ILIK BİR RÜZGÂR ESSİN

Oldukça gergin bir seçim süreci geçirdik, geçiriyoruz.

Bir taraftan siyasetin üslubu, diğer taraftan ekonomik krize çözüm umudunun yeterince konuşulmayışı gerginliği daha da artırıyor.

20 yıllık bir iktidarın yeniden kazanacak olma ihtimali, aynı zamanda 20 yıldır kaybeden muhalefetin bir kez daha kaybetme ihtimaliyle gerilimde dengeleniyor.

Halbuki bu ülkede iyiye dair, çözüme dair her şey var.

Genç bir nüfus var, bereketli topraklar var, ülke sevdası var, dört mevsim var, su var, rüzgâr var.

Rüzgâr önemli. Hafif esti mi yaşama sevinci verir, çok esti mi doğal sirkülasyona neden olur.

Ilıman iklim var.

Bu daha da önemli. Bizde iklim sert değildir, insanımız da sert değildir normalde.

Bizde kuzey de, güney de, doğu da, batı da bereketli iklim demektir. Karadeniz’de yağmur yağar, Doğu Anadolu’da kar. İkisi de baharda buluşur birlikte akar.

Bizde güzel olan her şey var.

Seçimi kim kazanırsa kazansın, seçiminin doğamıza ters sert iklimi yerini, doğamızda olan yumuşak iklime bırakmalı.

Gergin iklimden sakin iklime geçiş yapmalıyız.

Yerleştiğimiz coğrafya ne kadar huzursuz olursa olsun, biz bu topraklarda ötekileştirmeyen, barıştıran, birleştiren bir huzurla yaşayabiliriz.

Doğamız buna uygun.

“Sofra” kültürümüz, bayram kutlayışımız, cenazede ev dolduruşumuz, düğünde halay çekişimiz buna uygun.

Ev taşırız, tanımadığımız komşumuz yetişir tepsiye doldurduğu yemeklerle.

Hasta oluruz, çorba kaynatanımız mutlaka bulunur.

Kazanan taraf “Gelin birlikte yapalım” derse herkes koşa koşa gelir, bir ucundan tutmaya.

Biz türkü çığırırız, marş söyleriz birlikte.

Birini ziyarete gitsek “ne götürsek” telaşı bir bizim insanımızda var.

Bir ekmeği ikiye böldüğümüzde küçük tarafı kendimize alanlarız biz.

Bizde güzel olan her şey var.

Seçimden sonra kazanan taraf, bunları hatırlasın istiyorum.

Bizim ruhumuza uygun bir anlayışla ülkeyi yönetsin kim kazanacaksa.

Had bildirmeler, hesap görmeler, liyakatsiz işler, niteliği niceliğe veda etmeler “iyilik”te buluşsun.

Ilıman iklime uygun ruhumuza göre değişsin siyasal iklim.

Zor mu? Bence değil.

 

SEÇİM SÜRECİNDEKİ TUHAFLIKLAR

Bir, 2023 seçim kampanyaları hiçbir siyasal iletişim bilgisini kullanmayan, her siyasi yapının kafasına göre takılmasıyla hatırlanacak.

Ne bir temel fikir ne de bir yönetim önerisi olmadan oy isteyen partiler, anlamsız sloganlar, söylenmesi zor seçim şarkıları...

Bahar vadedip karanlık fotoğrafla final haftasına girenler, “Onu seviyorum” diye üçüncü bir şahsa refere eden şarkılar…

Akıl tutulmalı, tuhaf kampanyalar dönemine tanık olduk.

İki, “Meclis’te TİP’e, bir oy Kemal’e”, “Bir oy Meral’e, bir oy Kemal’e” sloganlarıyla, kendi cumhurbaşkanı adaylarının altının kendi ittifakları tarafından oyulduğu bir tuhaf seçim yaşanıyor.

Tıpkı “Olmak ya da olmamak bütün mesele bu” diyen ve babasını öldüren Hamletvari duruma benziyor.

Kılıçdaroğlu seçimi kazanırsa, Meclis’te çoğunluğu olmadığı için kanatsız ama uçması beklenen kuşlara benzeme ihtimali var.

Üç, mevcut iktidara “özgürlük” talebiyle karşı olanların kendi istekleri söz konusu olunca, başka birinin aday olma özgürlüğüne nasıl tahammülsüz olduklarını gördük.

İktidar ya da muhalif birbirine benzeyen tutumlar ne tuhaf.

Dört, hem Türkiye İşçi Partisi başkanı olacaksın hem de “Muharrem İnce çekilirse ben de milletvekili adaylığımdan çekilirim” diyerek başarını bir başkasının kararına bağlayacaksın, çok tuhaf.

Beş, Binali Yıldırım’ın Habertürk’teki yayında, süresi dolan programın moderatörüne “ek süre ver, parası neyse ödeyelim” demesindeki tuhaflığı da gördük.

Normal zamanda “parayı verenin düdüğü çaldığı” babında müthiş bir medya eleştirisi sayılacak bu ifadenin, seçim sürecindeki iticiliğini görmemek olur mu?

Siyaset sahnesinden çekilmeyi bilmeyen ileri yaş siyasetçilere yasal sınır gelmeli.

Altı, miting alanlarına bakıp seçim sonucu kestirmek de tuhaf. “Kimin kalabalığı daha çok” anlayışı, geldiğimiz noktada iki kutuplu seçimleri at yarışına benzetti.

Yüksek lisans tezinde miting çalışmış biri olarak diyeceğim şu, mitingler bizim ülkemizde çok önemli ancak bakmamız gereken yer kalabalık değil, konuşmacıya yakın iç halkanın yoğunluğu ve heyecanıdır.

İyi bir hatip olduğu için her mitingi dolup taşan ama seçim kazanamayan Osman Bölükbaşı diyor ki: “Kalabalıklarla iktidara gelinseydi, ben bin defa gelmiştim.”

Yedi, seçimi maniple etmek için içerik olarak ya da teknolojik olarak gerçeği bozan videolar paylaşıldı. Tuhaf ama öyle.

Dijital dünya gerçeği öldürdü. Mücadele etmek zor. Tarafları fikirle bertaraf edemeyenler ya yalan video kayıtları yaparak fake hesaplardan paylaşacaklar ya da yapay zekaca görüntüler üretecekler.

Böyle bir dünyada ayakta kalabilmenin tek yolu, tartışılmaz bir güvenilirliğe sahip olmaktır.

Sekiz, yabancı basının Türkiye’de oy hareketinin önemli belirleyicisi olan milliyetçi tutumları görmezden gelerek, muhalefeti destekleyici açıklamalar yapması da son derece tuhaf.

Dokuz, İmamoğlu’nun Erzurum’da uğradığı taşlı saldırının ürettiği korku, saldırıyı gerçekleştirenlerin isteklerine ters bir sonuç yaratacakken buna seyirci kalınması da ayrıca tuhaf.

 

NASIL ANLATIRIZ?

İletişim yönetiminde en zorlandığımız konu, ezberleri bozmak üzerinedir. Hep oraya takıl kalırız.

Kimse konfor alanını terk etmek istemez ama yeni sonuçlar almak ister.

Konfor alanında kalarak para kazanmak isteyen bir iletişim sektörü de olunca, her şeyi hep tekrar eder dururuz.

Mesela, “depremi unutmayacağız, unutturmayacağız” ezberi.

11 ilden başlayarak bütün ülkeyi kapsayan depremin üzerinden 3 ay geçti. Unuttuk.

Tamam unutmadan yaşanmıyor ama orada da ayakta ve hayatta kalmak için çırpınan insanlar var.

Onlara destek olmak gerekiyor.

Bölgenin yeniden canlandırılması, kendi nüfusunun oralara dönmesi için çalışmalar önemli.

Örneğin neden tur şirketleri, bölgede ayağa kalkmaya çalışan işletmelere destek vermek için özel turlar düzenlemiyor?

Düzenleyen varsa, instagram’dan yazsın, paylaşayım.

Mesela, yerli otomobil TOGG. Tanıtımı sadece önemli devlet adamlarının kullanmasına indirgenmiş durumda.

Geçen hafta TOGG’u deneyimledim.

Çok keyifli bir otomobil. Özellikle ön panel çok gösterişli. Aşırı sessiz.

Tanıtımlarda sürüş keyfi deneyimlemeye yer verseler şahane olurdu.

“İletişim yönetimi”ni yeniden düşünmek için Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi olarak 11 Mayıs’ta bir online sempozyum düzenliyoruz.

“İletişim Yönetiminde Gerçekler, Hayaller ve Depremler” başlıklı bir günlük sempozyum sınırlı sayıda dinleyiciye açık.

Katılmak için kontenjan dahilinde www.ilaum.ankara.edu.tr adresindeki sempozyum linkine tıklamanız yeterli.

 

ONLAR BOŞANINCA, HEPİMİZ BOŞANMIŞ GİBİ OLACAĞIZ

Arzum Onan ve Mehmet Aslantuğ’un boşanacakları haberi mütevazı dünyalarda, tutunulan tek dalın da kırıldığı hissi yarattı.

“Aşk Yüzyılı Bitti” kitabımdaki evliliklerle ilgili kısmı hatırladım:

“Artık evlilikleri ayakta tutmak için ya arkadaşlarınızla evleneceksiniz ya da evlendiğiniz insanla arkadaş olmayı başaracaksınız.”

Onan ve Aslantuğ evliliği, bu gerekçeden bu kadar uzun sürmüştü. Bir de “model evlilik” baskısı nedendi.

Açıklamalarından anladığım arkadaş kalmaya devam edecekler.

Ayrılmayı Aslantuğ istemiş, hem de tam aday olduğu seçimlere giderken.

Zamanlama garip.

Diyeceğim o ki, bu ilişki bu koşullarda bittiyse, kesinlikle ortada üçüncü bir kişi var.

Yazın bir kenara.

 

BAHARIN TADI NASIL ÇIKAR?

İlkbahar tüm baştan çıkarıcılığıyla etrafımızı kuşatmışken gündemimizin sevimsizliğine bakın.

Oysa bilmiyoruz ki bu yaşadığımızın sondan kaçıncı bahar olduğunu.

Siz siz olun gündemi bir yana bırakın.

Kendinizi doğaya salın. Altınıza yayacak bir örtü, yağmurdan koruyacak bir yağmurlukla.

Uzanın çimlere, otların, kuşların, ağaçların, rüzgarın sesini dinleyin.

Islık çalarak yürüyün. Bilmiyorsanız öğrenmeyi iş edinin, ben halâ deniyorum.

Becerebiliyorsanız aşık olun. Birine değilse bile, çiçeğe, böceğe de olur.

Bisiklete binin. Bilmiyorsanız onu da öğrenin.

Şarkı söyleyin şarkı. Sesiniz güzelmiş, değilmiş boş verin. Sanki şarkıcılarınki çok iyi.

Kaçırmayın hayatı, “yaşadım” diyebilmek için.

 

BAŞARIYLA SÖYLEM İLİŞKİSİ

Başarıyla söylem arasında güçlü bir ilişki vardır.

Galatasaray’ın lig sonuna kadar her galibiyet için 10 Milyon TL prim dağıtacağını söylemesi son derece yanlış oldu.

Şampiyonluğu getirecek olan ne kadar kazanacağını hesaplayan oyuncu değil, şampiyonluğa inanan takım ruhudur.

Tam da o noktada Beşiktaş’ı galibiyete taşıyan Aboubakar’ın “Geriye düşsek bile takım ruhuyla maçları çeviriyoruz” demesi önemlidir.

 

AKLIMDA KALAN

Müthiş bir saptama: Türkiye Komünist Partisi’nin sözcüsü Zeynep Demirel Hatunoğlu TRT’de yaptığı konuşmasında önemli bir saptamada bulundu. Zenginlik ve yoksulluğun etnik kökenle ilgisi olmadığını fark ettiğini söyleyerek, herkese örnek olacak bir özeleştiri yaptı: “Kafamı kaldırdığımda zengin, çok zengin insanlar gördüm. Bunların sayısı çok azdı. Onların sayısı ne kadar azsa, yoksulların, işsizlerin sayısı o kadar çoktu. Bunları etnik kökenlerine göre ayırdığımda bir sonuca ulaşamıyordum. Kürt patronlar gördüm sömürdüğü işçiye köle gibi yaklaşan. Ve Kürt olmayan işçiler tanıdım zamanla benden farkı olmayan, benimle aynı duyguları paylaşan, aynı koşullarda yaşayan.”

Diğer Yazıları