Yandex

Karadeniz'in sessiz yükselişi: Neden görmezden geliyoruz?

Bir gün Karadeniz kıyısında yürürken, dalgaların ayaklarınızı ısırdığını hissederseniz şaşırmayın. Çünkü biz, yükselen denizi görmezden gelerek ona davetiye çıkardık.

Trabzonlu balıkçı Ahmet Emice, altmış yıldır her sabah aynı kayalıktan ağını atar. Geçen yaz ona "Deniz değişti mi?" diye sordum. Cevabı belliydi: "Oğlum, babamın oturduğu kaya şimdi suyun altında. Eskiden oraya çay koyardık." Ahmet Emice'nin gözlemi, uydu verilerinin söylediğinden farksız: Karadeniz yükseliyor. Sessizce, inatla, durdurulamaz biçimde.

Rakamların Söylediği

Prof. Dr. Şenol Hakan Kutoğlu'nun Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi'nde yürüttüğü araştırma, 1993'ten bu yana uydu altimetresi verileriyle Karadeniz'i izliyor. Bulgular şaşırtıcı değil, ama ürkütücü: Deniz seviyesi yılda 2,5-3 milimetre yükseliyor. "Küçük rakam" demeyin; otuz yılda 10 santimetre etti. Bu, kıyı şeridinde metrelerce içeri ilerleme, erozyon, su baskınları ve ekonomik kayıplar demek. Düşük eğimli alanlarda bir santimetrelik yükselme, 50-100 kat daha fazla arazi kaybına yol açabiliyor.

Karadeniz havzasında 160 milyon insan yaşıyor. Türkiye, Ukrayna, Rusya, Romanya, Gürcistan... Hepsi aynı tehditle karşı karşıya. Karasu'da erozyon çoktan başladı. 2100 yılına kadar küresel deniz seviyesinin 2 metreye ulaşabileceği tahmin ediliyor. Karadeniz bu trendin dışında değil.

Dolgu Rantı

Peki bu bilimsel gerçeklik karşısında yerel yönetimler ne yapıyor? Kıyıları dolduruyor.

Ordu-Giresun Havaalanı: 766 hektar dolgu. Rize-Artvin Havaalanı: denizin üstüne kondurulmuş bir pist. Samsun'da golf sahaları, Trabzon'da olimpik tesisler... Hepsi denizden kazanılan arazi üzerinde. Karadeniz Sahil Yolu ise dereleri doldurarak 30 kenti "çukurda" bıraktı; artık her yağmurda sokaklar göle dönüyor.

Neden bu ısrar? Çünkü dolgu hızlı arazi kazandırıyor. Büyük projeler ekonomik büyüme vaadiyle oy getiriyor. Beş yıllık seçim döngüsünde, elli yıllık iklim tahminleri kimsenin umurunda değil. Bugünün betonu, yarının su altında kalacak mirası.

Siyasetin Çelişkisi

Sel felaketi olduğunda siyasiler mikrofon başına koşuyor: "Yağışlar arttı, küresel ısınma, iklim krizi..." İklim değişikliği, mükemmel bir mazeret. Dere yataklarına yapılan binalar? Sessizlik Gündem dışı. Altyapı eksiklikleri? Bir sonraki seçime.

BBC'nin 2023 analizine göre, Karadeniz sellerinin tek nedeni iklim değişikliği değil; yanlış yerleşim kararları ve yetersiz altyapı da kritik faktörler. AFAD verileri, 2020'de 177 sel ve 107 heyelan kaydetti. Ama siyasiler sorumluluğu hep "dış faktörlere" atıyor.

Deniz seviyesi yükselmesi ise hiç gündeme gelmiyor. Neden? Çünkü kronik bir tehdit. Seçim döngülerine sığmıyor. Akut felaketler hem mazeret hem siyasi puan sağlıyor; kronik tehditler ise sadece sorumluluk yüklüyor.

Neden Görmezden Geliyoruz?

İşte asıl soru bu. Bilim açık konuşuyor, veriler ortada, tehdit kapıda. Ama biz neden kör gibiyiz?

Psikologlar buna psikolojik uzaklık diyor. Gelecekteki riskler bize uzak, belirsiz ve soyut geliyor. Yarın olacak sel bizi harekete geçirir; elli yıl sonra olacak kıyı erozyonu ise zihnimizde bir sis perdesi ardında kalır. Tehdit ne kadar uzaksa, motivasyonumuz o kadar düşük.

Bir de şimdiki zaman yanlılığı var. Bugünkü ekonomik kazançlar, yarının felaketlerinden daha cazip görünüyor. Dolgu projesi şimdi iş yaratıyor, şimdi oy getiriyor. Yirmi yıl sonra su altında kalacağı gerçeği ise "başkasının sorunu."

Toplum olarak günlük yaşıyoruz çünkü hayat zor. İş, aile, faturalar, geçim derdi... Gelecekteki riskleri düşünmek için ne zaman ne de enerji var. Medya da anlık krizleri öne çıkarıyor; kronik tehditler haber değeri taşımıyor. Sel manşet olur, deniz seviyesi yükselmesi olmaz.

Kolektif Körlük

Hükümetler de bireylerden farklı değil. Siyasi döngüler kısa vadeli başarılara odaklanıyor. İklim değişikliği gibi karmaşık, sınır ötesi, uzun vadeli sorunlar hesap verebilirliği zorlaştırıyor. Brookings Enstitüsü'nün analizine göre, iklim politikalarının en büyük engeli bu: Sorumluluk dağınık, sonuçlar uzak, eylem maliyetli.

Üstelik bir de bilişsel çelişki var. Bilimsel uyarıları duymak, yaşam tarzımızı sorgulamak demek. Fosil yakıtlara bağımlı bir ekonomide, iklim krizini kabullenmek rahatsız edici. Bu yüzden görmezden gelmek, psikolojik olarak daha kolay.

Bir Çağrı: Uyanma Vakti

Karadeniz'in yükselen suları sessiz ama durdurulamaz bir tehdit. Bu yazıyı okuyorsanız, artık "bilmiyordum" deme lüksünüz yok.

Ne yapabiliriz?

Farkındalık yaratmalıyız. Medya, eğitim kurumları ve sivil toplum bu konuyu gündemde tutmalı. Kronik tehditler, akut felaketler kadar haber değeri taşımalı.

Uzun vadeli planlama zorunlu olmalı. Yerel yönetimler, yeni yatırımları yüksek kotlara kaydırmalı. Kıyı tahkimatları yapılmalı. Dolgu projeleri iklim risk değerlendirmesine tabi tutulmalı.

Son Söz

Ahmet Emice'nin babası, o kayanın üstünde çay içerken denizin bir gün orayı yutacağını düşünmemişti. Biz de bugün kıyılarımızı doldururken, yarının sularını hesaba katmıyoruz.

Ama deniz hesap kitap bilmez. Yükselmeye devam edecek. Soru şu: Biz ne zaman gözlerimizi açacağız?

Diğer Yazıları