Abdülhamid’in insan kazanma sanatı

Prof. Dr. Metin Hülagü

Prof. Dr. Metin Hülagü

Sultan Abdülhamid saltanatı boyunca imparatorluğun hasta çocuklarını centilmence bir mücadele ile hep kazanmaya çalışmış, bağışlamış, affetmiş ve hiç bir şey olmamış gibi her defasında her şeye centilmence yeniden başlamıştır.

Ceza verirken bile, en acı dillilerini ve en muhalif olanlarını dahi aşırılıklardan uzak, tatlı sert bir politika ile ikna etmeye ve adeta yaramazlıklarından vaz geçirmeye çalışmış; kaybetmekten ziyade kazanma odaklı bir siyaset izlemiştir. Avrupa’da Jön Türklerle uzun süre bir arada kalamayacağını anlayan Süleyman Nazif’i tekrar İstanbul’a döndüğünde bir baba şefkati ile karşılanmış ve Vilayet Mektupçuluğu vazifesiyle Bursa’da ikametini sağlanmıştır.

Mizancı Murat da bütün hakaretlerine ve muhalefetine rağmen Abdülhamid’in müsamaha ve affına nail olan bir başka edebi şahsiyet olmuştur.

Mizancı Murat, Sultan Abdülhamid’e “gaddar, zalim” demiş, kaçıp gittiği Avrupa’da onun tahtan düşürülmesi için çalışmış ve Mısır’da iken yazdığı hakaret içerikli yazıları sebebiyle hakkında “gıyaben idam” kararı verilmiş olmasına rağmen sonradan affedilmiş ve yurda gelmesine rıza gösterilmiştir.

Bu anlamda Sultan Abdülhamid’den baba şefkati gören ve ihsanlarına mazhar olan bir başka muhalif isim ise Abdülhak Hamid’tir.

Şair-i A’zam olmakla maruf, şiir yazmaktan ve güzel yaşamaktan başka adeta bir derdi bulunmayan ve dolayısıyla da cebinde düzenli bir hayat yaşayacak kadar parası olmayan Abdülhak Hâmid’e Sultan Abdülhamid çeşitli vesilelerle para göndermiş ve onu maddeten desteklemiştir.

Namık Kemal’in Bolayır’da gömülme arzusu taşıdığından Ebüziyya Tevfik’in Abdülhamid’i haberdar etmesi üzerine na’şı Gelibolu’ya nakledilmiş ve Gazi Süleyman Paşa’nın türbesinin yanına gömülmüştür.

Sultan Abdülhamid’in dönemi aydınlarına yaklaşımındaki hoşgörü inceliğini göstermesi bakımından daha ilginç olanı ise Namık Kemal ölünce Abdülhamid tarafından onun için yaptırılacak olan türbenin projesinin, aralarındaki uyuşmazlık ve hoşnutsuzluğa rağmen, Tevfik Fikret tarafından çizilmesine Sultan Abdülhamid’in müsaade etmiş olmasıdır.

Sultan Abdülhamid’in Namık Kemal’in ölümünden sonra oğlu Ali Ekrem’i saraya alıp onu Mabeyn’de görevlendirmiş olması ve ayrıca Namık Kemal’in babası Mustafa Asım’ı müneccimbaşı yapmış bulunması da son derece önemlidir. Ancak Ali Ekrem Bey, on altı yıl Mabeyn’de görev yapmasından sonra, sanki onca yıl yapılan işler ve alınan kararlarda kendisinin hiçbir dahli yokmuşçasına, Abdülhamid ve uygulamaları aleyhinde yazılar yazmaktan çekinmemiştir.

Kûfi yazıda dikkate değer bir hattat ve Arapkârî süslemeler yapan ve çok yönlü bir sanatkâr olması hasebiyle Yıldız Sarayı salon tezyinatı ile Yıldız Camii kubbe ve kuşak yazılarının Ebüzziya’ya ısmarlanmış olması ve ayrıca Abdülhamid’in bizzat imal ettiği ahşap eserlerdeki Abdülhamid ambleminin “Ebüzziya” imzasını taşımış bulunması yine Sultan’ın kendisine muhalif olan aydınlara yaklaşımını göstermesi bakımından gayet ilginçtir. 

Midhat Cemal Kuntay’ın tespitine göre, Abdülhamid, muhaliflerine karşı nazırlarından daha yumuşaktı. Onları idare etmek için iki vasıtası vardı: İltifat ve biraz lütuf. Çabasında başarılı olamadığı takdirde, muhaliflerini, verecekleri zararları en aza indirmek için kendilerine dolgun maaşlar bağlayarak imparatorluğun çeşitli bölgelerine önemli görevlerle sürüyordu. 

Sultan Abdülhamid’in muhaliflere yönelik siyasetinin esaslarını ise;

  • Affedici
  • Barışçıl
  • Daimi düşmanlık gütmeyen
  • İkna edici
  • Kazanma ve değerlendirme esaslı
  • Maddeten destekleyici
  • Müsamahakâr
  • Tatlı sert cezalandırıcı
  • Uzlaşmacı

şeklinde sıralamak mümkündür.

 Unutmamak gerekir ki imparatorluk bu dönemde artık hasta adam olarak anılmaktaydı ve bu teşhis ve tavsif ekseninde muameleye tabi tutulmaktaydı. Teşhis hakikaten de doğru olup eski şaşaalı ve tantanalı günler oldukça gerilerde kalmış, artık ciddi bir beka meselesi ile karşı karşıya bulunulmaktaydı.

Bir anlamda köşk sahibinin eski gücü ve kuvveti tükenmiş, gelirler azalmış, alacaklılar kapıya dayanmış, isyanlar çoğalmış, işgaller yaşanmış, her geçen gün bir özellik ve güzelliğini kaybeden köşkte aile fertlerinin keyfi ve neşesi kalmamıştı. Köşk iyi bir tamire muhtaçtı ve aile efradı da oldukça bunalmış olup adeta ruhen hastaydı. Aydınlar, edipler ve şairler hasta bir imparatorluğun çocuklarıydı ve gayet tabii ki onlar da hastaydı.

Diğer Yazıları