Baklava ve rüşvetin metafiziği...
Manavgat’taki rüşvet görüntüsü ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının bize hatırlattıkları…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan son grup toplantısında CHP’deki yolsuzluk operasyonları üzerinden muhalefeti hedef alırken haraç-baklava ilişkisine şu sözlerle göndermede bulundu;
“Yargı gelmiş geçmiş en büyük hırsızlık çetesine yönelik soruşturma başlattı. Şikâyet edenler de edilenler de CHP’li. Halk Partisi olmuş Haraç Partisi. TOKİ ile yarışacak dedikleri projede demirden çaldılar. Şimdi en meşhur markalarımızdan baklavayı bile lekelediler.”
Baklavanın kökeni ve kısa tarihi
Bugünlerde siyasetin gündemini meşgul eden baklavanın Moğolca bir kelime olan -bakala- kelimesinden geldiği tahmin edilmektir. Kelimenin tam manası -katlamak- anlamındadır.
Esasen bizim kültürümüzün esas harcı pekmez ve süttür. Baklava ve şerbetli tatlılar Osmanlı sarayında asırlarca iltifat görmemiştir.
Baklavanın İstanbul’da yaygınlaşmasını sağlayan Yeniçeriler ve fukara halktır. Bu tatlının en önemli özelliği hamur ve şerbet harcının merkezdeki iki malzeme olmasıdır. Bu sayede kişi baklava ile hem karnını doyurmuş hem de lezzet almış olur.
Padişahların, Yeniçerilere yaptığı jestlerden birisi Baklava pişirimi için odun hediye etmekti. Bu vaziyet resmi kayıtlarımıza dahi yansıyacaktı;
“Arz-ı bendeleridir ki
Beher sene ramazan-ı şerifinde ber vech-i mu’tad ihrac olunan baklava tabhı lâzimesi içün yirmi beş çeki hatab İstanbul ağası tarafından verilegeldiği mukayyed olmakla iş bu sene-i mübârekeye mahsûben dahi i’ta olunmak ricasıyla arz-ı haldir malûm-ı devletleri buyrulduk da sâbıkı mucibince ol mikdar çeki hatab verilmek üzere baş muhasebeye kayd olunub suret verilmek babında fermanın devletlü saâdetlü sultânım hazretlerinindir.
Devletlü inâyetlü merhametlü Sultânım hazretleri sağ olsun” (Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi – 127/6453)
Bugünlerde Baklavanın marka değeri üzerinden kavga etsek de tarihte baklava konusunda asıl hasmımız Haleplilerdir.
Aslına bakılırsa kadayıf kültürü bir Arap kültürüdür. Türkler, Araplara göre baklava ile çok geç tanışmışlardır.
Yine de Antepliler, Halepli ustalarını öylesine iyi taklit edeceklerdi ki bugün Gaziantep baklavanın beşiği konumuna yükselecekti.
Baklavanın bir saray tatlısına dönüşmesi Kırım Savaşı sonrasını bulur. Beyoğlu’nda art arda açılmaya başlayan çikolata dükkanlarına nazire yaparcasına Gaziantepliler de Karaköy civarında baklava dükkanları açmaya başlar. Başka bir deyişle İstanbul’da her sahada görülen Doğu-Batı çatışması tatlı sahasında da kendisini gösterir.
Baklavanın yanında olmazsa olmaz dediğimiz Türk kahvesinin de hem siyasi hem de sosyolojik olarak sicili hayli kabarıktı.
Siyaset ve Türk kahvesi
Ebu’l-Tayyib el-Gazi’nin rivayetine göre bu içeceğin mucidi Hz. Süleyman’dır.
Yemen’de tasavvuf ehlinin zikirlerde kullandığı bu sihirli içecek Mısır’a oradan da İstanbul’a gelir.
Bu içecek defalarca alimlerce fetva yoluyla yasaklandı. Büyük kadılarımızdan Ebusuud Efendi; bu içeceğin siyasi dedikodulara kapı aralaması, sahte ilimlere meyyal kişilerin tüketmesi ve ibadetleri geciktirmesi nedeniyle yasaklayacaktı;
“Mes’ele: Dinin koruyucusu Sultan, pek çok defa kahvehaneleri yasakladı. Bununla birlikte, bir grup kötü adam buna aldırış etmez, fakat kahvehaneleri geçinmek için işletir. Kalabalıkları çekmek için, tüysüz çırak çalıştırırlar; satranç ve dama gibi oyun ve eğlence araçları edinirler. Şehrin hovardaları, dolandırıcıları ve serseri delikanlıları afyon ve haşhaş tüketmek için orada toplanırlar. Bütün bunlardan daha önemlisi, onlar, oyunlarla ve sahte bilimlerle en yüksek derecede meşgullerken, kahve içerler ve kendilerine emredilen duaları ihmal ederler. Yasal olarak, kahve satanları ve içenleri önleyebilecekken önlemeyen kadıya ne yapmalı?
El-cevap: Böyle çirkin işleri yapanlar acımasız ve uzun hapis cezasıyla alıkonmalı ve bu işler önlenmelidir. Onları bu işleri yapmaktan alıkoyamayan kadılar kovulmalıdırlar.”
Kanuni Sultan Süleyman’ı bir kenara bırakın en şedit padişahımız Dördüncü Murat dahi ne kahveyi ne de kahvehane kültürünü engelleyebilmişti.
Kahve kültürü hem Viyana Seferi hem de Türk modası furyası sırasında Avrupa’ya intikal eder. Yalnızca kahve kültürü de değil; Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un yerden yere vurduğu kahvehane kültürümüzü de Avrupa’ya ihraç etmeyi başarmışız.
Öyle ki Fransız devrimini gerçekleştiren Victor Hugo gibi isimler Türk kahvesi eşliğinde siyasi devrimlerini planlayıp adına kulüp dedikleri kahvehanelerde toplanıyordu.
Türk kahvesinin dünyanın geri kalanına pazarlanması ise Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşir. Savaşa sonlara doğru dahil olan ABD’li askerler Avrupalıların meftun şekilde içtiği Türk kahvesini hiç beğenmez. Bunun yerine kahveyi bol sıcak suyla karıştırıp bir bez marifetiyle süzerler. Türk kahvesi ismi yerine de Avrupalıların kendilerine hitap ettiği şekliyle Amerikano ismini verdikleri bu içeceği kısa sürede sahiplenip benimserler.
Sadece kahve de değil, baklavanın bir diğer suç ortağı Türk çayının da ilginç ve son derece politik bir tarihi bulunmaktadır.
Çay mı kahve mi?
Bugün ince belli bardakta sıcak ve bazen şekerle ama yalnızca su katarak tükettiğimiz çay öylesine kimliğimizin parçası ki sanki asırlardır tüketiyoruz.
Oysa çayın halkça benimsenmesinin tarih toplamda 60-70 küsur yılı bulmaz, elbette Tanzimat dönemine kadar görülse de halkın nazarını cezbetmez. Ayrıca çay ilk yaygınlaştığında Hindistan’dan gelmesi ve İngilizlerce tüketildiği bilinmesi nedeniyle halk tarafından alafranga bir içecek olarak görüldü.
Bu yüzdendir ki kahvehanelerde çoğunlukla çay tüketsek de çayhane değil; kahvehane demekteyiz.
Konu konuyu açıyor, Üstat Sezi Karakoç’un dizlerini hatırlayalım;
“Başköşeyi kim aldı, kime verdin?
Bir bardak soğuk su gibidir onlar
Ellerinin uzandığı her masada taş gibi bir çay.
Bizim içtiğimiz çay da çaydır.
Çarpık dudaklı, ezik gözlü allı mavili çaylar
Şehirlerden çok güneş vardır o çaylarda
O çaylar dağları bin parça eder getirir.
Yaşamayı çağıl çağıl getirir.
Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir onlar
Judy Garland gibi çay, kan gibi çay
O çaylardan su içenlerin gözleri
Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardağınızda.”
Velhasıl-ı kelam, siyasetin baklava gündemi bizi birazcık asıl vahim konudan uzaklaştırdıysa da görüntüler rüşvet iddiaları son derece sarsıcı.
Cumhurbaşkanımız, baklavayı da kirlettiler diye serzenişte bulunuyor, haklı.
Oysa İslam Peygamberi rüşvet alanın da verenin de iki cihanda yakasını kurtaramayacağını söylüyor.
Yani iki cihanını kirletmekten çekinmeyenlerin baklavanın hatırına saygı duymaması son derece normal değil mi?
Seyrani’nin baklavaya ağıtı ile bitirelim;
“Şahinler yurdunu tuttu yarasa
Baklava yerine geçti pırasa
Şimdi rağbet deyyus ile terese
Zamane bunlara rağbet ediyor
Boy kürkünü beğenmiyor köçekler
Babasına akl öğretir çocuklar.
Yumurtadan burnu çıkan cücükler
Horoz oldum diye cık cık ediyor”