ÖZENİLEN İTTİHATÇILIK BU ÜLKE İNSANLARINA BAHAR DEĞİL ÖLÜM GETİRDİ

31 Mart 1909’da Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren Enver, Talat, Cemal, Mahmut Şevket ve emsali Jön Türk liderlerinin dillerinde Sultan Abdülhamid ve idaresini lanetleyen özgürlük, eşitlik ve kardeşlik tarzı ithal söylemler vardı.

Abdülhamid’in tahttan indirilmesi sonrasında imparatorluğa bahar geleceği iddia olunmaktaydı. Ancak ihtilal sonrasında ülke bütünüyle kan deryasına dönmüş, onlarca insan asılmış, kurşuna dizilmiş ve binlerce insan yurdundan yuvasından edilerek sürgüne gönderilmişti.

Öyle ki Hareket Ordusu daha İstanbul’a girmeden Jön Türkler kendilerine muhalif insanları tutuklayıp cezalandırılmaya başlamıştı. İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti mensubu diye nitelenen birçok insan 21 Nisanda feci surette dövülmüş, 22 Nisan günü ise 330 kişi tutuklanarak hapsedilmişti.

İttihatçı ordu daha Ayastefanos/Yeşilköy taraflarında iken Jön Türkler Saray’a mensup bazı isimleri isyan hadisesi ile alakalı görüp talep etmişlerdi. Abdülhamid’in yaveri Şakir Paşa, sabık sadrazam Kâmil Paşanın oğlu Tuğamiral Said Paşa, ikinci harem ağası Emin Bey, Emlak-ı Şahane Nazırı Halit Bey ve Abdülhamid’in hususi tabibi Nureddin Paşa bu minvalde kendilerine teslim edilmesi talep edilmiş kimselerdi.

Daha İstanbul’a girilmeden başlatılan tutuklama ve kurşuna dizmeler şehrin teslim alınmasından sonra ise bir hayli asker ve sivilin tutuklanarak feci suretlerde cezalandırılmaları ile devam etmişti. Öyle ki şehirde hemen her saat başı günlerce süren tutuklama ve cezalandırmalar söz konusu olmuştu.

Jön Türkler bu noktada isyandan sorumlu gördükleri herhangi birinin kaçmasını önlemeye çalışmışlardı. Bu maksatla İstanbul mahalleleri Hareket Ordusu neferleri tarafından kuşatmaya alınmış, gruplar halindeki askerler ellerindeki listede isimleri olan asileri bulmak üzere şehrin muhtelif yerlerinde dolaşmaya başlamış ve pek tabii ki şehri de yağmalamışlardı.

Jön Türklerin esasen 31 Mart hadisesi dolayısıyla öncelikle İstanbul’da ve genel olarak da imparatorluk dahilinde tam bir temizlik yapma niyeti mevcuttu.

Hareket Ordusu’nun önde gelen askeri kumandanlarından biri bu duruma işaretle:

Tam bir temizlik yapmak niyetindeyiz. Son darbeyle bağlantısı olduğundan şüphelenilen herkesi yargılayacağız. Kişiye ve makama saygı gösterilmeyecektir. En yükseği bile kaçamaz. Başkent'e yavaş yaklaşmamızın nedeni, muhtemel bir dış müdahale için bir mazeret teşkil edecek karışıklıklardan kaçınmaktır

 beyanında bulunmuştu.

Makedonya birliklerinin komutanı Mahmut Şevket Paşa da Jön Türklerin tutumunu şu şekilde ifade etmişti:

İşleri aceleye getirmeyeceğiz, ancak şehri isyancılardan ve genel olarak istenmeyenlerden temizlememiz ve bu amaçla bir süre daha kuşatma durumunu sürdürmemiz gerekiyor. Şu anda Harbiye Nezareti'nde 13 Nisan (31 Mart) isyanını araştırıyoruz ve bu isyanın kışkırtıcılarını ne kadar yüksek rütbeli olursa olsun cezalandıracağız.

Böyle bir niyetin neticesinde örneğin İttihatçılar 24 Nisan Cumartesi gününden 26 Nisan Pazartesi sabahına kadarki 3 günde içlerinde yüksek kademeden isimlerin de olduğu 10.000’den fazla kişiyi tutuklanmıştı. Sadece Harbiye Nezareti kışlasında 6.000 tutuklu bulunmaktaydı.

26 Nisan itibarıyla yüzlerce tarikat mensubu da dâhil olmak üzere gerici sayılan 4.000 asker tutuklu haldeydi.

Jön Türkler asi, casus ve gerici saydıkları kimseleri bulup yakalayıp tutuklamakta son derece kararlı ve azimli olmuşlardı. Bu anlamda kaçan 5 askerin dahi bulunup getirilmesi için devriyeler görevlendirmişti. Yapılan aramalar neticesinde bu askerlerden ikisi Kartal yakınlarında çıkan çatışma neticesinde öldürülmüştü.

Donanma cephaneliği 2 Mayıs sabahı erken saatlerde büyük bir kuvvet tarafından kuşatılmış ve yaklaşık 500 kişilik bir deniz taburu silahsızlandırılmış, isyan sırasında işlenen cinayetlerin çoğundan sorumlu görülen bu askerler hakkında soruşturma başlatılmıştı.

Tutuklamalar konusunda Jön Türkler hiç de hoşgörülü olmamışlardı. 1909 Mayısının son iki günde (28-29 Mayıs) isyan ile ilişkilendirilerek 15.000 asker ve kışkırtıcılık yaptıkları iddiasıyla 6.000 softa tutuklanmıştı.

Neticede İstanbul’daki kışlalar bağnaz kabul edilerek tutuklanan insanlarla dolup taşmıştı. Zira Jön Türkler Yıldız Sarayı’nda görevli olup görevden alınmalarını istedikleri dışında hiç kimseye dokunmayacaklarını vaat etmişlerse de verilen sözler çabuk unutuluvermişti.

Tutuklananlar arasında Prens Sabahaddin, Erzurum’daki Dördüncü Kolordu'nun sabık komutanı Mareşal Zeki ve Haremağası Nadir Ağa da vardı.

Prens Sabahaddin ayaklanmaya aktif surette karıştığı şüphesiyle, bütün ailesi ile birlikte tutuklanmıştı.

The San Fransisco Call gazetesinde yer alan bir değerlendirmeye göre Prens Sabahaddin’in tutuklandığı haberi dış çevrelerde ve Paris'teki birçok arkadaşı arasında büyük bir şaşkınlık yaratmıştı.

Haremağası Cevher Ağa, Tevfik Bey (Gümrük Dairesi), Lütfi (Volkan editörü), Tayyar (Devlet Meclisi Üyesi), Mustafa (eski Sultan Abdülhamid'in tütüncü) ve Fevzi ise 27 Mayıs’ta tutuklanmışlardı.

Sultan Abdülhamid’in ailesi ve bendeganı 27 Nisan’da Jön Türkler tarafından oldukça kötü bir muameleye muhatap kılınmışlardı. Haremağaları, Hafiye Teşkilatı üyeleri ve sayıları 600’ü bulan daha başkaları Harbiye Nezareti kışlasına sevk olunarak orada hapsedilmişlerdi.

Tutuklananlar sadece askerler ya da Saray bendegânı kimseler değildi; saraydaki 300 kadar aşçı, çok sayıda müzisyen ve gereksiz görülen ya da asalak sayılan kimseler de tutuklananlar arasında yer almıştı.

Yapılan tutuklamaların görünürdeki nedeni tutukluların isyana doğrudan veya dolaylı bir surette sebebiyet vermiş olduklarıydı. Ancak muayyen bir sayı dışında kimin isyanda rol aldığı veya almadığının da aşikâr bir delili yoktu. Dolayısıyla da yapılan tutuklamalara bir mesnet gerekmiş, dolayısıyla da tutuklamaların gerici ve isyancı olarak adlandırılan grupların işgal ettiği binalarda ele geçirilen üye listeleri dâhilinde tutuklandıkları dile getirilmişti. Oysaki yapılan tutuklamalar genel olarak hükümet değişikliği ile ilgili herhangi bir sıkıntı çıkmaması için gerekli görülen bir önlemden ibaretti. Ancak durum bu suretle izah edilemediği için tutuklananlar ile ilgili asılsız suçlamalarda bulunmak kaçınılmaz olmuştu.

The Times’da yer alan bir haberde de belirtildiği üzere bu anlamda örneğin tutuklanan asker ve isyancıların üzerinden yüklü miktarda para çıktığı iddia edilmişti.

The Times ilgili haberinde şöyle demekteydi:

Üzerinde 2.700 lira ve Kâmil Paşanın oğlu Said'in suç ortaklığını kanıtlayan yazışmalar bulunan ünlü gerici Kömürcü Ahmet ile birlikte 150'den fazla softa yani softa kılığına girmiş kişi tutuklandı. Burada tutuklanan isyancıların ve softaların birçoğunun ellerinde hatırı sayılır miktarda para bulundu ve bunların çoğunluğu, paranın Saray tarafından verildiğini beyan ediyor.

Oysaki Jön Türkler daha şehre girmeden Saray’a bir isim listesi sunmuşlar ve listede adı bulunanların kendilerine teslim edilmelerini istemişlerdi. Kuşatma ve çatışmalar sonrasında şehrin ve Saray’ın ele geçirilmesinden sonra ise söz konusu listede adları yer alan şahısları bulup tutuklamak ve yargılamak üzere harekete geçmişlerdi.

Tutuklananların sayısı fazla olmasından ötürü bunlar Harbiye Nezareti kışlası ve Marmara Denizindeki Büyükada başta olmak üzere muhtelif yerlere gönderilmişlerdi.

Büyükada tutuklu bulunan sabık bakanlar ve saray mensupları taşradaki kalelere gönderilmek üzere, bilahare Harbiye Nezareti’ne nakledileceklerdi.

Tutuklu bulunanlara şiddetle muamele edilmiş, özellikle gerici oldukları düşünülerek tutuklanmış bulunan softaların çoğuna acımasızca davranılmıştı. Darp edilmelerinin yanında ağır cezalara çarptırılanlar çözme ve kaçma ihtimali olmayacak surette iple bağlanmışlardı. Sadakatleri hakkında şüphe duyulanlar hiçbir surette salıverilmemişlerdi.

Jön Türkler isyana katılımla suçlananları yargılayıp cezalandırmak üzere Harbiye Nezareti’nde Selanik'ten Üçüncü Kolordu'nun komutan vekili Hadi Paşa başkanlığında bir askeri mahkeme oluşturmuşlardı.

Askeri Mahkeme’ye ilaveten şehrin muhtelif yerlerinde Tophane müşiri Hurşit Paşanın başkanlığında 3 ayrı araştırma komisyonu kurulmuştu. Avrupa yakası da dahil olmak üzere her yerde suçluları bulmak üzere coşkulu bir surette arama başlatılmıştı.

Bütün tutuklular Harbiye Nezareti’nde yargılanmış da değildi. Şüphelilerden bazıları kahvehanelerin önünde doğaçlama olarak kurulmuş olan mahkemelerde yargılanmış, bunlar ya serbest bırakılmış ya da hapse mahkûm edilmişlerdi.

Karşı koyanlar ise hemen oracıkta vurularak öldürülmüşlerdi. Jön Türk saflarından kaçmış olan 100 kadar asker bu suretle infaz olunmuşlardı.

Tutukluların yargılanıp cezalandırılmalarında zaman tahdidi söz konusu değildi. Tatil günü olmasına rağmen, askeri mahkemelerce karar alınabilmiş ve isyana rolü olduğu iddia edilen bazı isimler ölüme mahkûm edilmişlerdi.

Hareket Ordusu tutukluların tümü askeri mahkemede yargılanıp cezalandırılıncaya kadar şehri terk etmemişti.

Mahmut Şevket Paşa isyana karışanların yargılanma sürecinin tamamlanmasından sonra şehrin askerlerden arındırılacağını, sadece şehrin güvenliği için Makedon askerlerden bir kısmının şehirde kalarak jandarma görevini yürüteceklerini belirtmişti.

İstanbul’da bulunan Askeri Mahkeme isyan ile alakalı görülerek tutuklanmış olan birçok insanın kaderine hükmetmişti.

Öncelikle yargılananlar arasında 63 subay ve 37 sivil beraat ederken 5 hoca ve 100 kişi ise idama mahkûm edilmişti. İsyana karışmış olan erlerden bir kısmı ordudan atılmış, sairleri ise subayları ile birlikte kurşuna dizilmişti. İzmir, Manastır ve diğer eyalet merkezlerinde idamlar gerçekleştirilmişti.

Mizan gazetesi editörü Murad Bey 3 Mayıs’ta Askeri Mahkeme karşısına çıkarılmıştı. Haremağası Cevher Ağa, gümrükçü Tevfik Bey, Volkan gazetesi editörü Lütfi Bey, meclis üyesi Tayyar, Tütüncü Mustafa, Halif ve Fevzi idama mahkûm edilenler arasındaydı. Yıldız Sarayı'na ateş açmaları emredilen Asar-ı Tevfik savaş gemisinin subaylarına suikast düzenlemekle itham edilen 24 Türk askeri ve denizcisinin asılmasına karar verilmişti.

21 Nisan’da Hareket Ordusu askerleri arasında komutanlarına bağlılıklarını baltalamaya çalıştıkları iddiası ile 10 ajitatör, askeri mahkemede yargılanmalarının ardından, Ayastefanos'ta kurşuna dizilerek idam edilmiş, birkaç gün sonrasında da benzer suçlamalarla 40 kişi daha tutuklanmıştı.

24 Nisan’da 10 kişi askeri mahkemenin vermiş olduğu hüküm gereği kurşuna dizilmişti.

26 Nisan’da ise 5 kişi ölüme mahkûm edilmiş ve cezaları hemen o gün öğleden sonra icra olunmuştu.

27 Nisan’daki idamlara ilaveten 28 Nisan’da 13 kişi daha idam olunmuştu.

29 Nisan’da ise Askeri Mahkeme İstanbul’daki ordu kumandanlarından 250’sini isyan ile ilişkili görerek ölüme mahkûm etmiş ve cezaları tehir olunmaksızın infaz edilmişti.

3 Mayıs’ta 13 kişi daha idam olunmuştu. İdam edilen 5 hocanın cesetleri saatlerce idam sehpasında asılı tutulmuştu.

12 Mayıs’ta İstanbul halkı 23 kişinin idam edilmesine şahitlik ederek bir kez daha şaşkınlık içinde kalmıştı. Bunlardan 8’i amirallik binasının dışına, 4’ü Yıldız Sarayı’nın birkaç yüz metre yakınında, 5’i Harbiye Nezareti binası haricinde ve diğerleri de başkentin farklı yerlerinde infaz olunmuşlardı.

17 Mayıs günü sabah saat 03.30’da Ayasofya Camii karşısında yer alan Meclis Binası önünde 5 kişi idam olunmuştu. Askeri Mahkeme bu kişileri 31 Mart hadisesi sırasında 3 subayı öldürdükleri suçlaması ile yargılanmış ve suçlu bulmuştu.

Askeri Mahkemece verilen karar gereği Abdülhamid’e sadakatle bağlı bulunan 2.000 kişinin hayatına son verilmiş, fakat bu rakam da muhalifleri cezalandırıp sindirmek için yeterli görülmemişti.

Enver Paşa o günlerde yaptığı bir açıklamada, Askeri Mahkeme kararları sonucu 100 infazın daha olacağına ve daha birçok kişinin ağır işlerde hapis cezasına çarptırılacağını belirtmişti.

Mayıs ortalarında Selimiye Kışlası’nda iki subay ve İstanbul’da 3 polis isyan ile alakaları olduğu gerekçesi ile idam edilmişlerdi.

27 Mayıs’ta Abdülhamid'in haremağası Cevher Ağa ve diğer altısı, 31 Mart hareketine katıldıkları gerekçesi ile ölüme mahkûm edilmişler ve bu karar derhal icra olunmuştu.

Temyiz Mahkemesi üyesi Arif Bey Beylerbeyi’nde polise mukavemeti sırasında öldürülmüştü.

Askeri mahkeme yargılamalarında fazlası ile katı ve pervasız davranmıştı. Tutuklananlar bir yana tutuklanamayan ve hatta İstanbul’da olmayanlar bile gıyaben yargılanmış ve aleyhlerinde hüküm verilerek idama mahkûm edilmişlerdi. Bu anlamda İstanbul’da olmayıp Mekke’ye hacca gitmiş olan 5 hoca mahkeme tarafından ölüme mahkûm edilmişti.

İnfaz yerleri genel olarak mağdurların kendilerine isnat edilen cinayetleri işlemekten suçlu bulundukları yerler olmuştu. Ancak bazı suçluların idamı muhtemel isyanların çıkmasını önlemek maksadıyla başka kasaba ve beldelerde gerçekleştirilmişti.

Ölüm cezasına çarptırılanlardan, en azından muayyen bir kısmı, şehrin surlarının dışına çıkarılıp kurşuna dizilmişlerdi.

İstanbul’da idamları gerçekleştirildiği en belli başlı yerler Galata Köprüsü, Babıali, Harbiye Nezareti, Ayasofya Meydanı ve İstanbul mıntıkaları olmuştu.

İdamlar, kentin çeşitli yerlerinde ve halka açık surette icra edilmiş olmasının gerisindeki amaç idamlardan herkesin ders alması gayesi güdülmüş olması dolayısıylaydı.

Hakikaten de gerçekleştirilen idamlar İstanbul’da o vakte kadar görülen en dehşet verici hadise olmuştu. Kurbanlar makaralarla yerden kaldırılarak üçayaklı darağaçlarına asılmakta ve yavaşça boğularak ölmeleri sağlanmaktaydı. Bu duruma muhatap olanlar kadar şahit olanlara da büyük bir acı ve korku yaşamaktaydı.

Kurbanların her biri tulum tarzında beyaz elbiseler içerisindeydi. Her birinin göğsünde adı ve hangi suçtan dolayı asıldığı yazılı pankartlar vardı. Açık sokaklarda ve göze çarpan yerlerde darağaçlarının kurulmuş olması nedeniyle binlerce kişi idamlara tanık olmuştu. İdam edilenlerin fotoğraflarının çekilmesini yasaklamak için polisler özel bir gayret göstermiş, ele geçirilen kameralar hemen oracıkta parçalanmıştı.

Sarayın ikinci hadımı ve Sultan Abdülhamid’in gözdesi Nadir Ağa, Galata Köprüsü'ne asılmıştı. Nadir Ağa, iri yarı Nübye’li bir köleydi. Jön Türkler onu Abdülhamid'in gizli emirlerini ve entrikalarını yerine getirmek için güvendiği üç adamdan biri olarak görmüş, İstanbul’un yabancı sakinlerinin katledilmesini tasarladığına ve 31 Mart hadisesinin patlak vermesinde belirleyici olmakla suçlamışlardı.

Nadir Ağa İstanbul'u Galata ve Pera mahallelerine bağlayan Galata Köprüsü’nde 28 Nisan sabahı şafak vakti asılmıştı. Sabah saat 08.00'e kadar cesedi idam sehpasında sallandırılmış ve dolayısıyla binlerce kişi Nübye'li Nadir Ağa’nın akıbetine dehşet içinde şahit olmuştu.

Askeri mahkeme tarafından 31 Mart isyanını organize etmekle suçlanmış olsa da Nadir Ağanın bütün günahı Sultan Abdülhamid’in bendeganı olması ve asılması suretiyle diğer bendegan ve Hamidiye taraftarlarının muhtemel ayaklanma girişimlerini önlemek maksadı dolayısıylaydı. Bu noktada onun idamı ve darağacında hazin suretteki asılı hali etkili de olmuş, İstanbul ahalisi durumdan bir hayli etkilenmişti.

Abdülhamid’in yaveri Çerkez Mehmet Paşa ve adı kötüye çıkmış hafiye Hakkı Bey de idama mahkûm edilenler arasında yer almıştı.

Sultan Reşat’ın daha fazla insanın idamını onaylamak istememesi ve bu noktadaki itirazlarına rağmen idamlar sürüp gitmiş, Askeri Mahkeme idam cezalarına ilaveten hapis ve sürgün cezaları da vermişti. Ulemadan Hoca Rasim Efendi örneğin isyanda rolü olduğu gerekçesi ile ömür boyu hapse mahkûm edilmişi.

Gıyabında hüküm verilen İkdam gazetesi editörü Ali Kemal Askeri Mahkeme tarafından casuslukta bulunduğu suçlamasıyla daimî sürgün cezasına mahkûm edilmişti. Bursa’da isyana teşebbüsten ötürü tutuklanan çok sayıda alaylı subay ise Eğedeki takımadalardan birine sevk ile cezalandırılmışlardı.

Marmara denizinde bulunan adalar da sürgüne gönderilenlerden bir kısmına ev sahipliği yapmıştı. Büyükada’ya gönderilenler bu nedenle Ada Sakinleri şeklinde anılmışlardı.

Yargılanarak kendilerine ceza verilen askerlerden bir kısmı ise trenle Selanik’e sevk olunmuş, Birinci Ordu'nun dağılmış birliklerinin çoğu Makedon vilayetlerinde yol yapımında ve diğer kamu yararı işlerinde istihdam olunmuşlardı. Dolayısıyla da isyan ile alakalandırılan 10.000 kişi yol yapımında çalıştırılmak üzere Makedonya’ya gönderilmişi.

İdam, hapis ve sürgün ile yetinilmemiş, Meşrutiyetçilerin talepleri gereği, İstanbul’da garnizonda bulunan birliklere ayrıca Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ettirilmişti.

Bugün ve zaman zaman özlemi duyulan komitacılık, İttihatçılık, İttihatçı liderlere duyulan hayranlık bu ülke insanına sulh, sükûn ve refah değil, bilakis kaos, çatışma ve parçalanıp yok olma tehlikesinden başka bir sonuç sağlamadı.

Tarih ders almasını bilenler için eşsiz bir hazinedir.

Tüm yazılarını göster