Bir ilişkide başarı...

Yöneticiliğini yaptığım İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi’nin duvarlarında Bauman’ın bu sözü yazar:

“Herhangi bir ilişkinin başarısı, özünde iletişim başarısıdır.”

Ülkemizde en büyük sıkıntı bu konuda yaşanıyor.

Milli Takımın başına geçtiği günden itibaren Şenol Güneş’in, iletişim sorunlu biri olduğunu yazdım.

Güneş’in başarısının yarısına sahip olanlar, algıda onu kat kat geçiyorlar dedim.

En son, 30 Haziran’daki yazımda, daha 6-0 falan yenilmemişken, “kendisiyle bile iletişimi olmayan adam” satırları vardı.

Görevden alınmasını hızlandıran da iletişim sorunu oldu.

“Bana yalvardılar” demesi işi bitirdi. İlke basitti oysa, her doğru her yerde söylenmez.

Sözcüklerin “yeni silahlar” olduğunun farkında olan pek yok.

Geçenlerde, AK Parti’nin önemli bir yöneticisiyle iletişimsel sıkıntılar üzerine konuşurken şöyle dedi:

“Kiminle konuşsam, ‘iyi işler yapıyoruz ama anlatamıyoruz’ diyor.”

Devam etti, “Kendilerini vitrine koyma derdindeler. İyi iş yapsalar, halka dokunan iş zaten kendini anlatır.”

Haklıydı, “tüketici” tarafımız, pazarlamayı iletişimin önüne geçirdi.

Üstelik sosyal medya çıkalı beri, kurumlar, kişiler iletişim fecaatinin pençesinde.

Oysa erken ya da zamanında seçim nedeniyle, iletişimin çok önemli olacağı sürece girdik.

“Kararsızlar” oranı birinci parti olacak durumdayken hem de.

Cumhurbaşkanı Erdoğan neden önemli mesajlarını küçük gruplara verip, önemsiz konuları kürsüden söylüyor?

Kılıçdaroğlu neden evinin mutfağını daimi iletişim ortamı olarak seçiyor?

İletişim yönetiminde her sözcük, her ayrıntı hedefe ulaştıran köprü gibidir.

Buna rağmen neden dökülüyoruz peki? Özet geçeyim;

Bir, kendilerinin önemine inanıp iletişimin önemine inanmıyorlar.

İki, inanmayınca da eş, dosta iletişim işini yaptırıyorlar.

Üç, iletişime önem veren yeterince zaman vermiyor.

Dört, işin uzmanlarıyla çalışmıyorlar, çalışınca da onları dinlemiyorlar.

Beş, uzman görüşüyle akraba görüşü arasında kalırlarsa akrabayı dinliyorlar.

Altı, konuşabilen iletişim de kurar saçma fikrine sahipler.

Yedi, uzmana sorun çıkınca başvuruyorlar, sorun çıkmasın diye değil.

Sekiz, iletişimciler de kendilerini yenilemiyorlar.

Çok acıklı.

 

SEÇİM OLSA KİME OY VERİRİM 2

Geçen hafta oy vereceğim partide aradığım kriterleri sıralamıştım, ek olarak devam edeyim;

Bir, bakıma muhtaç herkesin (yaşlılar, engelliler, kimsesizler..) kendisini emanet edebileceği kamusal merkezleri açmayı taahhüt edenlere,

İki, ata tohumu başta olmak üzere tarımsal üretimi teşvik edeceğini garanti edenlere,

Üç, müteahhitlere beton dikme işini bıraktırıp bitki ekme işine yönlendirecek olanlara oy vereceğim.

Gittikçe yükselen “kararsızlar”ın sesiyimdir belki.

 

BENCE

Neden “kral çıplak” diyen terzi yamağı hep ben oluyorum, bilmiyorum. Madem öyle, devam;

Bir, televizyonlardaki tartışma programlarının kaldırılması halk sağlığı açısından iyi olur.

Tamam, tartışma programları en ucuz zaman doldurma yolu ancak mevcut haliyle haber kanallarının zaten tartışmalı itibarını iyice sarsıyor.

En son Ahmet Hakan, “Tarafsız Bölge”de bir meslektaşının neden mavi tık alamadığı gibi saçma şeyleri konuşuyordu.

NTV’de, Oral Çalışlar mışıl mışıl uyuyunca canım Seda Öğretir şaşırdı kaldı.

Katılımcının bile dinlemediği programı millet neden izlesin?

İki, Fox Tv’de yeni bir dizi başladı: “Uzak Şehrin Masalı”

Bence çok iş yapar. Neden derseniz, başrol kadında oyunculuk fena. Konu, “Sen Anlat Karadeniz” tadında.

Her şey o kadar kötü ve basmakalıp ki kesin iş yapar, hep öyle oluyor.

Üç, dizi dünyamız, reklam dünyamız gibi kısır döngüde dolaşıyor.

Show Tv’de de “İçimizden Biri” başlıyor. “Yabancı Damat” ile “Yabancı Gelin” karışımı. Oyuncular da oyunculuklar da taklit.

Dört, Akbank Axess kredi kartının yeni marka yüzü olarak Gülse Birsel’i seçmiş. Ne anlamsız ve tuhaf bir karar. Akıl tutulması gibi bir şey.

Madem Axess’i yeniliyorsunuz, marka yüzünü neden reklamlarda bıktırmış, eskimiş biri yapıyorsun?

Peki marka rengi sarı olan karta, marka rengi sarı olan Supradyn‘in hem marka yüzünü kullanıyor hem de aynı zamanda yapıyorsun?

Başka yüz mü kalmadı? Şaka gibi. Ya da Supradyn’in sahibi Akbank da bizim haberimiz mi yok?

Beş, Burak Yılmaz’ın Milli Takım için “içimizdekileri temizlememiz gerekir” ve “onun bunun adamı olarak dolaşanlar”dan söz ettiği açıklamalar dikkate alınmalı. Kim alacaksa artık.

 

SORUN YAŞ DEĞİL Kİ

Oyuncu İrem Sak yeni aşkıyla haber oldu.

Haberin başrolünde sevgililerin yaşları var. Adam yaşça epey büyük, kadın epey küçük olsaydı sorun yapmıyor bizim maskülen medya.

Tersi olunca durumu çimdiklemeden durmuyorlar.

Oğlumuz 24, kızımız 35 yaşındaymış.

Ben size diyeyim bu ilişki biter.

Yok, aralarındaki yaş farkından değil, olgunlaşma farkından biter.

Herkes bilir ki kadınlar, erkeklere göre daha erken olgunlaşıyor.

Daha erken karakterleri oturuyor.

Erkekler ise çok daha ileri yaşta olgunlaşıyor, bazen hiç büyümüyor.

Bu nedenle 35 yaşındaki bir kadın, 24 yaşındaki bir adamla ilişki yaşayamaz, bir süreliğine takılır.

Yalnızlığına genç adamı yara bandı yapar. Sonra da bırakır.

Taraflar acı çekmediği sürece bence bir sakıncası da yok.

İrem Sak ve erkek arkadaşı hadi beni şaşırtsın.

 

CSO’NUN YENİ SALONU

En keyif aldığım ortamlardan biri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konser ortamıdır.

Yeni açılan salona henüz gitme fırsatım olmadı.

Daha doğrusu gidesim de olmadı.

Son yıllarda ülkemdeki yeni şeylerden ürker oldum.

Ya salon şatafatıyla müziğin önüne geçerse dedim.

Salon dediğin uzay üssü gibi olmaz, tersine geçmişin izlerini taşır dedim, gidemedim.

Umarım eski salonu da yıkıp yerine rezidans ya da beton yığını bir yapı yapmaya kalkmazlar.

Umarım o salonu, üniversite kenti Ankara’da müzik öğrencilerinin ortak kullanımına açık mekân yapmayı akıl etmiştir birileri.

Umarım. Lütfen. Keşke.

 

MİLLİ TAKIMIN TEKNİK DİREKTÖRÜ KİM OLSUN?

Hürriyet’in en iyi futbol yazarlarından Uğur Meleke, Milli Takımı yönetecek ismin niteliklerini yazmış.

Ağlayasım geldi. En iyi yazar böyle yazıyorsa. “Bir tek ajandası olmalı, o da milli takımın başarısı” demiş. Başka ne olacaktı ki?

Aykut Kocaman da Meleke’ye “Kılavuzluk yapan karga” dedi, haklı olarak.

Milli Takım teknik direktörünün niteliklerini ben sıralayayım size;

Bir, Federasyonu işine karıştırmayacak biri olmalı.

İki, spor medyasıyla arasına devasa bir mesafe koymalı.

Üç, özeleştiri yapabilecek özgüveni olmalı.

Dört, yorumcu, danışman kılığındaki kan emicilerden uzak durmalı. Özellikle de Şenol Güneş’in “şeytani düzen” diye tanımladığı kişilere bulaşmamalı.

Beş, baskıya dayanabilmeli.

Altı, iletişime açık olup iletişim yönetimine kafası basmalı.

Yedi, mümkünse (ki değil), sözleşmesine “başaramazsam tazminat almam” maddesi koymalı. Zaten bu madde olmadığından her gelen yorganı serip yatıyor.

 

AKLIMDA KALAN

“Bacım” hitabı: Çok sevdiğim yakın bir dostum var. İyi eğitimli, yüksek kültürlü, parizyen, ince ruhlu. Onu aradığımda “Buyur bacım” diye açıyor telefonu. Beni aradığında “Ne yapıyorsun bacım?” diyor. “Bacım”ı duyunca gülümseme yayılıyor yüzüme. Çünkü bu hitap ne onun ne benim tarzım. Onun kız kardeşi var, aralarındaki muhabbetin bana yansıması olabilir ama benim kız kardeşim yok. Zihnimde bir “bacı” kavramı yok. En son, şekerli bir Türkçeyle konuşan siyah tombul sinema karakterimiz “Arap Bacı”da kaldım. Ve fakat, bizimkinin “bacım” hitabı bana sımsıcak geliyor. Neden bilmiyorum, belki de eski naif zamanları hatırlattığındandır.

Diğer Yazıları