Yeni Dil İnşasında Üniversitelerin Rolü

Mahmut Özer

Mahmut Özer

[email protected]

Bir önceki yazıda yeni bir dil imkânına değinmiştik. Bu noktada üniversitelerimize büyük sorumluluk düşmektedir. Öncelikle üniversitelerimizin bulundukları mekân/zemin ile ilişkilerini güçlendirmemiz ve gerçekçi/sahih bir temelde yeniden kurgulamamız gerekmektedir. Üniversitelerimizde bilgi üretiminin, özellikle ülke sorunlarına çözüm üretimi çerçevesinde nitelik ve nicelik açısından sorunlu olduğu bir vakıadır. Ancak, sorunlarımız çözülemez de değildir. Üniversitelerimiz özelde bulundukları il, bölge ve ülke sorunları ile ve genelde insanlık ile ilgili her alanı kapsayacak şekilde bilgi üretimini sürekli yapmak durumundadır.

Bu yolculukta başarılı olabilmemiz için yükseköğretim kurumlarımızla ilgili çözmemiz gereken üç temel sorun bulunmaktadır. Bunlar bizatihi bilgi üretiminin yetersizliği, yükseköğretim kurumlarının toplumla ilişki kurduğu alanların kısıtlılığı, üretilen çözümlerin ve geliştirilen yaklaşımların medeniyet ve kültürümüzle örtüşme düzeyidir.

Yeni Dil İnşasında Üniversitelerin Rolü

Üniversitelerimizin en büyük sıkıntısı bilgi üretimindeki yetersizliktir. Yayın performansı artmış olmasına rağmen hala sürdürülebilir düzey ve nitelikte değildir. Üniversitelerin araştırma performanslarını değerlendirmede kullanılan en önemli göstergelerden birisi öğretim üyesi başına düşen doktora mezunu sayısıdır. Ülkemizde yaklaşık 13-14 öğretim üyesi başına bir doktora mezunu düşmektedir. Bu oran gelişmiş ülkeler baz alındığında oldukça düşüktür.

Diğer taraftan nitelikli yayınlar ve atıflar konusunda da sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sorunu tek başına öğretim elemanlarının ders yükü veya öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısının yüksek olmasıyla izah etmek rasyonel değildir. Yükseköğretimde son yıllarda yaşanan büyümeden önce de bu oranların ve değinilen sorunların pek farklı olmadığını görmek aslında yapısal bir probleme işaret etmektedir. Kaldı ki özellikle son yıllarda araştırma kapasitesini artırmak ve araştırmayı teşvik etmek için son derece önemli miktarlarda kamu kaynağı tahsis edilmiştir. Ancak tüm bu teşviklerin yükseköğretim kurumlarımızdaki bilimsel ataleti bilimsel dinamizme dönüştüremediği görülmektedir. Yükseköğretim kurumlarında güçlü bir liderlik ve yönetim takımı olsa bile tüm çalışanların katılımı ve katkısı mevcut personel rejimiyle maalesef sağlanamamaktadır. Bu konuda da düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Akademiyanın sorunları dışarıda arama refleksinden kurtulması ve kendisiyle yüzleşmesi için vakit geçmiş değildir.

Yeni Dil İnşasında Üniversitelerin Rolü - Resim : 2

Ayrıca, bilgi üretiminin yetersiz olduğu bir ortamda üretilen bilgilerin karşılık geldiği alanların kısıtlılığı da ayrı bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Ülkemizin toplumsal, kültürel, sağlık, fen ve mühendislik, sanayi gibi temel faaliyet alanlarını gözlemleyip inceleme ve bu alanlara yönelik bilgi üretiminde de sorunlar yaşanmaktadır. Maalesef üniversitelerimiz özelde bulundukları çevreyle, genelde ise ülke sorunlarıyla yeterli ilişki kuramamışlardır. Üniversitelerimizin ülkemizin sorunlarına çözüm üretme yönünde samimi çabaları olmasına rağmen bu yetersizdir ve istenilen düzeyde değildir. Dilek, temenni ve vurgularımız üniversite-sanayi iş birliği şeklinde somutlaşmış ve öylece kalmıştır. Bu alanda da son zamanlarda önemli gelişmeler sağlanmış olmasına rağmen yeterli düzey veya ivme yakalanamamıştır. Bu boyut ülkemizin ekonomik gelişmesi için çok önemli olmasına rağmen edebiyat, tarih, sosyoloji, arkeoloji, sanat, mimarlık ve benzeri diğer alanlarda üniversitelerimizin toplumla kurabileceği organik ilişkiler ve bilgi üretimi daha az önemli değildir.

Üniversitelerimizin tüm alanlarda çok canlı, dinamik, araştıran, üreten, tartışan ve paylaşan bir davranış biçimini ve buna imkân veren iklimi yaygınlaştırmasına acil ihtiyaç vardır. Yükseköğretim sistemimizde bulunan üniversitelerin heterojenliği göz önüne alındığında her üniversitenin kendi ölçeğine göre sorumlulukları farklı olabilir ve bu doğaldır. Ancak hepsinde olması gereken hususiyet bu ilişkiler ağının varlık gösterdikleri tüm alanları kapsamasıdır. Her bir üniversite özelinde bu bağlantıların bazıları güçlü olabileceği gibi bazıları da zayıf olabilir. Ancak mutlaka bir şekilde bağ kurulmak zorundadır.

Elbette burada vurgulamak istediğimiz evrenselden kopuk yerele bağlanmış üniversiteler özlemi değildir. Zaten küreselleşen bir dünyada bu mümkün de değildir. Diğer taraftan yerele katkı yapılırken bu evrensele de yönelik olmalıdır. Aksi durum ülke sorunlarını göz önüne almayan bir akademiyaya işaret eder ve bu da sorunludur. Üniversitelerimiz birbirleri, dünyadaki yükseköğretim kurumları ve toplumumuzla güçlü bağlantıları olan bir network yapısına sahip olacak şekilde bir dinamikliğe kavuşmak durumundadır. Bunun denemeleri bugünden başlamak zorundadır.

Yeni Dil İnşasında Üniversitelerin Rolü - Resim : 3

Üçüncü sorun alanı ise üretilen bilginin medeniyetimizin değerleriyle ne kadar örtüştüğüdür. Yani bilginin kendi medeniyetimize ait bir bütüncül bakışın parçaları olarak mı yoksa Batı medeniyetinin bir bileşeni olarak mı üretildiği konusu sorgulanmalıdır. Bilgiyi üretildiği kültür havzasının bütüncül bakışından soyutlamak oldukça zordur. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bilim insanlarımızın uzun yıllardır temas kurdukları bilgi ve kültür Batı medeniyetine aittir. Entelektüel geleneğimiz bir şekilde bu minvalde kurulmuştur. Bu bilgi ve form üretiminin uluslararası hatta ulusal meşruiyeti ve saygınlığını da göz önüne alırsak durumun yıllardır güçlü bir çevrime sahip olduğu daha da aşikâr olur. Akademiyanın uzun yıllardır içinde hükmeden Batıcı gelenek kendisini milli değerlerimizden uzak tutmuştur. Bu da toplumun bir şekilde akademiyaya karşı kuşku ve yabancılık duygusuna ve nihayetinde bir güven problemine yol açmıştır.

Özellikle toplumsal meseleleri ele alış biçimi özellikle yükseköğretimde bu iki damarda farklılık göstermektedir. Örneğin, birinci kesim, sosyolojiyi batı medeniyetinin ürettiği kavramlar ve bakış açılarına göre değerlendirirken ikinci kesim bizden de bir şeyler olması için bir çerçeve oluşturmaya çabalamaktadır. Birinci kesimin ürettikleri uluslararası çevrime de sahip olduğu için pozitif geri besleme almaktadır. Her iki kesimin aynı alanda yaptıkları çalışmalarda birbirlerinde anlamlı bir atıf yapmaktan uzak oldukları görülmektedir. Bu konuda özellikle ana akımda yer alanlar diğer çalışmaları yok sayacak kadar çok cimridir. Bu bile bilgi üretiminin birbirine eklenmediğini, birikmediğini, tam tersine farklı kulvarlarda ilerlediğini göstermektedir. Oysa üretilenlerden haberdar olabilmek, konuşabilmek, dinleyebilmek üretilen bilgiyi de zenginleştirecektir. Karşılıklı etkileşime girebilmek sorunlara daha kapsamlı çözümler üretebilme kapasitesini artıracağı gibi ortak mekânda bir araya gelebilmenin kanallarını da açacaktır. Bu süreç yankı odaları ve toplumsal kutuplaşmayı da azaltacaktır.

Örneğin liberalizmin açtığı sorunlara batı dünyasındaki eleştirel bakan yazarlar üzerinden okumalar yapılmasına rağmen toplumuzdaki bu dönüşümde varlık telakkisinin, insanın insanlarla, toplumla ve çevreyle ilişkilerini belirleyen kültürel değerlerin yok edildiği ve dönüştürüldüğü görülmesine rağmen bu yok edilişle mücadelede ortak bir dil inşa etme fırsatından neden uzak durulduğu üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele olarak ortada durmaktadır. Aydınlarımız, entelijansiyamız ve bilim insanlarımızın bir şekilde medeniyetimizin değerleri, kültürel mirası, bilgi üretiş biçimi ve hayatla kurduğu ilişkiye dikkatlerinin çekilmesi zaruridir. Özellikle son yıllarda geçmişi ve tarihiyle yüzleşerek medeniyeti ve değerleriyle ilişki kurmanın yollarını araştıran bir toplumsal talep söz konusudur. Üniversitelerimizin de bundan azade olması mümkün değildir. Hatta bunun için en uygun vasat olan üniversitelerin topluma öncülük etme sorumluluğu vardır.

Özetle, yukarıda değinilen üç temel sorun alanının çözümünde mesafeler de alınmıştır ancak bunların tüm katmanlara yaygınlaştırılması gerekmektedir. Sorunlar birbirinden ayrık olmadığı gibi her birinin çözümü yönünde atılacak adımların diğer sorunların çözümüne katkı sunabilme potansiyeli de bulunmaktadır. Yükseköğretim kurumlarımız kendi özelinde bu üç sorunu aşarak bu sürece çok önemli katkılar sağlayacaktır. Yükseköğretim kurumlarımızın bunu başarabilecek kapasitesi ve potansiyeli vardır. Bu çerçevede edebiyattan tarih ve mimariye, kültürden sanata, sosyolojiden sağlığa insanı ilgilendiren tüm alanlarda üniversitelerin bulundukları çevreyle organik ilişkilerini artırmaları son derece hayatidir. Böylece üniversitelerimiz de çevresinden kopuk, ülke problemlerinden azade olmanın ağır yükünden kurtulacak, çevresiyle iletişim kanalları güçlenecek, birbirine biçim verme değil karşılıklı öğrenme süreçleri daha sağlıklı işlemeye başlayacaktır. Bağlantılar arttıkça hem üniversitelerimizin toplumsal meşruiyeti ve itibarı artacak hem de daha gerçekçi/otantik bilgi üretimi yapılarak evrensele katkı yapılacaktır. Üniversitelerin bulundukları şehir ve ülkeye katkılarının yüksek olması durumunda, evrensel bilgiye katkılarının da yüksek olacağı konusunda hiçbir şüphe yoktur.

Diğer Yazıları