşmuş.”

Çok doğru. Yazmak bir içsel yolculuk, eğer ticari yazar değilse yazan.

Yeni filmi gösterime giren Nicolas Cage şöyle demiş: “Yenilik yapmak için kuralları yıkmalısın.”

Sadece kuralları mı? Görünmeyen duvarları da. 

Aranşör Hurşid Yenigün “Gençlerin takıldığı gece kulüplerinde bile 70’lerin şarkıları çalınıyor. Bizim için nostalji olan şarkıları 20’li yaşlardaki gençler söylüyor. Müzik 80’lere kadar olmuş bitmiş gibi” diyor.

Haksız mı? Bakın reklamlara, hepsi eski şarkılara tutunmuş.

BODRUM’DA LAHMACUN FİYATI

Bodrum’da özel plajlara giriş ücreti 10 bin Euro’yı buluyor, lahmacun 200 liraya satılıyormuş!

Herhangi bir sosyal devlette plajlar parayla satılmaz ama bizde akmaz kokmaz bir muhalefet olunca, oluyor.

Lahmacunun fiyatının aklımdan geçirdikleri ise şöyle;

İyi ki dışarda kıymalı bir şey yeme huyum yok.

O tek lahmacun fiyatına ben 30 lahmacun yaparım.

İnsan o parayı verdiği bir şeyi yiyebilir mi ya, çerçeveletip asası gelir.

İçindeki kesin at ya da eşek etidir, malum Bodrum civarında bu hayvanlardan eser yok.

O lahmacunu yiyenler derhal mali denetime alınmalı, parayı kolay kazanma yolu bulmuşlardır.

Lahmacuna 200 lira verenle ben hangi ortak noktada buluşabilirim ki?

NEDEN HERKES BURCU ESMERSOY’LA EVLENMEK İSTİYOR?

Burcu Esmersoy son sevgilisinden de evlenme teklifi almış. 

Burcu Hanım birkaç kez evlenmişti. Eminim medyaya yansımayan başka evlenme teklifleri de almıştır.

Ne güzel.

İyi de neden herkes Burcu Esmersoy’la illa evlenmek istiyorlar?

Alt soru da var tabi: Bu kadar evlenme meraklısı bekar adamı nereden buluyor?

İki sorunun da cevabı bende yok.

Sarışın olması bir ihtimal. Şekerli ses tonu olabilir. Saçları sarı, gözleri renkli olunca yetiyor belki.

Sanki hiç sorun çıkarmazmış gibi durması olabilir. Hep gülümsemesi de belki.

Yine de bu cevaplar beni kesmiyor.

ALİ KOÇ’A ÇOK ÜZÜLÜYORUM

Türkiye’nin en zengin ailesinin şahane oğlu. Fenerbahçe’nin başkanı.

Güzel düşünüyor. İyi tespitleri var. 

Ve fakat, adamın hiçbir iletişim kaygısı yok. Ağzı, keyfine hizmet ediyor.

Öyle olunca da evin yaramaz oğlu gibi muamele görüyor.

İletişim keyfinize değil, almak istediğiniz sonuca hizmet eden bir iş olmalı.

“Beyaz Futbol” programına çıktı. Masada kendi itibarına uygun kimse yok.

Medyaya ve futbol federasyonuna dair önemli ithamlarda bulundu, zaten o olumsuzlukların bir kısmının sebebi o masadakiler.

Öyle büyük suçlamalarda bulundu ki, o kısmı savcıların sorunu, benim üzüldüğüm ise ortamda kendi çocuklarının bulunması.

Madem meydan okumak için o rezil içeriğe dahil olmayı kabul ediyorsun, dünya güzeli çocuklarını neden o çamurun içine, programa götürüyorsun?

Yazık.

AKLIMDA KALAN

Bolu Belediye Başkanının meydan okuması: Bolu’da başkan Tanju Özcan mültecilere karşı amansız bir savaş veriyor. Hükümeti de, kendi partisini de pek umursamıyor. Önce suya zam yaptı, yargıdan döndü. Sonra “artık istenmiyorsunuz evinize dönün” ilanları astı. Onlar da kaldırıldı. Özcan’ın tavrı mevcut düzene bir meydan okumadır. Siyasette meydan okuma her zaman iş yapar. Özcan bunu bildiği için karşısına aldığı mevcut düzenden çekinmiyor, tavrının onu siyasetten silmek yerine güçlenerek var edeceğinden emin.

Diğer Yazıları