Eyleyen İnsandan Eylemsiz Homo-Digitus’a
Günümüzde teknolojinin gelişimi, önceki yüzyıllara kıyasla eşi benzeri görülmemiş bir hız kazanmıştır. Dahası, yalnızca teknolojik ilerlemelerin kendisi değil, aynı zamanda bu teknolojilerin insan yaşamına yayılması da hızlanmış ve günlük yaşamın neredeyse her alanını kapsar hâle gelmiştir. Artık teknolojiyi kullanmadan hayatı sürdürmek oldukça zor bir hâl almıştır. Özellikle sosyal medyanın kullanımı, yüz yüze iletişimin yerini almaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, geçmişte kuşaklar arasındaki farklılıklar daha çok yaşla ilişkilendirilirken, günümüzde bu farklılıklar teknolojik okuryazarlıkla daha yakından bağlantılı hâle gelmiştir.

Makine öğrenimi, derin öğrenme ve yapay zekâ teknolojileri dijital platformların vazgeçilmez bileşenleri hâline gelmiştir. Bu teknolojiler sayesinde dijital platformlar, kişisel ihtiyaçları anlayabilen ve onlara özel çözümler sunabilen yapılara dönüşmüştür. Kişiselleştirilmiş çözümler ve öneriler sunabilme yeteneği, teknolojiyi bireyler için daha da vazgeçilmez bir konuma taşımıştır. Teknoloji akıllandıkça ve sürekli öğrenmeye devam ettikçe, insan-makine ilişkisi bambaşka bir aşamaya geçmiş ve bu dönüşüm giderek hızlanarak devam etmektedir.

Teknoloji ne kadar akıllı hâle gelirse, insanın bağlantıyı koparmasına (çevrimdışına çıkmasına) o kadar az izin verir. İnsanların tüm zamanlarını çevrimiçi geçirmelerini talep eder. Ancak, doğal bir sürecin kaçınılmaz sonucu gibi sunulan bu durum, artık demokratik bir tercih meselesi olmanın çok ötesine geçmiştir. Milyarlarca kişisel veri noktasından yararlanmanın sağladığı imkânlar, çevrimiçi kalmayı bir tercihten zorunlu bir bağımlılığa dönüştürmüştür. Bu amaç doğrultusunda, bağımlılığın tüm nörokimyasal mekanizmalarından faydalanılmakta ve bilimsel bulgular bu hedefe ulaşmak için etkili bir şekilde seferber edilmektedir.

Teknolojinin artan veri işleme kapasitesi, kişiselleştirilmiş çözümler ve öneriler sunmasını mümkün kılarak, bireyselleştirilmiş bir yaklaşımı benimseyip etki alanını önemli ölçüde derinleştirmektedir. Uyarlamalı algoritmalar aracılığıyla her bireyin verileri sürekli olarak analiz edilmekte, bu sayede kişiye özel içeriklere maruz bırakılmakta ve çevrimiçi kalma süreleri uzatılmaktadır. Böylece bireysel ilgiyi sürekli besleyen bir mekanizma kurulmaktadır. Bu zincirin gücü şu şekilde açıklanabilir: Bireyler ilgi duydukları içeriklerle karşılaştıkça platformlardaki kullanım süreleri artar; bu platformları kullandıkça veri işleme mekanizmaları onlar hakkında daha fazla veri toplar ve daha da kişiselleştirilmiş içerikler sunar. Bu durum, kendi kendini sürekli besleyen ve bağımlılığı derinleştiren bir döngü yaratır. Sonuç olarak, bireylerin bu döngü içinde, kendileri için özel olarak tasarlanmış “kişiselleştirilmiş” tuzaklardan kurtulma olasılığı giderek azalır.

Belki de tarihte ilk kez, insanlık bu denli çaresiz bir hâle getirilmiştir. Bu durum kendi içinde bir paradoks yaratmaktadır: İnsanlık, bizzat kendi geliştirdiği teknolojiye bağımlı hâle ve ondan artık kopamaz duruma ge(tiri)lmektedir. Bu teknolojiyi üreten ve tüm insan verilerini toplayan küçük bir azınlık ise insanlığı “denek” olarak görüyor. Başka bir deyişle, teknoloji, onu geliştiren ve kontrol edenler tarafından insan davranışını yönlendirmek ve manipüle etmek için bir araç olarak kullanılıyor. Artık insanlığın kendisi ürün hâline gelmiş durumda. Öyle ki, insanların dikkatini koşullamayı ve onu ele geçirmeyi amaçlayan bir “dikkat temelli ekonomi iş modeli” inşa edilmiş bulunuyor.
Bu noktada, dijital platformlar geçmişte hayal bile edilemeyecek biçimlerde farklılıkları öne çıkararak toplumları parçalamakta ve kutuplaştırmaktadır. Kutuplaşmış gruplar tarafından üretilen bilgi ve içerikler, her bir kutuplaşmış ekosisteme özel olarak uyarlanmakta ve kişiselleştirilmektedir. Bunun sonucunda, farklı kutuplarda kümelenmiş insanların yolları ya hiç kesişmemekte ya da bilinçli olarak kesişmesi engellenmektedir. Başka bir deyişle, insanlar düşünceleri, davranışları ve tutumları temel alınarak gruplandırılmakta ve bu kümelenmiş gruplara aynı bilgiler, öneriler ve yönlendirmeler tekrar tekrar sunulmaktadır.

Yazılı, görsel medya ve iletişim kanalları da kutuplaşmış grupların ekosistemlerine göre yeniden yapılandırılmakta ve hedef kitlelerine, görmekten, duymaktan ve okumaktan hoşlanacakları – çoğu zaman kurgusal – hikâyeler anlatmaktadır. Başka bir deyişle, tek bir haber, olay ya da gelişme, toplumdaki kutuplaşmış gruplar sayısınca farklı anlatıyla sunulmaktadır. Bunun sonucunda insanlar, farklı sesleri dışlayan, homojenleştirilmiş ve ayrı ayrı içerikler üreten televizyon kanalları ve gazeteleri takip ederek, mevcut bakış açılarını daha da pekiştirmektedir.

Diğer yandan, gelişen teknoloji içeriklerin filtrelenmesini kolaylaştırarak insanların önceden seçilmiş bilgilere daha hızlı erişmesini sağlamaktadır. Bu durum, farklı ve şaşırtıcı haberlerin yankı odalarına girmesini engellemektedir. Bu süreçlerin çoğu ülkede yaşanıyor olması, bunun küresel bir olguya dönüştüğünü göstermektedir. Bu durum, yalnızca kendi seslerini duymaya tahammül edebilen insan gruplarının bulunduğu yankı odalarını sürdürmekle kalmamakta, aynı zamanda manipülatif ve yanlış haberlerin karşıt taraflar arasında çok daha hızlı yayılmasını da hızlandırmaktadır. Yakın zamanda yapılan kapsamlı araştırmalar, yanlış haberlerin çevrimiçi ortamda doğru bilgilere kıyasla çok daha hızlı, geniş kapsamlı ve derinlemesine yayıldığını göstermektedir. Geçmişte çarpıtılmış, abartılmış ya da uydurma haberler var olsa da bunlar istisna niteliğindeydi. Ancak günümüzde bu uygulamalar yaygın bir hâle gelmiştir.
Tekelleşen ve sürekli büyüyen platformlar artık birçok ülke için bir ulusal güvenlik meselesi hâline gelmiştir. Bu platformların toplum ve demokrasi için bir tehdit olarak algılanması, onların nasıl denetim altına alınabileceği üzerine tartışmaları tetiklemiş ve çeşitli çözüm önerilerinin gündeme gelmesine yol açmıştır. Ancak, bu devasa ve tekelleşmiş teknolojilerin sahibi olan azınlığın kârlarından ve avantajlarından vazgeçmeye istekli olmaması nedeniyle, kısa vadeli çözümler dışında kayda değer sonuçların ortaya çıkması pek olası görünmemektedir.

Bu noktada, gençlerin karşı karşıya olduğu en büyük sorun, farkında olmadan teknolojik bağımlılık tuzağına düşmeleridir. Bu teknolojilerin çoğunun günümüzde ücretsiz ve son derece kolay erişilebilir olması, bağımlılığın kapsamını genişletmektedir. En önemli tehdit, bu bağımlılıkların seyrek ve istisnai birer durum olduğuna dair algının özellikle güçlendirilmesidir. Bunun sonucunda, bağımlılık davranışıyla karşılaşan aileler, sorunun yalnızca kendi çocuklarına özgü olduğuna inanma eğilimi göstermektedir. Oysa bu teknolojilerde bağımlılık, istenmeyen bir yan etki değil; bilinçli olarak tasarlanmış bir sonuçtur. Dolayısıyla, bu durum küçük bir grubun karşı karşıya olduğu bir sorun değil; her bireyin maruz kaldığı küresel bir tehdittir. Bu bağımlılıklar, küresel teknoloji üreticilerinin tam da arzuladığı sonuçlardır. Son kullanıcıya ücretsiz ya da son derece cazip koşullarla sunulan ürünlere yapılan devasa yatırımların dikkatle incelenmesi, bu sürecin hangi yöne doğru ilerlediğini daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Teknolojik bağımlılıklarda bağımlılık, davranışsal kalıplar üzerinden kendini göstermektedir. İnternet ve dijital bağımlılıklar, madde bağımlılığında olduğu gibi somut bir maddenin tüketimini içermediğinden, çoğu zaman bağımlılık olarak tanınmamaktadır. Ayrıca, kullanıcı ile bağımlı arasındaki ayrım da oldukça belirsizdir. Başka bir deyişle, her bağımlı bir kullanıcıdır; ancak her kullanıcı mutlaka bağımlı değildir. Bu teknolojilere yönelik bağımlılıklar aniden ortaya çıkmaz, zamanla gelişir; bu nedenle, bir kullanıcının bağımlıya dönüşme süreci çoğu zaman fark edilemez.
Bağımlılığa giden yolda ilk kayıp, öz denetimdir. Çevrimiçi geçirilen süre arttıkça öz denetim yavaş yavaş zayıflamaya başlar. Zamanı yönetme becerisi giderek bozulur. Günlük yaşamda odaklanma ve derin düşünme gibi kritik beceriler de zamanla geriler. Bireylerin zihinleri tembelleşir, düşünme kapasitesi azalır ve dahası, düşünen ve eyleyen birey olma nitelikleri yavaşça kaybolur. Tüm ülkelerde, kültürel değerleriyle bağını giderek yitiren ve çevrimiçi mekanizmalar tarafından manipüle edilen yeni davranış kalıplarına göre hareket etmeye başlayan kuşaklar ortaya çıkmaktadır. Gençlerle ilgili şikâyetlerdeki ortaklıklar, onların aynı süreçlere maruz kaldıklarını göstermektedir.

Kabul görme, onaylanma ve değerli hissetme gibi mekanizmalar artık çevrimiçi ortamlarda giderek daha fazla pekiştirilirken, güven ve kontrol duyguları zayıflamakta ve bireyler etkiye daha açık hâle gelmektedir. Özellikle gençler arasında, dışlanma korkusu onları çoğu zaman isteksizce de olsa çevrimiçi onay, tanınma ve kabul mekanizmalarına boyun eğmeye yönlendirmektedir. Bunun sonucunda, bireysellik vurgulansa da gençler yavaş yavaş öz denetimlerini kaybetmektedir. İnsanların duyguları – mutluluk, üzüntü, kaygı, beklentiler ve hazza bağlı diğer ruh hâlleri – giderek gerçek dünyadan değil, çevrimiçi dünyayla kurulan etkileşimlerden beslenmektedir. Gerçek ilişkilerin yerini sanal ilişkiler almaktadır.
Çevrimdışı dünya yavaş yavaş önemini yitirmekte ve nihayetinde bireyler sanal ortamlarda yalnızlığa mahkûm edilmektedir. Bu yalnızlık ve izolasyon hâli, bireyleri manipülasyona çok daha açık hâle getirmektedir. Çevrimiçi geçirilen süre arttıkça, aileden başlayarak daha geniş sosyal çevreye kadar uzanan sağlıklı ilişkilerin temeli giderek zayıflamaktadır. Gerçek dünyadaki tüm ilişkiler ve sosyal bağlar, çevrimiçi sanal alanlarda kurulan yeni bağlantılar ve ilişkiler aracılığıyla yeniden inşa edilmektedir. Hayatın her alanında, gerçekliğin yerini almak üzere konumlandırılmış ikameler ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte, gerçek dünyada değerlerin yeşermesini sağlayan dokular, ilişkiler ve ortak zemin yok edilmekte; bunun yerine yeni bir ekosistemin doğuşuna zemin hazırlanmaktadır. Ne yazık ki bu yeni ekosistemde empatiye, özgeciliğe ya da başkalarının mücadelesine ortak olmaya yer bulunmamaktadır.