Meis ve burnumuzun dibindeki adaları Yunanistan’a nasıl kaptırdık?

Mehmed Mazlum Çelik celikmehmedmazlum@gmail.com

Ege yahut Akdeniz’e yalnızca gezmek için giden birisi burnumuzun dibinde bulunan bazı adaların nasıl olup da Yunanistan’a ait olduğunu şaşkınlıkla gözlemliyor.

Son yıllarda Mavi Vatan ile Türkiye denizlerdeki hâkimiyetini vatan bağımsızlığının en önemli parçalarından birisi olarak görmeye başladığını biliyoruz. Bu adaları Yunanistan’a kaptırma hikâyemiz ise saç baş yoldurtacak cinsten.

Buyurun bu talihsiz olaylar dizisine yakından beraber bakalım.

Her şeyi İtalya başlattı

İki komşu ülke arasında Ege’de meydana gelen tüm krizler Oniki Ada’nın 1912 yılında İtalya tarafından işgal edilmesiyle başladı. 

İtalya, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ı 1911 tarihinde işgal etmeye kalktı. Osmanlı’nın İtalya ile resmen savaşa girememesi sebebiyle Enver, Mustafa Kemal, Eşref ve Rauf Bey gibi genç askerler bölgeye direniş için gönderildi.

Genç Osmanlı subayları bölge halkıyla beraber döneminin en modern ve güçlü ordularından birisi kabul edilen İtalyan güçlerinin ilerleyişini durdurduğu gibi, çok ağır zayiatlar da verdirdi. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı subayları Trablusgarp’ta olduğu müddetçe direnişi kıramayacağını anlayan İtalya Oniki Ada’yı işgal ederek Boğazları muhasara altına aldı.

Osmanlı Genelkurmayı bunun üzerine bölgedeki askerlerine derhal geri çekilmelerini emretti. Enver Bey (Paşa) emri aldıktan sonra üzüntüsünü şöyle ifade edecekti;

Bugün Harbiye Nezareti’nden gelen çeşitli haberler durumu aydınlatıyor. Gazetelerden, hükümetin 2 bölgeyi tamamen kaybettiğini öğrenmişsinizdir bile. Bir an düşünün sevgili dostum, ne yaptığımızı bir düşünün! Kadınlarıyla ve çocuklarıyla bir yıl boyunca başarıyla savaşmış olan bu yiğit insanları düşmanın kollarına bırakıyoruz ve böylece terk ediyoruz işte ve onlara anavatanın yardıma geleceğine dair söz verip savaşmayı öğütleyen ben, şimdi tarif edilmez zorluklar içinde kalıyorum. Bu memleketi terk edecek durumda değilim ve memleketimin öbür yarısının bana ihtiyacı var. Neticede burada bağımsız bir devlet kuracağım. Balkan devletlerine gelince, onları ezeceğimiz konusundaki ümitlerimi kaybetmedim, nihayet organize olmak için bizi rahat bırakacaklar. Burada iyi çalıştık ama yeni iktidar partisi her şeyi ezdi, işte böylece utanç verici bir sulhu kabul ettik. Sırtımızda neticesi çok açık olmayan bir dizi harp var.” (Enver Paşa-22 Ekim 1912)

İtalya, Türk subaylarının çekilmesine rağmen; Sömbeki (Simi), Herke (Halki), İlyaki (Tilos), İncirli (Nisiros), İstanköy (Kos), Kilimli (Kalimnos), Rodos, Patmos, Astropalya (Astipalya), Kaşot (Kasos), Kerpe (Karpathos) ve Meis (Kastellorizos) olarak bilinen adaları terk etmedi.

Ata vasiyeti topraklar terk edildi

Oniki Ada ile beraber işgal edilen Rodos Adası, Osmanlı’nın Akdeniz’deki hâkimiyeti açısından büyük önem arz ediyordu. Yavuz Sultan Selim’in, oğlu Kanuni Sultan Süleyman’a ülkesinin bekası açısından mutlaka fethetmesi gerekliliğini vasiyetinde açıkladığı iki bölgeden birisi Rodos diğeri Belgrat’tı.

Neredeyse tüm Mısır’ı hâkimiyeti altına alan Yavuz, Rodos olmadan Akdeniz’de devletinin tam egemenlik sağlayamayacağını görüyordu. Adaya ilk seferi rivayete göre Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi yapmış ve sonrasında hemen hemen her padişah şansını denemiş; ama adayı Kanuni Sultan Süleyman fethedebilmişti.

İtalya işgal ettiği adaları Balkan Savaşları sonrası Osmanlı’ya vereceğini vadetmiş; ama bu sözünü asla yerine getirmediği gibi bu adaları İkinci Dünya Savaşı sonrası Yunanistan’a terk edecekti.

Ayrıca İtalyanlar adaları işgal ettikten hemen sonra Türklere ait bütün kültürel mirasa savaş açtı. Hamamlar yıkıldı; cami gibi dini yapılar ahır, depo, cephanelik gibi amaçlarla kullanıldı. Bu durum Yunan hâkimiyetinde değişmedi. Adalardaki Türk izini silmek adına Yunan barbarlığı İtalyanlarınkini aratmadı.

Türkiye, Lozan’da yitirdiği haklarını kritik 1945 senesinde de korumayı başaramamıştı. Demokrat Parti’nin kuruluşunda büyük katkıları olan merhum Tevfik Rüştü Aras’ın kişisel teşebbüsleri ise adaların Yunanistan’a bırakılmasının önüne geçemedi. Özellikle Anadolu’nun güvenliği açısından büyük bir tehdit olan Meis Adasının dahi alınamamış olması Türk dış politikası açısından büyük bir utanç olarak tarihe geçmişti.

Lozan’da Adalar ve Deniz Mili meseleleri

Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilimlerin temel dayanak noktası olan adalar krizi Lozan’da kendisine hukuki bir çerçeve bulmuştu. Lozan’ın ilgili maddesi şöyle diyordu;

“Şarki Bahrisefid adalar üzerinde ve Gökçeada ve Bozcaadalar ile Tavşan Adalarından gayrı bi’l cümle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya, adaları üzerinde Yunan egemenliğinin kabulüne dair 30/17 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşmasının 5. ve 14/1 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşmasının 15. maddesi hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 tarihli Londra Konferansında alınıp Yunan hükümetine bildirilen karar bu Antlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan 15. madde de belirtilen adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak şartıyla teyid edilmiştir. Asya sahilinden 3 milden az mesafede bulunan adalar, bu Antlaşmada aykırı hüküm bulunmadıkça Türkiye hakimiyeti altında kalacaklardır.”

Bu maddede adalar açıkça Türkiye’nin elinden çıkıyordu; ama ileride Ege’de Türkiye’nin söz sahibi olmasını sağlayacak bir açık kapı bırakılmıştı. Lozan’da açıkça Türkiye’ye 3 Mil hakkı tanınıyordu.

Ayrıca yine Lozan’da Türkiye’nin elini güçlendiren bir başka madde Yunanistan’ın adaları silahsızlandırmak zorunda olmasıydı. Lozan’ın 13.maddesi açıktı ve Türkiye’yi kendini ekonomik ve siyasi açıdan toparladığı anda Yunanistan’dan çok daha güçlü duruma gelmesini sağlıyordu;

“Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeği yükümlenirler :

Birincisi : Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır.

İkincisi : Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır. Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır.

Üçüncüsü : Söz konusu Adalarda Yunan, Silahlı Kuvvetleri, silâh altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.”

Lozan’da Türk tarafı açısından hayati bir mesele olarak kabul edilen en önemli ada Meis’ti. Eğer ki Meis, Yunanlılara bırakılırsa Anadolu her zaman Yunan işgaline açık olacaktı.

İsmet Paşa, en azından Meis Adasının işgalden kurtarılması için çaba göstermişse de Oturum Başkanı Sir Horace Rumbold’un konunun uzamasından rahatsız olması üzerine Türk tarafı Meis’teki haklarından vazgeçmek zorunda kaldı. İsmet Paşa çaresizce bu durumu şu sözlerle kabul etti;

“Meis Adası Anadolu’nun karasuları dâhilinde bulunur ve onun ayrılmaz bir parçasıdır. Anadolu’nun askeri emniyeti, bu adanın Türkiye’ye verilmesini gerektirir. Şu halde adanın Türk hâkimiyetine verilmesini isteyen Türk delegasyonunun talebi, çok meşru haklara istinat etmektedir. Fakat Türk Heyeti, dünya sulhunun teessüsüne yardım etmek gayesiyle, gayet ağır bir fedakârlığı göze alarak Meis için yazdığı ayıtlardan feragat eyler.”

Yunanistan’ın elindeki adaları korumak adına blöf olarak kullandığı Meis Adası da gerekli direniş gösterilememesi sebebiyle Yunan tarafına geçti. Meis her yanıyla bir Türk adasıydı ve Türk’ün belleğinde bir travma olarak ebediyen kalacaktır.

Tüm yazılarını göster