İTTİHATÇILARIN MALİ YOLSUZLUKLARI

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Savaş her halükârda yıkım demektir. Kazananına da kaybedenine de türlü türlü zararlar verir. Her şeyden önce savaşan ülkelerde sosyo-ekonomik yapı altüst olur.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında örneğin İstanbul’da yaşamanın ortalama maliyeti yaklaşık yüzde 2.000’i bulmuştu. Diğer bir ifade ile yaşam şartları Türkiye'nin savaşa girmesinden önceki 1914 Sonbaharından 20 kat daha zordu.

Şeker, çay ve kahve, kalitesiz olmalarına rağmen, sınırlı miktarlarda temin edilebilmekte ve savaştan önceki fiyatının yaklaşık 30 kat daha fazlasına satılmaktaydı.

Nüfusun büyük çoğunluğu tarafından kullanılan petrol oldukça kıt bulunur bir hale gelmiş ve savaş öncesi değerinin yaklaşık 40 katına satılır olmuştu.

Diğer tüm gıda maddelerinden daha fazla tüketilen en kalitesiz ekmek yaklaşık yüzde 200 oranında artmış, daha iyi kalitede olan ekmeğin fiyatı ise yaklaşık yüzde 2.000 oranında yükseliş göstermişti.

Et fiyatlarındaki artış ise öncesine nispetle yaklaşık yüzde 4.000 olarak gerçekleşmişti.

Yaşam için gerekli olan diğer tüm malların fiyatları savaştan önceki maliyetlerinin 2 katından 50 katına kadar yükselmişti.

Böyle bir durumun neticesi olarak ülkede tabii bir ticaret hayatının gerçekleşmemesinden ötürü yaşanan kâr kaybı nedeniyle maaş ve ücretlere zam da yapılamamıştı.

1914 sonbaharında örneğin 10 altın veya kâğıt lira alan bir işçi yine 10 lira almaya devam etmişti.

Maaşa yüzde 50 zam yapılıp 10 liradan 15 liraya çıkarılsa bile çalışarak geçinen bir insanın iki yakasını bir araya getirmesi mümkün değildi.

Dahası, söz konusu fiyat artışları nedeniyle ticaretin büyük ölçüde fiilen durmuş olması nedeniyle ülke çapında binlerce çalışan işini kaybetmişti.

Fiyat artışları sadece gıda maddelerinin maliyeti ve satışı ile alakalı değildi. Dükkân ve büro kiraları gibi ev kiraları da artmıştı. Dolayısıyla da esnaf ve tüccarın giderleri yükselmişti. Çalışanların maaşlarına fiyat artışlarına paralel bir surette zam yapılmadığından tüketicinin satın alma gücü kalmamış, esnaf ve tüccar da giderlerini karşılamak üzere elindeki malı daha yüksek fiyattan satma ve elinden çıkarma şansı bulamamıştı.

Bu bağlamda ayakkabı maliyetinden bahsedilebilir.

Savaştan önce bir ayakkabı 2 liraya sipariş edilebilmekteydi.

Aynı ayakkabının savaşın başlamasından sonraki fiyatı 12 liraya yükselmişti.

Kömürün tonu 30 liradan satılmaktaydı…

 

Hemen belirtmek gerekir ki artan hayat pahalılığı bütünüyle günlük hayatta ihtiyaç duyulan maddelerin azlığından değil, kâğıt liranın değer kaybetmesinden de kaynaklanmaktaydı.

Ayrıca İstanbul'da gıda maddelerinin satın alınması “İttihat ve Terakki Partisi”nin bir dizi siyasi tekeli altında bulunmaktaydı. Dolayısıyla da İttihatçıların tümü değilse dahi en azından muayyen bir kısmı hatırı sayılır miktarda servet edinmişlerdi. Savaştan önce oldukça sade bir hayat yaşamaktan öte imkânı olmayan söz konusu İttihatçılar savaşın tozu dumanı arasında elde etmiş oldukları zenginlik neticesi yemeklerini en güzel yerlerde ve en iyi surette yiyebilmektelerdi. Lokantaya gitmenin oldukça lüks olduğu o günlerde her bir öğün için kurulan mükellef yemek sofrası için 5 ila 10 lira gibi (bir işçinin aylık maaşı tutarındaki) bir ücreti gayet rahat bir şekilde harcayabilmektelerdi. İstanbul ahalisini mustarip kılan piyasaların söz konusu yakıcı ateşi yüksek makamlara sahip olma iştahları tatmin edilemeyen bazı Komite üyelerini "Arz Tekeli" denebilecek bir örgütlenmeye sevk etmişti.

 

Arz Tekeli ile gerçekleştirilmek istenen amaç, kısaca belirtmek gerekirse, Komite dışı diğer tüm tacirleri dışarıda bırakarak, yaşamsal ihtiyaçların alınıp satılmasıydı.

Bu noktada askeri amaçlara uygun olup olmadığına bakmaksızın Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Paşa büyük ölçüde her şeye el koymaktaydı. Onun bu yöndeki uygulamaları ve piyasadaki spekülasyonlar nedeniyledir ki İstanbul nüfusu için erzak meselesi ciddi bir sorun haline gelmişti.

 

Bütün bu olumsuzlukları düzeltmek için Talat Paşa çeşitli tedbirlere başvurmak zorunda kalmıştı.

Alınan tedbirlerden ilki İstanbul belediyesinin makul fiyatlarda malzeme sağlamak için gereken düzenlemeleri yapmasından ibaretti. Bir diğer tedbir ise TAN'ın eski yazı işleri müdürü Hüseyin Cahid Beyin başkanlığında "Vurgunculuğu Önleme Komitesi"nin kurulması olmuştu. Üçüncüsü ise “Erzak Nezareti”nin kurulması ve daha sonra intihar edecek olan Kara Kemal Beyin de bu makama bakan olarak atanmasıydı.

 

Ancak iyi niyetlerle alındığı iddia edilen bütün bu önlemlere rağmen skandalların önüne geçilememişti.

Birkaç yıl öncesine kadar meteliksiz dolaşan bazı önemli İttihat ve Terakki liderlerinin veya bazı üyelerinin Harbiye Nezareti ile yaptıkları sözleşmelerle kendilerini zenginleştirdikleri, gıda maddelerindeki spekülasyonlar, resmi olmayan tekeller ve mevcut savaşın doğrudan veya dolaylı bir sonucu olarak daha başka birçok yollar sözü edilen türden insanların büyük vurgunlar gerçekleştirmesine imkân tanımıştı.

Bu sınıftaki insanlar için savaşın devam etmesi bulunmaz bir nimetti ve “erken” bir barışı önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktan çekinmezlerdi.

 

Vurgunculuğa karşı bir önlem olarak kurulmuş olsa da Erzak Nezareti’nin faaliyetleri neticesinde elde edilen örneğin 213.000 lira (yaklaşık 900.000 Dolar) tutarındaki karın taksimi İttihatçı liderler arasında ihtilaf ve tartışmalara yol açmıştı. En nihayet paranın Vakıflara devredilmesi kararlaştırılmış, rüşvetçiler arasındaki anlaşmazlığı çözmek için dini bir örgütün bu şekilde kullanılması dönemin basın organları tarafından sert bir surette eleştiri konusu edilmiş ve fakat en ilginç olanı ise kendisine aktarılan bu parayı Vakıfların yine İttihatçı liderlerin ortak çıkarları için değerlendirip harcaması olmuştu.

Savaş döneminde İttihatçılarca yapılan vurgunlar ve alınan rüşvetlere dair sorgulamalarda bulunulmuşsa da muazzam miktarda para içeren itirafların sorgulayıcı makam tarafından güvence altına alındığı söylenemez.  

Öncelikle vurguncular toplumsal yaşama karşı işlemiş oldukları “cinayet suçu”nu kabul etmedikleri gibi yapılan savunmalarda sorumluluk Genelkurmay başkanın sırtına yüklenmeye çalışılmış, Hüseyin Cahid Beyin yaşanan olumsuzlukları daha ilk başlarda Meclis'e sunduğu belirtilerek İsmail Hakkı Paşanın görevden alınması için çaba sarf edildiği dillendirilmiş ve fakat bu yöndeki çabaların Enver Paşa tarafından bozguna uğratıldığı belirtilmiştir.

Hakikaten de İsmail Hakkı Paşanın umumî mallara el koyması ve bunları kendi adamları vasıtasıyla satması İstanbul ahalisinin ciddi sıkıntılar çekmesine sebebiyet vermiştir. Ancak ahalinin mustarip olmasında sadece İsmail Hakkı Paşanın değil, fakat aynı zamanda daha titiz davranmaması nedeniyle, “Vurgunculuğu Önleme Komitesi”nin de payı olmuştur.

 

Sorgulamalardan sonuç çıkmaması sorgulamada bulunan makamın tutumu kadar sorgulanan kişilerin açık sözlülükleri konusunda samimi olmamaları ve “hatırlayamama” tarzında bir yol izlemeleri ve dolayısıyla da kendileri ve etrafındakileri kurtarmaya çalışmış olmaları belirleyici olmuştur. Netice itibarıyla gerçekleştirilen vurgunculuğa dair belki çok az şey kanıtlanabilmişse de oldukça sağlam temellere dayanan şüphelerin mevcudiyeti devam etmiştir.

 

Kim ne derse desin ve her ne şekilde sorgulamada bulunulursa bulunulsun yokluk, kıtlık ve pahalılığın bir alev gibi toplumu sardığı o günlerde muazzam miktarlarda bir paranın öyle ya da böyle muayyen kimselerin elinde biriktiğinde şüphe yoktu. Savaş sonrası maruz kaldıkları karakışta İttihatçıların en azından muayyen bir kısmı gerçekleştirdikleri söz konusu vurgunlar sayesinde hayata tutunabilmişlerdi.

Mondros Mütarekesi'nin imza haberini alır almaz, bir rivayete göre motorlu tekne ile diğer bir rivayete göre ise kabinedeki Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın izinsiz aldığı anlaşılan bir destroyerle Kırım'ın Sivastopol kentine ulaşmak üzere yola çıkmadan önce Merkez Komite üyelerinin her birine sadece 2000 lira avans verilmişti. Ancak komite üyeleri yurt dışında hatırı sayılır rahatlıkta bir hayat sürdürdükleri gibi birçoğu sonraki zamanlarda da gayet rahat bir şekilde yaşamlarını devam ettirebilmişlerdi. Oysaki komite üyelerinin devletten aldıkları maaşları biriktirmeleri söz konusu olmamıştı ve olsa dahi tasarruf etmiş oldukları maaşın miktarı ve öneminden bahsedilemezdi. Ayrıca İttihat ve Terakki'nin dağılmasıyla yakından ilgili olan Teceddüt Partisi'nin kuruluşu için harcanan para da bu noktada dikkat çekiciydi.

Tamamı İttihatçılardan oluşan Teceddüt Partisi'nin kuruluşu için gerekli olan 120.000 lira İttihat ve Terakki fonlaması ile olmuştu ve kurulan bu yeni parti İttihat ve Terakki'nin bir diğer isminden başka bir şey değildi.

 

Bu ve sair hususlar dikkate alındığında vurgunculuğu önlemek üzere oluşturulmuş olan Erzak İdaresi vasıtasıyla vurgunculuk yapıldığı aşikardı ve zaten kabul edilmekteydi. Özel mülklere el konulması da dahil olmak üzere Komite Üyeleri tarafından türlü vesilelerle yüklü servetler elde edilmişti. Oysaki 1908 siyasi gelişmeleri neticesi Abdülhamid’i tahttan indiren hemen hemen aynı Komite Üyeleri kendilerini, rüşvetçi ve vurguncu olmakla suçladıkları ve haksız ve hukuksuz bir surette mallarına el koyarak Büyükada’ya sürgün ettikleri rejimin eski yöneticilerinden askeri Mektepler Müfettişi İsmail Paşa ile Saray yaverlerinden İsmail Mahir Paşa, Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa, mabeynci Mehmed Ragıp Paşa ve Faik Bey, saray astroloğu ve de çok yönlü hizmetkârı Ebu’l-Huda Es-Sayyadi, Tophane-i Âmire Müşiri Zeki Paşa, Harbiye Nazırı Serasker Mehmed Rıza Paşa, Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa, Bahriyeden sorumlu Hasan Rami Paşa, İstanbul Belediye Başkanı Reşid Paşa ve emsali isimlerin onursal konumuna düşürmüşlerdi.

 

Komite üyelerinin söz konusu vurgunculuğu bir utanç vesilesi olmuş ve bu utanç dünden bugüne de kendileri için devam etmiştir. Örneğin konu, komplo konusu ile alakası olmasa da, sanıklara karşı toplumda önyargının hâkim kılınması için eski defterleri karıştırmanın mükemmel bir fırsat olduğu düşünülerek İzmir Suikastı vesilesi ile İddia Makamınca gündeme getirilmiş, İttihatçıların gerek yurtdışına kaçışları gerekse vurgunları üzerinde uzun uzadıya durulmuş ve fakat gerçekleştirilmiş olan vurgunculuk konusunun fazlası ile ele alınıp afişe edilmesi halinde mevcut rejimin muhtemeldir ki birçok üyesinin de utandırılmış olacağı hesaba katılarak paranın nasıl kazanıldığı ve kimlerin görüldüğü veya göz ardı edildiği gibi ayrıntılı sorgulamalardan bilinerek kaçınılmıştır.

 

Diğer Yazıları