Saray’dan sürgüne: Abdülhamid’in gardiyanları

Sultan Abdülhamid Osmanlı padişahları içerisinde saltanatı uzun süren isimlerden biri olmuştur. Ancak onun saltanat süresi, yaklaşık yarım asrı (46 yıl) bulan Kanuni Sultan Süleyman’ınki ile pek tabii ki mukayese edilebilir değildir. Ancak nihayeti itibarıyla Sultan Abdülhamid, meşhur 31 Mart hadisesi ile tahttan indirilmiş, Çırağan Sarayı’nda kalmayı arzusu etmesine rağmen, Selanik’e gönderilmiştir.

İttihatçılar, Abdülhamid’in arzusu hilafına, onun Selanik’te murakabe altında tutulmasının daha muvafık olacağına karar vermişlerdi. Selanik, Müslüman nüfusundan ziyade gayrimüslim unsurların fazlaca olduğu, mason loca ve teşkilatlarının egemen bulunduğu ve kültürel değerler itibarıyla Avrupa’ya daha çok benzemekteydi. Selanik halkının geneli itibarıyla Abdülhamid’e sempati duyduğu da söylenemezdi. Hatta onun kendi şehirlerinde murakabe altında tutulmasından hiç de hoşnut olmamışlardı.

Abdülhamid, beraberinde bazı hanımları, en küçük oğlu, iki kızı ve birkaç hizmetlisiyle, gecenin bir yarısında Yıldız’dan alınarak Sirkeci Tren İstasyonu’na götürülmüş, orada hazır bir surette bekletilen bir trenle yine gecenin bir yarısında, Selanik’e sevk edilmek üzere, Çatalca’ya doğru hareket edilmişti. Zorlu bir yolculuğun ardından nihayet sabaha karşı Selanik’e ulaşılmıştı.

Tren, istasyon harici bir yerde durdurulmuş, Sultan ve beraberindekiler, durumu haber alıp istasyonda bekleşen halka karıştırılmadan arabalara bindirilerek, daha evvelce Selanik valisi marifetiyle apar topar boşalttırılmış olan Alatini Köşkü’ne nakledilmişlerdi. Ancak birkaç yıl kendilerini misafir edecek olan Alatini Köşk’ü hiç de sıcak bir yer değildi. Zira Köşk bütün anlamı ile boştu. Hem de bomboştu. Alelacele boşaltılmasından ötürü içeride sadece bir iki kırık sandalye, oldukça kötü bir masa, bir iki eski koltuk ve kırık dökük şeyler… vardı ve bunlar sadra şifa olabilecek türden ev eşyaları sayılamazdı. Ancak öyle olsa da Köşk’ün yeni sakinleri, başta Abdülhamid’in kendisi, günlerce o eski ve kirli koltukların üzerinde yahut odaların yalın suretteki zemininde yatmak zorunda kalmışlardı. Saray’dan apar topar çıkarıldıkları için hiçbirisi, üstünü başını değiştirmek üzere, fazladan bir elbiseye sahip değildi.

Köşk’ün içi; ‘dışarıdan bakılınca yeşil bir türbe, içine girilince estağfurullah tövbe’, kabilinden bir durum arz ederken harici yönüyle de dikkate şayan bir hale muhatap edilmişti. Denebilir ki 1912-1913 Balkan Savaşlarında Balkan devletlerine karşı bile alınmamış olan askeri tedbirler Alatini Köşkü’ndeki mahlu (tahttan indirilmiş) haldeki bir padişaha karşı tatbike konulmuştu.

Öncelikle Selanik’te bulunan Üçüncü Ordu Kumandanlığı güvenliğin sağlanması yanında Köşk’ün harici ve dâhili idaresinden de sorumlu tutulmuştu. Dolayısıyla da Köşk sakinlerinin emniyet ve idarelerinin layıkıyla sağlanabilmesi için, karma bir komisyon marifetiyle, Meclis-i Mahsusu-i Vükela tarafından da onaylanan, bir talimatname (12 Mayıs 1909) hazırlanıp uygulamaya konulmuştu.

Söz konusu talimatname gereği Köşk, haricen ve dâhilen, sıkı sıkıya korunmaktaydı. Bunun için öncelikle köşkte muhtelif rütbelerden, kendilerine güvenilir olan, 15 subayın istihdamı sağlanmıştı.

Biri bölük kumandanı olmak üzere, yeni idarenin kendilerine itimat ettiği 9 subay kumandasında 250 jandarma neferinden oluşan bir bölük ve bu bölüğe ilaveten yine kendilerine itimat edilir 2 komiser, 6 polis ve 6 kanun neferi köşkün dış korumasını sağlamak üzere görevlendirilmişlerdi. Bütün bu kuvvetlerin başında da, yine kendisine itimat edilebilir hususiyetlere sahip bir Karakol Kumandanı tayin edilmişti.

Diğer taraftan Köşk’e yakın mesafedeki sahil sürekli gözetlenmekte ve Köşk’ün korunması için bir torpido kıyıya yakın ve görevini yapmaya hazır bir vaziyette bekletilmekteydi.

Yine Köşk’e fazla uzak olmayan Küçük Karaburun’da öteden beri var olan piyade kuvveti takviye edilmiş ve tesirli bir batarya topu Karaburun istihkâmlarına yerleştirilmişti.

Köşk’te bulunanların gıda ve mutfak ihtiyaçları için ise, askeriyeden iki subay ile valilik ve zabıtadan birer üyenin katılımları ile ayrı bir komisyon oluşturulmuştu. Komisyon üyelerinin hem emniyetlerini sağlamak hem de takiplerini yapmak maksadıyla da, belediyeden güvenilir 3 komiser, kendilerine refakatçi olarak görevlendirilmişti.

Köşk ve sakinlerinin emniyetini sağlamak üzere görevlendirilmiş olan muhafız müdürü ile karakol kumandanı ve idare heyeti 6, muhafız muavini ile müfettişler 5, sair subaylar ile komiser polis ve belediye komiserleri peyderpey bir surette, 3 ila 4 ayda bir değişime tabi kılınmışlardı. Köşk’ün haricinde olup koruma görevi yapan jandarmalar da yeni jandarmalarla kısım kısım değiştirilmek zorundalardı.

Talimatlara aykırı davrananların yerlerine başkalarının görevlendirilmesi ve yanlış davranış içerisinde bulunmuş olanların, davranışlarının derecesine göre, en ağır ceza ile cezalandırılmaları temel bir kural olarak benimsenmişti.

Köşk’ün etrafındaki bahçe duvarlarının mevcut yüksekliği kâfi görülmediğinden duvar yüksekliğinin 5 metreye çıkarılması; parmaklıkla çevrili kısımların da yine aynı yükseklikte duvara çevrilmesi; bahçeden dışarıya açılan fazla kapıların kapatılarak sadece bir kapının kullanıma açık bırakılması, fakat bu kapının da gayet sağlam ve demirden yapılması kararı alınmış olduğundan bu yöndeki karar derhal icraya konmuştu. Bahçe dâhiline ayrıca Muhafız (Gardiyan) Müdürü ve nöbetçi muhafızların (gardiyanların) dinlenme ve ihtiyaçlarını giderebilmeleri için bir baraka da inşa edilmişti. Bahçe duvarlarının dış köşelerine 4 adet 30-40 askeri barındırabilecek genişlikte kargır ve ayrıca tramvay deposu yakınları ile sahilde, filika kahvehaneleri önünde ve köşkün bahçe kapısı karşısında, 15 kişiyi barındırabilecek, 4 küçük karakol inşa edilmişti.

Bahçe, takılan 8-10 adet lamba ile muntazam bir surette aydınlatılmıştı.

Köşk’e fazlaca yakın olmalarından ötürü 1 ve 2 numaralı evler istimlak edilmiş veya kiralanmak suretiyle bölük subayları ve idare heyeti ile sair memurların ikametine tahsis olunmuştu.

Köşk civarında güvenlik alanı kapsamına dâhil olan yerlerde halkın toplanmasına ve köşkün etrafında bulunan mevcut caddeden geliş gidişlere asla müsaade edilmemişti.

Cadde üzerinde bulunan kulübede, muhafızlık (gardiyanlık) kadrosundaki 2 polis memuru nöbet tutmaktaydı.

Köşkün dışında, harici güvenliği sağlayan bir piyade bölüğüne ilaveten 50 kişilik bir müfreze birliği de vardı. Rumeli’deki jandarma alaylarından tertip edilen bu birlik karakol kuvveti olarak vazifelendirilmişti.

Balkan Savaşlarının Osmanlı Devleti adına olumsuz olarak seyretmesi ve Selanik’in işgal edilme ihtimalinin muhakkak hale gelmesi üzerine Sultan Abdülhamid, çıkarıldığı bir deniz yolculuğu ile Beylerbeyi Sarayı’na getirilmişti. Ancak onun murakabe altında tutulduğu yeni ikamet adresi de, harici ve dâhili bakımlardan, Selanik’teki kadar olmasa da, yine oldukça katı kuralların tatbike konulduğu bir murakabeyi geçerli hale getirmişti. Abdülhamid, çocukları ile aynı şehirde, İstanbul’da, olmasına rağmen onlarla görüşme imkânına sahip değildi. O çocuklarına hasret, çocukları da ona hasretti. Kızlarından bazıları bazen sahilde bulunan köşklerinden, bahçeye çıktığında kendisini dürbünle izlemeye çalışmakta, el kol sallayarak onun dikkatini çekmek için uğraşmaktaydı. Ancak o öyle bir halin varlığını fark edince, İttihatçı idarenin pençesine düşerek ıstırap çekilmesini istemediğinden, dönüp tekrar içeriye girmeyi tercih etmekteydi.

O, sadece kız evlatlarıyla, o da bayramdan bayrama olmak üzere, görüşebilmekteydi. Erkek evlatlarını görmesi ise mümkün değildi. Erkek çocuklarından sadece bir ikisini, o da zaruri sebepler gereği ve istisna kabilinden olmak üzere, görebilmişti.

10 Şubat 1918’de vefat ettiğinde, bir kısmı İstanbul’da olmalarına rağmen, o yine çocuklarına hasret ve onları etrafında göremeden hayata veda etmek zorunda kılmıştı.

Sultan Abdülhamid’in Selanik’e sürgün edilmesi ve zorunlu ikamete tabi kılınarak Alatini Köşkü’nde gözetim altında tutulduğu yıllarda bir hayli subay, er ve takviye kuvvetlerinin görevlendirilmiş olmasının gerisindeki esas sebep onun hayatını muhafaza etmeye asla yönelik değildi. Bilakis, onun kaçması veya kaçırılmasına fırsat verilmek istenmemişti.

Şayet aksi bir durum söz konusu olsaydı, teşebbüsü nedeni ile hesaba çekilmemiş bulunan, Mülazım (Topçu veya Tayyareci Kürt) Salim Bey Abdülhamid’e ateş edip onu vurmaya kalkışmazdı.

Esasen 31 Mart hadisesi vuku bulmuş ve nihayetinde Abdülhamid tahttan indirilmiş olsa da İttihatçılar nazarında o hale son derece güçlü bir siyasi figürdü. Hariçte ve dâhilde sevenleri olmasının ötesinde sahip olduğu maddi serveti, 33 yıllık idari ve siyasi tecrübesi onu tehlikeli kılan en temel unsurlardan sadece ikisiydi. Abdülhamid, yıllarca süren bir mücadelenin neticesinde nihayet muhalifleri karşısında yenilmişti ve ayağa kalkmasına bir daha ve asla izin verilmemeliydi. ‘Aslan’ şayet bir daha kükrerse artık ona hâkim olmanın ne imkânı ne de ihtimali vardı. O nedenle onun bulunduğu köşkün içi ve dışı muhafızlarla donatılmış, duvarlar yükseltilmiş, değil insan, havadan uçan kuşa bile hesap sorulmuş, hülasa; Kara Burun’dan İstanbul Boğazı’na kadar Abdülhamid’in çevresi bütün yönleri ile sarılıp kuşatılmıştı.      

Tüm yazılarını göster