Batı, Türkü ve İslam'ı neden sevmez!

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

İslam dünyası, önceki yüzyılda ve günümüzde, ekseriyeti itibarıyla perişan bir vaziyettedir. Maruz kalınan perişanlığın muhakkak ki siyasi, askeri ve iktisadi türden nedenleri söz konusu olmakla birlikte Batı’nın kendisine karşı zihnen beslemiş olduğu düşmanlığın etkisi de bu noktada küçümsenip göz ardı edilebilecek bir durum arz etmez.

Avrupalı ​​zihnin kendisini bir türlü arındıramadığı kalıtsal Türk ve İslam fobisi, The Brisbane Courier gazetesinin 29 Ağustos 1877 tarihli sayısında ifade etmiş olduğu üzere, esasen tarihsel olup Türk ve İslam âleminin son yüzyıldaki şartlarından kaynaklanmış değildir.

Belki garip ama, bu tespitin şahidi yine Batı’nın bizatihi kendisi olmuştur.

The Brisbane Courier gazetesinin bu durumu dair beyanında:

Genel olarak konuşursak, hemşerilerimiz, 200 yıl önce İngiltere Kilisesi'nin Dua Kitabı'nın derleyicilerinin İyi Cuma için bir koleksiyon hazırladığında, Yahudiler, Türkler, kâfirler ve sapkınların hepsini cahil, katı kalpli ve kutsal yazıyı hor görenler olarak değerlendirmesi şeklindeki kör ve mantıksız önyargıları aynen benimsemiş bulunmaktadırlar,

İfşaatında bulunmaktaydı.

Fortnightly’nın 1906 yılı Ekim sayısında yer alan makalesinde Alfred Stead ise, kendisi bir Batılı olmasına rağmen, öz değerlendirmede bulunarak diyordu ki:

Avrupalı ​​Hıristiyanların Türk İmparatorluğu'nun tarafsız ve gerçek bir tarihini yazmaları neredeyse imkânsızdır. Alman, Fransız ve İngiliz tarihçilerinin tüm girişimleri az çok başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunların en ünlüsü, Hammer von Purgstal, on kalın cilt yazdı ve şaşırtıcı bir yığın gerçek topladı. Türkçe okur ve konuşurdu ve Türk edebiyatını diğer Avrupalılardan daha iyi bilirdi. Ama Türk milletinin aşikâr büyüklüğüne duyduğu tüm sempatiye rağmen, Türk tarihinin olaylarına bir Avrupalı ​​gözüyle baktı, Türk'ün ruhuna giremedi ve onu anlamadı. Henüz hiçbir Avrupa literatürünün Türk ulusunun gerçekten iyi surette yazılmış bir tarihine sahip olmadığını belirtmekten çekinmiyorum.

Batı’nın Türklere ve Türk tarihi ve idaresine önyargı ile baktığını ve dolayısıyla taraflı davrandığını geçen asırda ifade etmiş olan sadece Alfred Stead olmamıştı. Ghulam-Us-Saqlain de kaleme aldığı uzunca bir makalesinde Batı insanın zihninde yer alan Türk halkı, devleti ve padişahına karşı var olan husumetin en eski kaynaklarına değin yer vermişti.

Bahsi edilen yazısında Ghulam-Us-Saqlain şu tespitleri aynen şöyleydi:

Pek çok İngiliz'in Türklere karşı beslediği ön yargıların kaynağı olarak tek bir kişi gösterilemez. Genel olarak Müslümanlara ve özel olarak Türklere karşı bu tür önyargıların tarihi çok ilginç olup Haçlı Seferlerinin başlangıcına kadar uzanır ve dar görüşlülüğün hayal edilebilecek en büyük erdem olarak görüldüğü ve bağnazlığın dindarlık ve dinle eşanlamlı olduğu Orta Çağ'da bu duygu güçlenip yoğunlaşmıştır.

Bu Şövalyelik Çağı ve Burke'nün etkili bir şekilde ifade ettiği gibi karanlık ve Carlyle, vurgulu bir küçümseme ile bitti diye ifade etmiş olsa da, aydınlanmış ve kültürlü bazı kişilerin zihninde önyargı ve bağnazlık mirası bırakmıştır.

Avrupalı ​​zihnin, önceki nesillerin biriktirdiği bu hatalı kavramlardan kendisini tamamen arındıramaması, kalıtım yasaları nedeniyledir. Pek çok İngiliz için Türk veya Müslüman kelimesi çok nahoş çağrışımlara sahiptir. Zalim, tiksindirici bir yaratık, davranışlarında vicdansız, insanların çektiği acılara karşı duyarsız, donuk ve hareketsiz ve müzmin bir çokeşli anlamına gelir. Bay Gladstone'un esprili ifadesini kullanırsak, iki doz orijinal günaha sahip olması gerekiyor. Türklerin kural olarak diğer insanlar gibi yaratıldığını, erdem ve kusurlarına, mükemmelliklerine ve noksanlıklara sahip olduklarını doğrulamak için (Bay Balfour'un aynı derecede parlak yanıtını aktaracak olursak) bir melek teorisine inanmamız gerekmez. Hiçbir ulusun tüm ahlaki mükemmelliği kendisine atfetme ve nahoş ya da tatsız olan her şeyi başka bir ulusa, özellikle de sevilmeyenlere yönlendirme hakkı yoktur. Ancak, Türkler uzun süredir bu tür mantıksız önyargılardan mustariptir. Farklı bir dinleri, farklı bir milliyetleri var ve adları Avrupa'da tüm doğal olmayan ve insanlık dışı kötülüklerin simgesi haline gelmiştir. Bu durum, birçok insan için, her zaman kendilerine karşı yanılmaz yargılarını ilan etmeleri ve onları dünyanın tüm uygar yerlerinden kovmaları için yeterli bir nedendir.

Böyle bir ruh hali, cahil ve düşünmeyen kitleler söz konusu olduğunda çok doğal ve hatta mazur görülebilir. Ancak, sınıf, renk ve dinleri ne olursa olsun tüm insanlığa eşit ve özgür muamele edilmesini savunan ve insanı asil bir varlık olarak ve bu nedenle de doğal sempatilerinin bir nesnesi olarak gördüklerini iddia eden şüphe götürmez yetenek ve bilgiye sahip kişiler, bütün bu adalet ve adil muamele mesleklerini unutur ve tüm bir ırka karşı onları vahşilerden daha kötü olarak nitelendirerek ilan ederse, o zaman gerçekten şaşırırız ve kınamaktan başka bir şey yapamayız. Burke'nün dediği gibi, bütün bir ulusa karşı bir iddianame hazırlıyorlar…

Türk ırkını, kendisinden hiçbir iyilik beklenmeyen ve enerjilerini yıkıma yönlendirmeleri gereken Doğa'nın kötü ilkesinin vücut bulmuş hali olarak düşünüyorlar. Zihinlerinde Türk'e ve hükümetine dair bir resim tahayyül etmişler ve yalnızca öznel bir varlığı olan bu anormal yaratığın nesnel bir gerçekliği olduğu konusunda ısrar etmektedirler. Tarafsız ve önyargısız bir akılla Türkiye lehine ortaya çıkabilecek delilleri değerlendirmeye sunmadıkça hiçbir gerçek onları ikna edemez; çünkü onların öznel resmi, gerçek Türk kavramının zihinlerine girmesini etkili bir şekilde engelleyecektir. Bu, ancak onların değerlendirmesine saygıyla tavsiye edilebilir.

Bir insan ırkı, Türk'ü belirttikleri ve zannettikleri kadar anormal derecede kötü ve anlatılamayacak kadar zalim olabilir mi? Eğer bunda bir abartı olduğunu düşünüyorlarsa, meseleyi ırksal ve dinsel önyargılardan ayrı ele almaları daha doğru olur. Türk'ü, benzer şekilde bulunan herhangi bir Hıristiyan halkı yargılayacakları gibi yargılasınlar. Bunu yapamazlarsa, hayallerinin doğru ve aşikâr gerçekler olarak kabul edilmesinde ısrar etmeye hakları yoktur.

Diğer soru şudur: Türkiye'de şikâyet edilen suiistimaller dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı gibi midir ve Türk sistemi dünyadaki herhangi bir Hıristiyan Hükümet sisteminden kesinlikle daha yoz ve zalim midir?

Bu gerçek, Türkiye aleyhine kesin olarak çözülürse, bu tür barbarlıklara maruz kalan ve dünyanın medeni anlayışına tamamen yabancı olan ve diğer her Devlet tarafından tamamen vazgeçilmiş bu tür yasaların kendi egemenliğinde olmasına izin veren bir hükümeti kınamak için gerçekten güçlü bir neden olacaktır. Ancak, farklı hükümetlerin, hatta dünyanın değil, yalnızca Avrupa'nın genel karakterini yeterince bilen hiçbir devlet adamı, hatta hiçbir sıradan politikacı, böyle kapsamlı bir iddiada bulunmaya cesaret edemez. Türkiye'ye karşı ne kadar ön yargılı olursa olsun, Avrupa kıtasının yarısının hangi sisteme göre yönetildiği, Rusya'nın sert ve baskıcı despotik sisteminin, Türk sisteminden hiçbir şekilde daha az hoşgörülü, daha az barbar veya daha insancıl değildir.

Zira aksi söz konusu olsaydı dünya, bugün İslam coğrafyalarında sahneye konan ölüm ve zülüm eylemleri yüzyıl önce yüz binlerce Yahudi'nin insafsız bir şekilde sınır dışı edilmesini kolayca unutamazdı.

İnsanlar, dün ve bugün, Batı tarafından yaşadıkları ocaklarından koparılmış ve koparılmaktadırlar. Mallarına el konulmuş ve konulmakta, mutlak yoksulluk içinde bırakılmış ve bırakılmaktadırlar. Dün kapılarını kendilerine açmak istemeyen ülkelere zorla sürülmüşken bugün o kapılar yine kapalı tutulmaktadır. Yaşatılan sürgünlerin sebebiyet verdiği insan ıstırabının miktarını hesaplamak ise imkânsızdır. Batı basını yaşananlar karşısında güçlü sesini hiçbir zaman layık-ı veçhile yükseltmedi. İnsan ırkının yüzlerce ve binlerce vicdan sahibi dostunun öfkeli protestosu ne Avrupa’yı ne ABD’yi ne de Rus yetkililerini tedirgin etti. Basın ya bazı soğuk suretteki kınama ifadeleri kullanmakla yetindi ya da Batılı yetkililerin eylemlerini aldatıcı gerekçelerle haklı çıkarmaya çalıştı. Ancak bu tür tüm beyanlar ve insani duygudaşlıklar ikiyüzlü sunumlar olarak kabul edilmekten başka hiçbir değer ifade etmedi ve etmemektedir.

Diğer Yazıları