Romantik olmak başımıza bela

Yazı net anlaşılsın diye başa “romantik” tanımını koyayım (zira sadece aşkla ilgili sanıyoruz):

“Davranışlarında duyguların ve coşkuların aşırı ölçüde etkisi bulunan kimse.”

Hafta sonu, iki şahane adamın söyleşisini okudum. Lezzetli işleri özler olduk.

Birisi Hakan Gence’nin Ferzan Özpetek’le, diğeri Kahraman Çayırlı’nın, Robert Greene ile yaptığı söyleşi.

Biri romantik (Özpetek), diğeri (Greene) aşırı gerçekçi.

İkisinin de söyledikleri, beni somut gerçekleri düşünmeye itti.

Mesela. Özpetek’in “Sofrada 12 kişi varsa sekizi benim eski sevgilimdir” cümlesi.

Muhalefetin “6’lı altın günü” kıvamındaki yuvarlak masa sofralarını aklıma getirdi.

Özpetek romantizmi, muhalif seçmende “kazanabilme ihtimali”ne dönüşünce gerçek sorular da sorulmaz oluyor.

Ben sorayım: Tamamı muhafazakâr bir masada CHP’nin ne işi var?

Şimdiki haliyle CHP de muhafazakâr ve fakat kuruluştan devrimci, yenilikçi bir parti için bu soru şart değil mi?

Doğru soruları sormayanlar, kaybetmeye mahkûm kalır.

Ukrayna konusunda da yapış yapış bir romantizm.

Özpetek’in cümlesi kadın cinayetlerindeki açmaza da uzanıyor.

Bir tarafta, kadınların çoğunlukla “namus” diye ya da o şüpheyle öldürülmesi.

Diğer tarafta, özgüvenini sevdiğim Özpetek’in dile getirdiği eski sevgililerle oturulan yemek masaları.

Kadın cinayetleriyle mücadele için biz ne yapıyoruz?

“Fırsatlar dünyası” görünümlü sirk çadırı olan sosyal medya kullanımında bilinçlenme öneriyoruz.

Erkek çocuklarımıza eğitim ve değerler hatırlatması yapıyoruz. Yapalım da tek başına çözüm olmaz.

Değişim ve yeni ilişkiler konusunda zihinleri açmak, ilişki çıkmaza girince “bırakıp gitme”yi öğrenmek, öğretmek gerekli.

Orada aşırı gerçekçi Robert Greene devreye giriyor: “İnsanlar olup bitenler ve duyguları konusunda bu kadar naif ve masum olmamak ve hata yapmamak zorundalar.”

“İnsanlar kendi alanlarında ne kadar başarılı olsalar da olmasalar da insan psikolojisini anlamıyorlar. Halbuki geçmişte bu konuda daha becerikliydiler.”

Diyeceğim o ki, kafalarımızdaki romantik dünyaya uymayan cümleler kurulduğunda, o cümleyi kurana öfkesini boca edenler yüzünden ilerleyemiyoruz.

Gerçekçi olmak gerek.

 

KESİN VE NET

Bir, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlıklı beslenme için “Manda yoğurdu, Medine hurması, kestane balı yiyorum” demesi haklı olarak tepki gördü.

Cumhurbaşkanı o ifadeden sonra “Bu yüzden manda çiftlikleri kurulması, kestane ağaçlarının kesilmemesi gerekiyor” deseydi alkışlanırdı. Kesin ve net.

İki, Furkan Vakfı gösterilerinde tesettürlü bir polisin, tesettürlü protestocuyu acımasızca coplaması çok tartışıldı.

Bu konuda en çarpıcı yazıyı Milli Gazete’den Mine Alpay Gün yazdı. “İçi boş kafaları örtsen ne olur, örtmesen ne olur” dedi.

Ben aynısını hem başı açık hem de başı kapalı herkes için kullanayım: Kafanın içi boşsa dışının açık/kapalı olmasının hiç önemi yok. Kesin ve net.

Üç, ülkede halkın yaşadığı sıkıntıları kâra çevirmek için fırsatçılık yapan, fiyatları şişiren, stok yapan kim varsa sadece mali ceza almamalılar. Türk Ceza Kanunu’nda “vicdansızlık” diye bir suç da olmalı. Kesin ve net.

Dört, 15 yaşındaki S.A.’yı istismar eden A.K.’ye iki yıl hapis cezası verildi. O ceza da iyi halden bir yıl bir aya indirildi, sanık serbest kaldı.

Gerekçe, S.A. olay sırasında bağırıp yardım isteyebilirdi ama yapmadı. “Gönlü vardı” diyor kısaca.

15 yaş daha çocuk demek. Yasalarımız her ne şekilde olursa olsun bir çocuğa cinsel taciz, tecavüz, istismarı ağır suç saymalı. Gönüllüydü, iyi haldi demek ortadan kalkmalı. Kesin ve net.

Beş, ABD Başkanı Biden’ın gittikçe agresifleşen söylemi, Brüksel’de gazeteciye “Benimle oyun oynuyorsunuz!” diye kızması doğru analiz edilmelidir.

Bu ifade bir ABD başkanı tarafından asla söylenmez, demek ki küresel otoritesiyle ilgili sıkıntılar var. Kesin ve net.

Altı, Ukrayna’daki yetimhanelerde kalan 159 yetim çocuk Antalya’ya getirildi. Ne güzel. Kimsesiz çocuklar savaş tehlikesinden uzaklaştırıldı.

Ve fakat, savaş çığırtkanı medyamız konuyu, bu savaşta anne babasını kaybeden çocukları kurtarmak olarak sunuyorlar. Algı operasyonlarına çocukları alet ediyorlar. Kesin ve net.

Yedi, en son Galatasaray’ın yaşadığı gibi, üç yıl için seçilmiş kulüp başkanlarının “ibra” yöntemiyle seçime giderek başkanlıktan alınmasını son derece adaletsiz buluyorum.

Kirli oyunları beslediğini düşünüyorum. Kesin ve net.

 

İYİ BİR İLETİŞİMCİ TANIYORSANIZ

Dünya artık iletişimci ve psikolog hocaların açıklayabileceği bir yer oldu.

İkisinin de iyisini bulmaya bakın.

Bazen, kendileri gibi düşünmediğim okurlarım “Sizin gibi biri nasıl böyle düşünür?” diye soruyorlar. Sorularında itiraz var.

Buradan cevap vereyim.

İletişimcinin iyisi olaylara bakmaz, olgulara bakar.

Sizin için kayda değmez bir ayrıntı iletişimci için büyük bir veridir.

Gündemle değil, süreçle ilgilenir.

Sizin haber, kişi, olay, ülke, sokak, şehir diye gördüğünüz her şey, iyi iletişimci için birer yazılı metindir.

O nedenle öğrencilerime hep “Okumasını bilirsen her şey bir metindir” derim.

Tekil kişiler olarak, olaylar olarak gördüğünüz her şey, iyi iletişimci için o metindeki harflerdir.

İyi iletişimci “gösterilen”e bakmaz, “gösteri”nin bütününe bakar.

Hayatınızda iyi bir iletişim uzmanı varsa, şanslısınızdır, nokta.

 

GAZETECİLİĞİN ÖLÜMÜ GERÇEĞİN DE ÖLÜMÜDÜR

Bir:

Torba yasada gazetecilere üç yıl hapis cezası geliyor! Şirketlerin itibarını zedeleyecek haber yapan gazeteciler cezalandırılacak.

Gazetecilik mesleğinin ölümünün, geriye sadece parodisinin kalacağının ilanıdır bu.

Elbette işini doğru yapmayan, manipülasyon için kullanan gazeteciler çoğaldı ancak onlarla mücadelenin yolu böyle bir yasa çıkarmak olamaz.

O yasa, hırsızı, yolsuzu, halkın hakkını gasp eden şirketlerin haberini yapmanın, gazeteciliğin temel işlevi olan “kamu adına gözetim” işinin yok edilmesidir.

Yapılması gereken, gazetecilik etiğinin işler hale gelmesinin yollarını tesis etmektir.

İki:

Savaşlar gazetecilik mesleğinin turnusol kağıdı gibidir.

Ukrayna Savaşı’nda, gazetecileri haberin değil devletlerin sözcüsü gibi izlemek, gerçeklerin değil tarafların algı operasyonlarının elçisi gibi görmek son derece vahim.

Gazeteciliğin ölümü haberin de/ gerçeğin de ölümüdür.

 

YAŞLILAR HAFTASI GEÇTİ AMA YAŞLILIK GEÇMEDİ

Geçen hafta yaşlılarımızla ilişkilerimiz üzerine Instagram’da bir hikâye paylaşmıştım.

Yazının hikâyede kaybolup gittiğini, kalıcı olması gerektiğini belirten okurlarım oldu.

O yazıyı buraya bırakıyorum.

Anneniz, babanız ya da bir aile büyüğünüz bakıcıya/ huzurevine emanetse;

-Sık ziyaret edin, “vaktim yok” demeyin, vakit bulduğunuz şeyleri düşünün.

-Bakıcıyla yan yanayken beden diline iyi bakın. Gözlerinde korku mu var, sevgi mi?

-Vücudunu kontrol edin, özellikle görünmeyen yerlerine bakın. Konuşabilseler de konuşamıyor olsalar da korkudan söyleyemiyor olabilirler.

-Huysuzluk sandığınız şey, yaş nedeniyle hepimizin başına gelecek olan zihinsel hastalıklardır.

Çevrenizi bu konuda bilinçlendirin, siz de bilinçlenin.

Unutmayın şiddet gören insanlar bağırabilir, bir tek yaşlılar bağıramaz.

MEDYATİK DOKTORLARA ÖNERİLER

Malum Covid salgını normalleşiyor.

Öyle olunca da son iki yıldır yaşamlarımızı istila eden “ekran doktorları” dönemi de kapanıyor.

Kastım, Covid öncesi de hayatımızda olan Osman Müftüoğlu, Canan Karatay gibi doktorlar değil.

Salgında ünlenen, vazgeçilmez olan, salgın sonrası derin bir boşluğa düşecek olan doktorlara önerilerim;

Bir, gündemde kalmaya devam etmek için korkutucu açıklamalar yapmayın, halkın sağlık haberi kapasitesi doldu.

İki, acilen kendinize bir hobi edinin, telefonunuzun çalmayışından doğan boşluk sinirinizi bozabilir.

Üç, günümüzde herkes 15 dakikalığına ünlü olabilir, siz iki yıllığına ünlü olma ayrıcalığına sahip oldunuz.

Dört, mesleğiniz insanları iyileştirmek, insanların sizi görmesini sağlamak değil, hatırlatın.

 

OSCAR ÖDÜLLERİYE İLGİLENMİYORUM ÇÜNKÜ;

Bir, büyük oyuncular döneminin kapandığına inanıyorum.

İki, film senaryolarının zayıf buluyorum, teknolojik süslemelerle idare edildiğini düşünüyorum.

Üç, ödüllerin ve seçme biçimlerinin adil olduğuna inanmıyorum.

Dört, bir sinema şöleni değil, politik bir arena olduğunu biliyorum.

Beş, ödül enflasyonu tüm ödül törenlerini değersizleştirdi.

 

BAZEN TEK SORUN İLETİŞİM SORUNUDUR

Galatasaray’da dokuz aylık Başkan Burak Elmas, idari yönden temize çıkarılmayarak (ibra) seçime gitmek zorunda kaldı.

Bu köşeyi okuyanlar için durum sürpriz olmadı.

Zira, Başkan Elmas’ın kötü yönetimin en kötü kısmı iletişimle ilgiliydi.

Daha baştan düzgün bir ekip kuramadı.

Ali Koç’la muhabbetini Galatasaray’ı yönetmekle karıştırdı.

Fatih Terim gibi tilki zekâsına sahip birinin geri planda yürüttüğü ilişkilerle baş edemedi.

Defalarca kendisini eleştirdim. En son Fatih Altaylı’ya “Burak Elmas’dan ya desteğinizi çekin ya da onu düzeltin” yazdım.

Sonuç? Üç yıl için seçildiğiniz koltuğu, adaletsiz bir biçimde dokuz ayda kaybettiniz.

Siz siz olun, yönettiğiniz kurum karmaşık ilişkiler ağına sahipse, o karmaşayı düzeltmeye enerji harcamayın. Harcarsanız büyük olasılık o karmaşa sizi yutar.

Yapmanız gereken şey, o karmaşanın üzerine çıkan bir tavır ve iletişim dili geliştirmektir.

Sayısız örnek çok, sonuncusu GS Başkanı oldu.

 

AKLIMDA KALAN

Putin’in yedi altın kuralı: Putin’in Kremlin Sarayı’nda altın kuralları varmış. Tam yedi madde: “Az konuş, çok dinle.” “Sivri çıkışlar yapma.” “Bir konuda karar verdiysen sadece sen bil.” “Patronuna sadık ol ve bunu belli et.” “Ön plana çıkma, geride kal.” “Söylemen gerekmeyen şeyleri söyleme.” “Sus.” Dikkat ettim kuralların tamamı iletişim taktiği. Başka da diyeceğim yoktur.

 

Diğer Yazıları