İmparatorluk penceresinden Lozan Antlaşması

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Şüphesiz ki Lozan Antlaşması Türk tarihinde yer alan önemli sözleşmelerden birisidir. Hatta bir yönü ile de ünik bir durum arz etmektedir. Türk siyasi ve askeri tarihi içerisinde imzalanmış olan antlaşmalardan, kanaatimce, sadece 1774 Küçük Kaynarca antlaşması ile mukayese edilebilir.

Küçük Kaynarca antlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun Dağılma ve Yıkılış Dönemi’nin başlangıcını oluşturmuşken Lozan Antlaşması imparatorluğun bitişinin ve feshedilişinin resmi mukavelesini teşkil etmiştir. Küçük Kaynarca ile başlayan İmparatorluk’tan Ulus Devlet’e geçiş süreci 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları ile olgunlaşmış̧ ve nihayet Lozan Antlaşması ile de sonuçlanmıştır. Tanzimat ve Islahat Fermanları Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı yarıya laikleştirmişken Lozan Antlaşması ve icra ettiği sosyal ve kurumsal tasfiye, Osmanlı’nın bir devamı halindeki Türkiye Cumhuriyeti’ni bütünü ile laikleştirmiş ve Batılılaştırmıştır.

Coğrafya yahut vatan topraklarının sınırları bakımından Lozan Antlaşması ele alındığı ve bu durum “Osmanlı Bakışı” ile tartılıp takdir edildiği zaman ise gerçekten vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır. Sınırları doğudan batıya, güneyden kuzeye kadar uzanan devasa bir imparatorluk coğrafyasından avuç içi kadar büyüklükteki bir sahaya, Anadolu bozkırlarına hapsedilmiş olmak Osmanlıcı bir anlayışa sahip bir fert açısından kabul edilemez bir durumdur. Zengin kapitalist bir tüccarın iflas etmesi gibi bir şeydir adeta bu. Hiçbir Osmanlı padişahı ve Osmanlı devlet ricali Anadolu ile yetinmeyi kabul etmemiştir. Kabul etmedikleri içindir ki Beylik’ten İmparatorluğa geçilebilmiştir. Osmanlı padişahları ve Osmanlı devlet ricali değil Anadolu coğrafyası ile yetinmek, devletin en buhranlı dönemlerinde, mevcudiyetinin hayat memat meselesi olduğu zamanlarda başkentin Anadolu, Bursa yahut Konya’ya taşınmasına dahi şiddetle karşı çıkılmışlardır. Afrika’dan Asya’ya, Ortadoğu’dan Avrupa’ya kadar at koşturan bir neslin iktidar anlayışı, hâkimiyet arayışı ve vatan algısı Lozan Antlaşması’nın belirlediği sınırlara katiyetle tahammül edemezdi. Tahammül etmediği içindir ki hiçbir zaman ulaşamadığı hep bir Kızıl Elması olmuştur.

Lozan Antlaşması ile öngörülen esaslar ve sınırlar, ulus bilinci ile hareket eden ve yalın bir ulus devleti kurma arayışı içerisinde olan bir siyasi karakter için belki yeterli olabilir ve olmuştur da. Diğer bir ifade ile Lozan, Millî Mücadele cephesinden makul görülebilir hatta zafer de sayılabilir. Ancak bu yaklaşım imparatorluk kültürüne, imparatorluk bilinç ve tecrübesine sahip olan bir siyasi figür için asla ve kat’a kabul edilemez bir vahamettir. Öyle olduğu içindir ki Lozan Antlaşması’nın imzalanması sırasında yaşanan siyasi süreç, meclisteki dalgalanmalar, İsmet Paşa başta olmak üzere Lozan’a imza koyma arayışında olanların ve koymuş bulunanların vatana ihanet ile suçlanmış olması esasen söz konusu vahametin somut tezahürleri olmuştur.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Birinci ve İkinci Meclis’te yer alan siyasiler arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve hatta kanlı olaylar, Lozan Antlaşması’a ulusçu ve imparatorlukçu zaviyelerden bakılıp yorumlanmasından başka bir şey değildir. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılması ve süresinin uzatılması, İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması, Mustafa Kemal-Kazım Karabekir ve benzeri ihtilaflar, Ali Şükrü hadisesi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan partilerin hiç de tabii olmayan suretteki tasfiyeleri ve yerlerine suni partilerin ikame edilmesi, siviller arasında ve toplumda muhtelif zamanlarda meydana gelen bir dizi dalgalanma, mevcut hayli zengin imparatorluk kültürünün izalesi ve yerine ulusal ölçekli ve Batı kaynaklı bir kültürün enjekte edilmesi söz konusu ulusçu ve imparatorlukçu yaklaşım farklılığı ile yakından alakalı gelişmelerdir.

İmparatorluk penceresinden ya da Osmanlıcı bakış açısı ile kısaca yorumlamak gerekir ise Lozan Antlaşması, Türk toplumuna zorla giydirilmiş, kendi kültürünü ve siyaset tarzını yansıtmayan dar bir gömlekten ibarettir.

Millî Mücadele cephesinden bakanlar tarafından Lozan bir “zafer” olsa ve “Türkiye'nin Avrupa Savaşı'ndan zaferle çıktığı efsanesi”ne inanılmış bulunsa da İmparatorluk penceresinden bakanlar için Lozan hakikaten ve bütünüyle vahamettir. Bu durumu İngiliz tarihçi Sir Harold Nicolson da teyit etmektedir. O da, Lozan zaferdir diyenler için adeta cevap verircesine; “İkinci ve bir miktar yaygınlık da kazanmış olan efsane ise Türkiye’nin savaştan müttefik güçlere karşı zaferle çıktığı konusudur” dedikten sonra Lozan’ın neden zafer olmadığının gerekçelerini şöyle sıralamıştır:

  • Mısır, Trablusgarp, Barca, 12 Adalar, Ege Adaları ve Kıbrıs üzerindeki iddiasından vazgeçmek zorunda kaldı.

  • Suriye'yi, Lübnan'ı, Filistin'i ve şimdi Transürdün olarak bilinen yerleri kaybetti.

  • Mukaddes toprakların koruyuculuğundan ve İslam alemindeki prestijinden yoksun bırakıldı.

  • Hicaz ve Yemen eyaletleri elinden alındı.

  • Geniş potansiyel kaynaklarıyla Irak, bağımsızlığını ilan etti.

  • Osmanlı İmparatorluğu 1912'de 3.800.000 km kare Padişah, 36.000.000 kişi üzerinde egemen iken yeni Türk Devleti sadece 13.648.270 nüfus ve sadece 783.562 km karelik bir alana sahip oldu.

  • İstanbul 470 yıl Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti iken, yolu bile olmayan, Ankara yeni başkent oldu.

  • İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçildi. Rejim küçüldü. Saltanatın ardından 1924'te hilafet de kaldırıldı. Bu suretle Türkiye İslamcı ve Turancı politikalardan vazgeçildi.

  • Altı asırlık hukukunu bırakarak Avrupa hukuku seçildi.

  • Türkiye savaşa güçlü bir İmparatorluk olarak girdi, savaştan sadece bir Asya cumhuriyeti olarak çıktı.

Diğer Yazıları