Hüthüt’ün Gölgesinde: İbrahim Kalın ve Devletin Sessiz Dili
Devletin kapısında rüzgâr hep aynı sesle eser: mahrem ile merakın, ketumiyet ile tecessüsün çekişmesi. İbrahim Kalın, o kapının eşiğinde duruyor şimdi, sözün yonttuğu, musikinin yumuşattığı, diplomasinin sertleştirdiği bir figür. 6 Haziran 2023’te Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başına geçtiğinde, haberi okuyanların çoğu unuttu: Türkiye’de istihbarat, sadece saha ve şifre değil; aynı zamanda zihin mimarisidir. Kalın’ın entelektüel profili tam da bu yüzden sıra dışı: hem teoriyle yoğrulmuş bir zihin, hem sahaya alışkın bir diplomasi refleksi...
Onu anlamak için önce kitap rafına uzanmak gerekir. “Ben, Öteki ve Ötesi” yalnız bir akademik tez değil; İslam Medeniyeti ve Osmanlı’nın uzun asırlarına yayılan bir bakış iddiası: ben-öteki diyalektiğini keskinleştirmeden okumak. Kalın bu metinde Batı-İslam karşılaşmasını; anın gürültüsüyle değil, metinlerin sabrıyla tartar. Bu zihin, karar verici koltuğa oturduğunda, sahadaki riskleri kategorik düşmanlıklara kurban etmeden yönetme imkânı da taşır. Çünkü “öteki”ni mutlaklaştırmak, istihbaratta kör noktalar üretir
Bu çizgiyi biraz daha geriye, Osmanlı’ya doğru çektiğinizde karşınıza “kuşçu” ile “kuşçubaşı” geleneği çıkar: devletin gözleri ve kulakları… Hikmetini Hüthüt’ten alan telmih, boş bir edebiyat oyunu değildir; Osmanlı’nın istihbarat soy ağacı, Teşkilât-ı Mahsusa’dan bugüne, efsaneyle hakikatin birbirine değdiği bir hikâyedir. Bu damar, romantize edilmeye de, toptan reddedilmeye de gelmez; kıymeti, yöntemde saklıdır. Kalın’ın söyleminde bu yöntemin izleri; sükûnet, kadim kaynaklara referans kolayca görülür.
Biliyorsunuz, Hazreti Süleyman’ın Hüthüt kuşu, bizim irfanımızda “ilk İstihbarat şefimiz” olarak arifane/latifane bir şekilde değerlendirilir. Bu yüzden Osmanlı’da istihbarat ile meşgul olanlara kuşçu yahut kuşçubaşı denirdi.
Kalın’ı politik kimliğinin dışında takip eden çevrelerin kendisi için kullandığı “Bir paket camel, İbrahim Kalın ve Hi Jolley” sözünü bilmeyenler için tekrar anlatmamız gerekecek.
İbrahim Kalın ve Hi Jolley
İbrahim Kalın’dan bu hikâyeyi yıllar önce ilk kez, yanılmıyorsam, “Batı ve İslam” kitabında okumuştum. Sonraları “Ben, Öteki ve Ötesi” kitabında bazı düzeltmeler yaparak tekrar yayımladı.
Hikâyenin Kalın ile özdeşleşme nedeni bu hadiseyi kamuoyunun gündemine onun sokmuş olmasıdır. Nitekim Abdülhamid’in yakın muhiplerinden Wallece da Kalın’ın kamuoyunda bilinir olmasını sağladığı simalardandır. Kalın’ın Hacı Ali “Hi Jolley” ile özdeşleşmesinin bir diğer nedeni de bulunduğu platformda büyük bir şevkle defaten anlatmasıdır.

Olay şu şekilde cereyan eder:
1846 yılında meydana gelen Meksika Savaşı, ABD ordusunun çöl koşullarında son derece zayıf olduğu gerçeğini gözler önüne serdi. Bir ordu ancak ikmal ile ayakta durabilirdi; ama taşlık ve engebeli arazide eşekler ve atlar ile taşımacılık son derece kifayetsiz bir metottu.
Arizona, California, Nevada, Utah ve Colorado gibi yeni bölgeler henüz keşfedilememişti dahi. ‘Altına Hücum’ devresinde ise bu bölgenin arazisi binlerce ABD’linin telef olmasına neden olurken ekonomiye istenen katkıyı da sağlayamamıştı.
Ulaşım sıkıntısı ortaya ciddi bir asayiş sorunu da çıkartmıştı. Çeteler yağmalar yaparken Kızılderililer de beyaz insanları topraklarından uzak tutmak için güçlü bir isyan içerisindeydi.
Kızılderili Reisi Seatlle’ın ketum mücadelesi, tüm ordusunu sınır hattına sevk eden ABD’liler için iç güvenliği kontrol edilemez bir hale getirmişti. Bu sorunu çözecek ve merkezi otoriteyi yeniden tesis edecek yegâne şey develerdi.
Avrupa’da ve Afrika’da neredeyse gitmediği şehir kalmayan ABD heyetine kimse deve vermiyordu. Heyet nihayet 4 Ekim 1855’de İstanbul’a geldi. Heyetin talihsizliği ise Osmanlı’nın o sıralarda Kırım Savaşı’nda olmasıydı. İstanbul’daki tüm develer bölgeye sevk edilmişti.
ABD’liler nihayet taleplerini Sultan Abdülmecid’e ulaştırmayı başarınca talihleri döndü. Sultan gerekli develeri temin etti. ABD’liler İzmir limanında deve temini konusunda kendilerine yardımcı olacak bir dost edindiler. İşte Hacı Ali’nin hikâyesi böylece başlamış oldu…
Cabbar’ın oğlu Ali, kervanla Mekke’ye gidip Hac farazisini yerine getirmesi nedeniyle Hacı Ali olarak tanınıyordu. Suriye doğumlu olduğu tahmin edilen Hacı Ali’nin tüm hayatı develerdi.
Hacı Ali’nin şimdiki vazifesi maceraperest ABD’lilere deve satın almaktı. Bu ticarette Hacı Ali misafirlere hem kaliteli develer almış hem de dolandırılmalarını engellemişti. ABD ordusunun bu şekilde kurduğu “Deve Birlikleri” kurdu ve Meksikalıların canını okudu.

Hacı Ali'nin düğünü...
Hacı Ali renkli kişiliği ile bu süreçte ABD’liler tarafından çok sevildi. Savaş bittiğinde Ali’nin tüm arkadaşları Osmanlı’ya dönmüştü; ama Ali kendisini Vahşi Batı’nın kızgın topraklarına ait hissediyordu.
Amerikan rüyasına kendisini fazlasıyla vakfeden Hacı Ali, maden kömürü arama ve altın bulma işlerine de girişecekti. Ali develerini bu zorlu işlerde kullanarak önemli vazifeler yapmaya devam etti.
Hacı Ali bu devrede altın bulmaktan çok altın arayanlara ikmal sağlamasıyla ünlenecekti; çünkü haramilerin kol gezdiği böyle bir coğrafyada Ali dürüstlüğü ile dillere destan olmuştu. Hi Jolly olarak tanınan Hacı Ali sonunda ABD vatandaşlığı da kazanarak Philip Tedro ismini aldı.
1880 'de Meksikalı bir kıza âşık oldu ve yüklü bir başlık parasıyla kızla evlendi. Hacı Ali köşesine çekilmiş huzurlu hayatının tadını çıkartırken ABD ordusu ondan son bir görev için ricacı oldu. Hedef ünlü Kızılderili “Gerenimo”nun ta kendisiydi.
Gerenimo şerefli bir Apaçiydi ve ABD ordusuna karşı destansı bir mücadele veriyordu. Hacı Ali bu görevdeki izcilik faaliyetini layıkıyla yerine getirdikten sonra muhtelif bölgelere dağılan ve vefa borcu duyduğu develerini aramaya koyuldu.
Ali, develerin peşinden diyar diyar dolaşınca karısı kendisinden ayrıldı. Hacı Ali, devlerini günden güne bir saplantı haline getirdi. Köşe bucak develerini arıyor ve onları toplamaya çalışıyordu. Bu durum sağlığının bozulmasına da neden olmuştu.
73 yaşında yaşlı bir adamın mecnun misali ABD çöllerinde deve araması halk arasında efsanelere konu oldu. Hacı Ali daha hayatta iken hakkında sayısız hikâye anlatılır olmuştu. Bu hikâyeler onun 1902’deki ölümünden sonra efsanelere dönüştü.
Hacı Ali’nin bilinen son devesi 1946’da Arizona’da yakalandı. Arizonalılar bir halk kahramanına dönüşen Hacı Ali’nin mezarına 1934 senesinde bir anıt dikti. Her sene Hi Jolly törenlerinde korkusuz deve bincisi Hacı Ali’nin ismi yâd edilmekte ve mezarı başında anılmaktadır.
“Bir paket camel, İbrahim Kalın ve Hi Jolley” sözünün özü de budur.

İbrahim Kalın MİT için ne vadediyor?
Kalın, dosyayı önce kavramsallaştırır, sonra saha verisini o çerçeveye yerleştirir; bu da taktik dalgalanmalara stratejik sabırla mukabele etme şansı verir.
İkincisi, dil.
Dışarının dilini, içerinin güvenlik ihtiyacı ile tercüme etmek kriz iletişiminin ta kendisi. Üçüncüsü, ritim.
Diplomaside edindiği “bekle-gör, anla-yanıtla” temposu, istihbaratın ani iniş-çıkışlarını dengeleyebilir. Elbette her terkip gibi zaafları da vardır: teori, sahada gecikmeye; ihtiyat, karar anında fazladan tereddüde dönüşebilir. Fakat iyi istihbarat, hızla değil, hızın ne zaman gerekli olduğunu bilmekle anlam kazanır. Kalın’ın yavaş yavaş acele eden bilgeliği istihbarat ile hikmeti adeta mütemmim cüz gibi birleştirme kudretine haiz bir vaat sunuyor bize.
Üçüncüsü tecessüs meselesi.
Bugün devletin kapısındaki rüzgâr yine aynı sesi taşıyor. Mahrem ile merak hâlâ çekişiyor. Kalın, kapıyı iki kanattan aralıyor: biri kitap, biri saha; biri saz, biri dosya. Bu iki kanat, doğru ritimde çırpılırsa, devlet aklı yeniden havalanır. Yanılma payı elbette vardır; ama istihbaratın sahici üstünlüğü, yanılmayı ucuza mal etme sanatıdır. O sanat, bazen bir cümlede saklıdır: “Öteki’ni mutlaklaştırmadan oku.” Bazen de bir seste: “Hiç oldum.” İkisi birleştiğinde, Hüthüt’ün gölgesinde yürüyen istihbarat için en güvenli rota belirir. Ve Kalın, o rotayı biliyor gibi duruyor.
Her yerde olup ama görünmemek ya da en azından göze batmamak gerektiren bir tariften söz ediyoruz bu hiçlikte. Oysa görünme arzusu taşıyanların taşıyamayacağı bir vazifeye bu anlamda karakter bağlamında Kalın uygun bir çizgide yürümekte şu ana kadar.
Son söz yerinedir.
Ancak kanatlarına adil davranan bir kuş uçabilir. İstihbarat bir tecessüs vasıtası değil, bir tedbir mekanizmasıdır. Bu noktada İstihbarat Başkanı parmak sallayan, tehdit eden veya korkutan bir oyuncu rolüne bürünürse sadece devlet aklı zarar görür. Bu anlamda Prof. Dr. İbrahim Kalın kadim geleneği yeniden inşa edecek bir vaadi temsil ediyor. Bunu başarıp başaramayacağını zaman bizlere gösterecektir.