İTTİHATÇILARIN MİLLÎ MÜCADELE’DE MUSTAFA KEMAL’E DESTEĞİ

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

İttihatçı liderler İtilaf devletleri ile bir sulh anlaşması gerçekleşmeyince Mondros ateşkes antlaşmasının imzalanmasının hemen ardından Türkiye’den ayrılmışlardı.

Enver Paşa diğerleri aksine ülkeden ayrılmak istememiş; Anadolu’ya geçerek bir mukavemet gücü oluşturarak işgale karşı mücadele etmek istemişti. Ancak diğerleri tarafından onun bu yaklaşımına itiraz edilmiş, kendisini yakalayıp tutuklamak isteyen İngiltere’nin bu vesile ile bütün Anadolu’yu işgal etmesine sebebiyet verebileceği ikazında bulunulmuştu. Enver Paşa da ister istemez ikna olmuş ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın ilgili mercilerden izin almadan kendilerine tahsis ettiği bir destroyer ile İstanbul’dan hareketle Kırım’ın Sivastopol şehrine gitmişti. Ancak Enver Paşa Anadolu harekâtına katılmaktan bütünüyle vazgeçmiş de değildi. Mili Mücadele’ye daha sonraki bir zamanda katılmak üzere ön tedbirlerini almış, örneğin Brest-Litovsk antlaşmasının imzalanmasından beri Kafkaslarda bulunan Türk ordusuna 100.000 tüfek ve 800.000 lira göndermişti.

Bu durum dikkate alan ABD Yakındoğu İstihbarat raporları, Anadolu direniş hareketini, Mustafa Kemal'in değil, öncelikle Enver'in fikri olarak değerlendirmiş, ayrıca Mustafa Kemal’in Enver'in Anadolu'ya girişine sürekli karşı çıkmış olmasını da Mustafa Kemal’in İttihatçılara karşı duyduğu haklı bir öfkeden değil "Enver'in gök gürültüsünü çalmış" olma bilincinden kaynaklandığı belirtilmiştir.

 

İttihatçı liderler Odessa'ya ulaştıktan sonra Berlin'e geçmişler ve zaman kaybetmeden siyasi faaliyetlere koyulmuşlardı.

Bu yöndeki faaliyetlerinin ilki, amacı Fransa ve Büyük Britanya'nın Müslüman tebaası arasında isyan çıkarmak ve böylece bu güçleri Türkiye ile ilişkilerinde sıkıntıya düşürmek olan "İhtilalci Müslüman Dernekler Birliği"ni kurmak olarak gözükmektedir.

İttihatçıların yurtdışındaki siyasi faaliyetleri, genel olarak Türk halkının yanı sıra Mustafa Kemal Paşa tarafından da, zımni bir surette de olsa, olumlu bulunmuştur.

Söz konusu zımni kabulden ötürü olmalıdır ki örneğin 1921 Nisan’ında Ankara adına temaslarda bulunan İttihatçı bir heyet Almanya’dan 200 araba yükü silah ve mühimmat alarak bunları İtalya üzerinden Yunanlılara karşı kullanılmak üzere Anadolu’ya intikal ettirmeye çalışmıştı. Ayrıca silah satın almak için İtalyan hükümeti ile de müzakerelerde bulunulmuştu.

 

İttihatçı liderlerin rol aldığı operasyon sahnesi daha sonra Berlin'den, Sovyet politikalarının kapitalist güçlere karşı başarılı bir muhalefet için daha fazla şans sunduğu Moskova'ya taşındı. Ancak Talat Paşa, Berlin'de kalmış ve bir İngiliz ajanı olan Kont Sforza, İtalyan Bakan ve Yunan generali Metaxas'ın karıştığı iddia edilen çeşitli entrikalar içerisinde olmuştu.

İttihatçılardan en az ikisinin, İstanbul'un meşhur emniyet müdürü Bedri Bey ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın, Rus savaş esirlerinin arasına gizlenerek ulaştıkları Moskova'da sürdürülen operasyonun bir yansıması olarak “Halk Sovyetleri Partisi” kuruldu. Böyle bir partinin kurulmasından maksat Ruslarla yakın iş birliği içinde çalışmak ve Anadolu'da hızla gelişen Türk Milliyetçi Hareketi'ne yardım etmekti. Fakat bu noktada Enver Paşanın diğer İttihatçı liderlerden farkı, kendisini tamamen siyasi işlerle meşgul etmekle yetinmemesi, aktif nitelikte bir şeyler yapmak için son derece sabırsızlık göstermesiydi.

Bu noktada örneğin Enver Paşa, Rusya'nın Asya Müslümanlarını Sovyet kampına çekmek için yaptığı bir hareketten başka bir şey gibi görünmese de, Bakü Kongresi'ne iştirak etmişti.

Kongreye Enver Paşa’ya ilaveten bazı İttihatçı isimler de katılmışsa da herhangi bir ayırt edici rol oynamaları söz konusu olmamıştı.

İttihatçı liderlerin yurtdışındaki meşguliyetleri arasında Afganistan ve Türkistan'a çeşitli seferler yapmaları söz konusu olmuştur. Söz konusu meşguliyet ve temaslar Hindistan'a yönelikti ve dolayısıyla da Anadolu Hareketi'ne yardım etme maksadı gütmüştü.

Enver Paşa'nın faaliyet ve meşguliyetleri içerisinde en ziyade dikkat çeken nokta onun Anadolu’daki Milliyetçi Hareket'e katılma fikrine adeta takıntılı olmasıydı. Bu noktada o daha Batum'da iken, Anadolu’ya kabul edilmesi için Ankara'ya temsilciler göndermekten çok daha fazlasını yapmıştı. Ancak Mustafa Kemal Paşa da, tıpkı Enver Paşada olduğu gibi, Enver Paşa'nın Anadolu harekâtına katılmasını engellemeye yönelik fikirsel bir saplantı vardı. Fakat hemen belirtmek gerekir ki Enver Paşa’nın Anadolu’ya geçmesine sadece Mustafa Kemal değil, bir kısım İttihatçıların da rızası yoktu. Zira Paşa’nın Anadolu'ya ayak basmasının Yunanlılara karşı sergilenen Kemalist direnişin başarısını tehlikeye atabileceği endişesi mevcuttu.

Bu noktada ortaya çıkan soru ise Mustafa Kemal Paşa'nın Enver Paşa'nın kendisinin yerine geçmesinden ve Anadolu hareketinin tüm itibarını kazanmasından mı, yoksa Enver'in bu hareketle olan bağlantısının onun itibarını zedelemesinden mi korktuğudur?

 

Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki İttihatçılarla aktif yazışmalar içinde olduğu açıktı ve bunların en önde gelenleri Kemalistlerle iş birliği suçlamasıyla, 16 Mart 1920'de İngilizler tarafından özel olarak tutuklanıp Malta'ya gönderilenler arasındaydı.

Dolayısıyla Mustafa Kemal’in İttihatçılarla temasta bulunmaktan kaçınmadığı açıktı ve tavırlarında, onların hareketinin itibarını zedeleyeceklerini düşündüğünü gösteren hiçbir şey de yoktu. Hatta ABD Yakındoğu İstihbarat Raporlarındaki değerlendirmeye göre, Mustafa Kemal Paşa'yı ordu müfettişi kılığında Anadolu'ya kaçıran ve hareketini sağlayanlar kuzu postuna bürünmüş İttihatçılardan oluşan bir hükümetten başkası değildi.

Azmi Bey'in Küçük Talat Bey'e yazdığı 17 Kasım 1921 tarihli bir mektupta; “Mustafa Kemal ile hesaplaşacağımız gün uzak değil…. Ülkeye girmemi engellemeye cüret eden hükümetin değişmez düşmanıyım ama şimdilik değil… Yapacağımız herhangi bir hareketin Anadolu'nun gücünü azaltacağı ve Yunanlıların başarısını garanti edeceği kanaatindeyim” şeklindeki ifadeleri ve bu ifadelerde tezahür eden duygular bir öfke anında duygularını açığa vuran bir kişinin duygularından başka bir şey olmadığı gibi ayrıca yurtdışına kaçan İttihatçı liderler ile Mustafa Kemal arasındaki ilişki ve yaklaşımın nasıl olduğunu veya İttihatçı liderlerin Anadolu hareketine karşı nasıl bir tavır sergilediklerini en bariz surette ortaya koymaktaydı.

Mektubun yazarı aynı zamanda, “Kemalistlerin Yunanlılara karşı başarısını tehlikeye atacak hiçbir şey yapmamak niyetinde olduğunu” belirtirken, içten gelen bir vatanseverlik duygusuna sahip  olduğunu da ortaya koymaktaydı.

Muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki; yurtdışına kaçan İttihatçıların, en azından ilk zamanlarda, Anadolu’daki Milliyetçi Hareket'i samimiyetle desteklemişlerdi ve Mustafa Kemal Paşa da onların bu yöndeki desteklerini onaylayıp kabul etmiştir. Ancak hareket büyüdükçe Paşa, söz konusu desteği kabul etmekten giderek daha fazla bir surette kaçınma eğilimi içerisine girebilmiş ve fakat söz konusu destek Anadolu sınırları haricinde yani Azerbaycan, Afganistan, Hindistan vb. ile sınırlı kalabildiği sürece İttihatçılardan yine faydalanmayı doğru bulmuş ve hatta kendi cephesine yönelik baskıyı hafifletmek için bahsi geçen coğrafyalarda faaliyette bulunulmasını teşvik etmiş, ancak İttihatçı önderleri Anadolu'ya kabul etmeme konusunda kararlı davranmış, şanını ve gücünü İttihatçı liderler ile paylaşmaya kesinlikle yanaşmamıştır.

Ankara'ya elçiler göndermelerine rağmen Gazi'nin gelen taleplere olumsuz suretteki yaklaşımı ve hatta kanun ile bazı isimlerin Anadolu’ya girişinin yasaklanması doğal olarak İttihatçıları rahatsız etmiş ve kendilerini hedeflerinden alıkoyan biri olarak onun hakkındaki düşüncelerini oldukça özgür bir surette ifade etmelerine sebebiyet vermiştir. Fakat sergilenen bu tavır sonraki tarihlerde İttihatçı liderlerin Milliyetçi harekete karşı komplo kurdukları şeklinde değerlendirilerek suçlanmalarına yol açmıştır. Ancak İttihatçı liderler, daha önce de ifade edildiği gibi, Mustafa Kemal Paşa'ya karşı düşmanlıklarına rağmen, Yunanlılara fayda sağlayacak herhangi bir şey yapmaktan titizlikle kaçınmışlardır. Azmi Beyin Gazi’ye dair sözlerindeki samimiyet dikkate alındığında yakın bir tarihte kaleme alınmadığı aşikar olan 17 Kasım 1921 tarihli mektubu bu durumu ispata fazlasıyla müsaittir.

 

Diğer Yazıları