İtsiz İstanbul neye yarar ki!

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Bir İmparatorluk olan Osmanlı coğrafyasında yüzlerce şehir vardı. İstanbul da bu şehirler arasında yer almaktaydı. Ancak İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti, payitahtı, dersaadetiydi. O, bütün dünyadaki başkentler arasında muhakkak ki en güzeliydi. İstanbul; imparatorlar diyarı ve imparatorluklara payitahtlık etmiş bir yerdi.

İstanbul şüphesiz ki her zaman dünyadaki en güzel şehir olmuştur. Her devlet ona göz koymuş, mülkünde hükümran olma hayali kurmuştur.

Seyyahları şahit tutarak Kitab-ı Cihannüma adlı eserinde tarihçi Neşrî de bu duruma işaret etmekte ve demektedir ki;

El-hâsıl cemi İstanbul’u Sultan Mehmed Han yapıp, bir vechile mamur etti-kim, etraf-ı âlemde anın misli şehir yoktur diye seyyahlar şehadet ederler.

Hemen her devlet ve hükümdarın istemesine rağmen hâkim olup hüküm süremediği İstanbul, kendisine mahsus bir dizi imtiyazlara sahip olduğu gibi diğer şehirlerin mahrum olduğu daha başka özgün hususiyetlere de sahip olmuştur. Söz konusu hususiyetlerden birisi, sokak, cadde ve mahallelerinde yaşayan yüzlerce ve binlerce sayıdaki itler olmuştur.

İstanbul itleri bir yönü ile İstanbul’un en bahtlı sakinlerinden biriydi. Kralların ve kumandanların alamadığı, hükümdarların tasarrufta bulunamadığı, birçok devletin ulaşmak ve hâkim olmak için hayaller kurduğu İstanbul’da asırlar boyunca hem mevcut olmuşlar hem de hükümranlık kurmuşlardı.

İstanbul’da o kadar çok it vardı ki şehrin adı bütün dünyada itler şehri, en itli şehir, itler cenneti şeklinde ün kazanmıştı. Hakikaten de İstanbul’da bir zamanlar her yerde it vardı. İstabul’da her yerde itler yaşamaktaydı.

İtsiz İstanbul neye yarar ki!

Sokakta yaşayan, sokakları kendilerine vatan edinen ve nihayet sokakta ölen İstanbul itlerinin; mevcudiyetleri ve şehrin halkı tarafından benimsenip sahip çıkılması bakımından Süleymaniye, Sultanahmet ve Ayasofya camilerinden yahut Boğaziçi’nden hiçbir farkları yoktu. Belki bu mabetler kadar kutsal addedilmeseler de halkın nazarında her bir it kesinlikle başlı başına bir değerdi.

İtler İstanbul’da kadim zamanlardan beri hep vardı. Onlar İstanbul’da örneği olmayan asırlara sâri varlıklar olarak bulunmaktaydı. Geçen yüzyıla kadar var olmaya da hep devam etmişlerdi.

Geçen asra kadar hiçbir Avrupa şehrinde köpekler İstanbul’da olduğu kadar çok sayıda, rengârenk, özgür ve himaye altında değillerdi. İstanbul’da itler, hiçbir Avrupa şehrinde olmayacak kadar, hür ve özgür bir surette düne kadar sürüler halinde yaşamaktalardı.

İtler, bazılarınca küçümsenseler de, bu durum itlerin hakirliğinden değil, kendilerini küçümseyenlerin zihni fakirliğinden kaynaklanmaktaydı. Çünkü İstanbul itleri hakikaten bir dizi üstün özelliklere sahipti. Onları küçümseyenleri dünyada hiç kimse tanımazken onlar bütün dünyada şöhrete ermiş hususiyet sahibi varlıklar olarak kabul edilmişlerdi. Onlar, haklarında yüzlerce yazı yazılmış, makale, kitaplar kaleme alınmış ve araştırmalara konu olmuş İstanbul’un güzide sakinleriydi.

İstanbul itleri hadlerini bilen, kendilerine yapılan iyiliği unutmayıp karşılığını veren, kendilerine emanet edilene ihanet etmeyen, gözü gönlü tok sadakat sahibi ruhlardı.

İstanbul itleri şehrin cadde ve sokaklarını, mahalle ve semtlerini sadece kendileri için yurt edinmekle yetinmemişlerdi. Onlar aynı zamanda İstanbul’un, gündüzüne değilse de, gecesine de hükmetmektelerdi.

Wood County Reporter gazetesinde İstanbul ziyaretine dair anılarını yüz yıl önce kaleme alan Dr. Lucy Waite’in cümlelerinde onlardan;

 

Kendisi ile uzlaşılmaz olan Türk’ün, camiler, peçeli hanımlar, fesli insanlar ve itlerin yer aldığı, ülkesindeyiz. İstanbul’u Sultan yönetse de şehir itlerin tasarrufundadır

 

diye bahsedilmekteydi.

İstanbul itlerinin her biri kurt görünümünde olsalar da son derece zararsız, son derece sıcakkanlı ve son derece sadakatli hayvanlardı. Sadakat onların bir anlamda hiç değişmeyen şiarlarıydı. Onlar esasen it değildi; it soylu olsalar da, sosyalleşip adeta insanileşmiş bireylerdi. Her birinin kendisine verilen bir isim, yaşadığı bir muhit, mahalle ve sokak vardı. İstanbul’da itler, Türk’ün sosyal ve kültürel hayatının en içli dışlı olmuş varlıklarıydı.

İstanbul’un etrafında muhakkak ki başka türden hayvanlar da yaşamaktaydı. Belki şehrin henüz bugünkü kadar genişleyip şekillenmediği o zamanlarda, kenar semtlere yakın yerlerde yaban domuzları, yaban kedileri, kurtlar, çakallar ve daha başka cinsten yabani hayvanlar mevcuttu. Ama onlar itler kadar İstanbul’un insanları ile iletişim kuramamış, aralarına sokularak şehrin sokaklarını kendilerine mesken edinememişlerdi. Şehirde bir şekilde kendisine yer bulan kediler, horozlar, camuslar, develer yahut ayılar ve maymunlar hem sayı olarak itlere nispetle azdı hem de bunlardan özellikle ayı, horoz ve maymun eğlence unsuru olarak bulundurulmaktaydı. Yük taşımakta kullanılan camusların ise at ve eşekten farkı yoktu. Sokaklarda oynatılan ayılar, horoz dövüştürmeler yahut maymun ile gezip milleti eğlendirmeler eski İstanbul’un itleri ile kıyaslanamayacak türden hayvanlardı.

Batılı bazı isimler İstanbul itlerini Doğu’nun dilencilerine benzetseler de bu itlere yapılabilecek en büyük haksızlık olmuştu. Oysaki İstanbul itleri, ellerinin ve emeklerinin karşılığında sokaktan beslenmektelerdi. Kimsenin malına ve canına, aç dahi olsalar, tamahları yoktu. Vakar ve gurur, onları en büyük hususiyetleri arasındaydı.

İstanbul itleri, vatan edindikleri ve vatan bildikleri şehrin sokaklarında kendi kuralları dâhilinde, nesiller boyudur, hayat sürmektelerdi. Yaşam, onlar için de kurallar çerçevesinde sürmekteydi ve her bir it hayat sürdüğü ortamın ve beyliğin prensiplerine uyma gereği hissetmekteydi.

İstanbul itleri asırlarca İstanbul’un farklı bir canlı tabakasını oluşturmuş ve İstanbul halkı ile birlikte hep var olmuşlardı. İstanbul’da insanların köpek dostları, köpeklerin ise insan arkadaşları olmuştu. İstanbul halkı, mutlu, huzurlu ve güzel günleri kadar sıkıntılı, zor ve acı günlerini de dostları itlerle birlikte geçirmişlerdi.

İtler, şehrin ahalisi ile bütünleşmiş, kaynaşmış ve hatta fertler gibi onların da hemen her birine bir ad verilmiş ve isimlendirilmişlerdi.

Anadolu’nun belki bütün şehirlerinde pek tabii ki bir hayli it vardı. Ancak geçen asra kadar İstanbul’da yaşamış olan itler muhakkak ki onlardan ve diğerlerinden çok farklılardı. Onlar asırlardan beri mevcudiyetlerini muhafaza eden İstanbul’un en canlı, en hareketli ve en sevimli, en güzide, en dikkat çeken, en kalabalık ve en çok bilinen sembollerinden biriydi. İstanbul’dan bahsedip de İstanbul itlerinden söz etmemek, yazılan eserlerde onları anlatan bir bölüme yer vermemek, eksik bir anlatım, eksik bir hatırattı. Böyle bir tutum İstanbul’dan tam olarak bahsetmemek demekti.

İstanbul’un tabii bir parçası olan itler olmadan, onlar cadde ve sokaklarda yer almadan, insanlarla yan yana, kaldırımlarda, meydanlarda, park ve bahçelerde ve hatta ayakaltında dolaşmadan, İstanbul var olsa da, şehir varlığını sürdürmeye devam etse de, var olan sadece en canlı ve kanlı sembolünden mahrum edilmiş bir şehirden başka bir şey değildi. İtsiz İstanbul yeni ve sıradan bir İstanbul demekti. O, hiçbir surette eski İstanbul demek değildi.

Bütün bu güzellik ve özelliklere sahip olan İstanbul itlerini öğrenmek ve tanımak ise tahmin edilemeyecek derecede zor bir iştir. Bilgi kaynakları bakımından tam bir mahrumiyet geçerlidir. Lehlerinde veya aleyhlerinde yapılmış ciddi bir çalışma hemen hemen yok gibidir. Belki birkaç makale kaleme alınmakla yetinilmiş, daha fazlası adeta bu hayvanlara çok görülmüş gibidir.

İstanbul itlerinin tarihini okumak ve her gün yanı başımızda bulunan bu hayvanları daha yakından tanımak İstanbul’un İt Efendileri (Ayasofya Yayınları) adlı eserin muhtevasını içermektedir.

İtsiz İstanbul neye yarar ki! - Resim : 2

Diğer Yazıları