Piramitler yasaklı mıydı? Osmanli piramitleri nasıl kullandı?
Dünyada en çok merak uyandıran insan yapılarının başında Mısır’ın Gize kentinde bulunan piramitler gelmektedir. Bugün dahi bu yapılar hakkında sayısız kitap, makale, belgesel yayınlanıyor ve tüm dünya tarafından büyük ilgi ile takip ediliyor.
İslam’ın temel kaynağı Kur'an okuyan herkes bilir ki birçok Surede konunun geçtiği mekân Mısır'dır. Dolayısıyla bu coğrafya ve buradaki anlatılar, Kur'an'ın anlaşılması için son derece önemlidir.

Müslüman devletler ve Osmanlı, Piramitlerin gizemini hiç araştırdı mı?
Dünyada en çok merak uyandıran insan yapılarının başında Mısır’ın Gize kentinde bulunan piramitler gelmektedir. Bugün dahi bu yapılar hakkında sayısız kitap, makale, belgesel yayınlanıyor ve tüm dünya tarafından büyük ilgi ile takip ediliyor.
İslam’ın temel kaynağı Kur'an okuyan herkes bilir ki birçok Surede konunun geçtiği mekân Mısır'dır. Dolayısıyla bu coğrafya ve buradaki anlatılar, Kur'an'ın anlaşılması için son derece önemlidir.
Ömer bin Abdülaziz vb. ve bazı ilim insanları Bağdadi, el İdrisi gibi bu bölgeyi detaylı incelemiştir. Birçok İslam medeniyeti Mısır'daki bu yapılara alaka gösterdi. Anlamaya çalıştı ve önemli işler yaptı; fakat sır perdesini kaldıramadı.
Örneğin; Harun Reşit'in oğlu Halife Memûn piramitlere zarar vermeden içini araştıran ve bu yapılara son derece ilgili halifeydi.
Kıptilerin, Antik Mısır'ın mirasçıları olduğunu Batı 19.yy'da büyük bir keşif gibi sunarken bu Müslümanlar arasında bilinen bir gerçekti. Kıpti Lisanının, Firavun lisanı olarak tanımlandığını Bağdadi'nin “el-İfade ve’l İ’tibar” kitabının kolaylıkla öğreniyoruz. Buna rağmen Batı İslam hükümranlığındaki dönemi Mısır için kayıp bin yıl olarak tanımlamaktadır.
Müslümanların yapıya ilgisi
Piramitlerin inşa süreci Müslümanlar için de bir muammaydı. Bazı kaynaklarda bu yapıların Hazreti Yusuf ya da Hazreti İdris tarafından inşa ettirildiğine dair ifadeler geçmektedir.
Suyutî, Piramitler hakkında İbn Vatvat’ı kaynak göstererek Piramitlerin içyapısını kusursuza yakın bir şekilde tanımlar.

Bazı Müslümanların bu yapıya küfür gözüyle bakmaları nedeniyle Osman b. Yusuf döneminde devlet bütçesi ayrılarak yıkımına karar verilir. Yapı öyle güçlüdür ki ayda bir veya iki taş ancak yerinden oynatılabilir. Bunun üzerine yıkım kararı durdurulur ve piramitler kendi kaderine terk edilir.
Osmanlı ve Piramitler
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra âlimlerine hitaben yapının ne olduğunu araştırılmasını ister; ama zenginlik İstanbul’da olması nedeniyle ciddi âlimlerin tamamı çölün ortasında bir araştırma yapmaktan kaçınır ve bölgede kalmaz.
Piramitlere en büyük alakayı gösteren kişi ise muhteşem seyyahımız Evliya Çelebi olacaktı.
“Evliya Çelebi ne kadar bilimsel bir eser meydana getirmiştir?” veya “Onun yazdıkları kesinlikle abartılı!” şeklindeki yorumları duyduğum zaman aklıma Türk edebiyatının büyük ismi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu veciz ifadeleri gelir:
“Ben Evliya Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım.”
Evliya Çelebi’nin dünyasında bulamayacağınız bir şey yok gibidir. Savaşlar, hükümdarlar, mekânlar, halklar… Daha özelde ise sıradan insanı asırlar öncesinde doğrudan muhatap alması onlarla eserinde konuşması seyyahımızı belki de bu yüzden diğer tüm seyyahlardan ayırır.

Yani Çelebi, bir köylünün gözünde büyük bir savaşın etkilerini anlatabileceği gibi herhangi bir Yeniçerinin tanıklığında bir isyanın nedenleri saymaya başlayabilir.
Eserinin bir diğer büyüsü seyahatin etmenin ne denli önemli olduğunun müellif tarafından farkında olunmasıdır.
Tolstoy en güzel hikâyenin tanımlamasını şu sözlerle yapar:
“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”
Seyahatname’de en ilginç ayrıntılardan birisi de hiç şüphesiz Mısır Piramitleridir.
Yolculuğunun başında piramitleri, eski Mısır yazısı hiyeroglifi ve sfenksi kendine has üslubu ile tasvir eder:
“Küçük ihramın doğusunda hamam kubbesi kadar bir beyaz taştan kelledir. Kaşı, gözü, başı, dişi, kulakları var. Başı üzerinde yüz kişi oturabilir. Canlı gibidir, gûya tebessüm eder durur. Gayet kâküller nakşedilmiş... Eski zamanda bu kelle, gelip geçen ile konuşurmuş. Mısır üzerine âsi bir padişahın geleceğini, kıtlık olacağını, yağmur yağıp yağmayacağını, Nil’in ne kadar taşacağını, velhâsıl bütün beş adet bilinmeyenlerden haber verirmiş. Hatta Hazreti Mûsâ’ya bunun konuştuğunu söylemişler. Gelmiş, onun sözlerinden sonra:
‘Her şeyi söylersin, Allah’ın hak peygamberine de iman et’ buyurmuşlar.
‘İdris peygamberi bilirim, başkasını bilmem.’ deyince, zaten gazaplı bir kimse olan Mûsâ, âsasiyle başa vurup:
‘Sus, yâ mel’un!’ der. O günden beri konuşmaz. Asanın vuruluşundan başı gözü yarıktır.
Bir rivâyete göre de bir kadının malı çalınmış. Ebülhevle (Sfenks) sormuş, o da falan adam çaldı demiş. Kadın hâkime müracaat etmiş. Adamın evini basıp çalınan mallarını bulunca hırsız, Ebülhevl’in başının üstüne çıkıp edeple yağmur gibi işer. O zamandan beri tılsımı bozulup konuşmaz.
Buna yakın bir kilise kapısı var. Kumlarla kapısı kapanmıştır. Üzerinde acayip yazılar vardır. Hakir her çeşit yazıyı okumakta maharetim vardır ama, bu yazıları okuyamadım. Ibni Celâl tarihine göre, 781 de Şalâhi tekkesinde oturan Mehmed Sofi adında bir mutaassıp,
‘Hayvan suratı haramdır’ diye Ebülhevlin ağzını burnunu kırarken, Allah’ın hükmü müthiş bir fırtına gelip, tarlaları kumlar kaplayıp kıtlık olur. Hiçbir taraftan zahire gelmez. Derhal hâkim Sofiyi getirip parçalar ve Ebülhevl yanında gömerler. Hâlâ bu mutaassıp herifin mezarına, oraya gelen ziyaretçiler taş atarlar.” (Seyahatname Cilt 10, Günümüz Türkçesi ile)
Dikkat ederseniz, Çelebi Hiyeroglif yazısındaki resimleri hayvan sureti haramdır diyen zata mutaassıp sıfatını layık bulması da son derece ilginçtir. Ayrıca Sfenks’teki yarık izini Hazreti Musa’ya bağlaması bir Evliya klasiği olarak ele alınmalıdır.
Bu ve bunun gibi birçok ayrıntı eserinde ayrıntılarıyla bildirilmektedir.
Napolyon ve Piramitler
Ehramlar Muharebesi ile Napolyon, Mısır yolunda önemli bir adım atmıştı. Rakiplerini Piramitlerin önünde mağlup etmeyi başararak bu kadim toprakları işgal etmeye başladı. Bölge hukuken Osmanlı’ya bağlı olsa da Napolyon stratejik davranıyor ve asıl düşmanlarının Memluk ağaları olduğunu söylüyordu.
Napolyon karaya ayak bastığında amacının Mısır’ı işgal etmek değil, halkı özgürlüğüne kavuşturmak olduğunu ilan etti. Buna göre Memluklerin/kölemenlerin zalim yönetiminden Mısır halkını kurtaracak ve Osmanlı Sultanının iktidarını yeniden tesis edecekti. Bu amaç doğrultusunda halkın manevi duygularını da kullanan Napolyon, tarihe Mısır Bildirisi olarak geçen mektubunu yayınlayacaktı.

Elbette Napolyon Müslüman vs. değildi. Kendisine layık gördüğü unvan da Msıır’ın Yeni Firavun’uydu.
Yine de piramitlerin içinde ne olduğunun merakıyla adeta yanıp tutuşması piramitlerin gizemini çözecek en önemli gelişmelerdendi.
Yeni Firavun Napolyon ülkesinden 130'dan fazla Fransız bilim insanı getirerek bölgenin tarihinden iklimine varıncaya dek inceleyen bir Mısır İlimler Enstitüsü kurmuştu.
Bu enstitünün çalışmaları sonrası kadim Mısır tarihini anlamamızı sağlayacak ve Mısır hiyerogliflerinin okunmasını mümkün kılacak Reşit Taşı (Rosetta) keşfedilecekti. Bu da piramitlere dair birçok sırrın ortaya çıkartılmasını sağlayacaktı.
Firavunluk hayalini bitiren Musa: Cezzar Ahmed Paşa
Her Firavun’un bir Musa’sı vardır.
Napolyon’unki de Cezzar Ahmed Paşa olacaktı.
Napolyon’un en büyük hatası Akka Kalesini gözüne kestirmesi oldu.
Osmanlı, Napolyon karşısında üst üste alınan mağlubiyetlerden sonra büyük ümitsizliğe kapılmış, adeta Napolyon’un Mısır’daki devletçiğini kabullenme noktasına gelmişti.
Cezzâr Ahmed Paşa’nın ilerlemiş yaşı sebebiyle Akka’yı koruyamayacağını düşünen Napolyon, Ebu Utbe civarında otağını kurarak kaleyi işgal etmek için hazırlıklarını tamamladı. Kalenin 24 saat içerisinde alınıp diğer fetihlere başlanmasını isteyen Napolyan 19 Mart 1799 tarihinde ordularına hücum emrini verdi.

Kale toplarla dövüldü ve surlarda açılan gediklerden ilk hücum yapıldı; ama sonuç Fransız ordusu için büyük bir hayal kırıklığı oldu.
Osmanlı askerleri çoğunlukla ilk hücumda kumdan kale gibi dağılır ve Fransız askerleri adeta “Türk katliamı” yapardı.
Oysa ilk hücumda Cezzâr Ahmed Paşa komutasındaki hiçbir asker geri adım atmamış ve hücum eden birliği tamamen yok etmişti. Surlardaki gedikler hemen kapatılmış, hatta tamir sırasında Ahmed Paşa komutasındaki askerler kaleden çıkarak hüruçta bulunmuş ve Fransız ordusunun savaş düzenini bozmuştu.
Ahmed Paşa Napolyon’a unutamayacağı bir hezimet yaşatırken Mısır’ın Yeni Firavun’u biranda Mısır’ın yeni mahkûmu olarak çölde ordusuyla beraber mahsur kalacaktı.
Velhasıl Osmanlı ve Türklerin piramitlerle kurduğu ilişki bu anlattıklarımızla sınırlıydı çoğunlukla. Oxford Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü kurulduğunda bölgeye arkeolog sıfatıyla yüzlerce İngiliz ajanı gelecek ve onları bu yarışta yalnızca Fransızlar takip edebilecekti.