Yarım porsiyon aydınlık... Yavuz Bingöl'ü linç edenler Cem Karaca'ya beterini yapmışlardı!
Beykoz’daki Millet Bahçesi açılışında sanatçı Yavuz Bingöl’ün Cumhurbaşkanının elini öpmesi sosyal medyada tartışmalara neden oldu. Bu dönek temalı tartışma, geçmişte merhum sanatçı Cem Karaca’nın da başına gelmişti.
Yavuz Bingöl’ü linç edenler Cem Karaca’ya cehennemi yaşatmışlardı
Esasen Cumhurbaşkanı Erdoğan el öptürmeme konusunda hassasiyeti bilinse de ortaya çıkan görüntü sonrası Bingöl’e yönelik sol entelektüel camianın “Dönek” etiketi ile hücum etmesi muhalefetin geçmiş şeceresinin de ortaya saçılmasına neden oldu.
Daha önceleri bin bir meşakkatle gurbetten yurda dönen merhum Cem Karaca da benzer bir linç furyasına maruz kalarak yıllarca hasretini çektiği vatanında cehennemi yaşayacaktı.
Bu hadise sol entelektüel camianın kültürel iktidardaki gücünün esasen hegemonik cadı avına dayandığını tekrardan gözler önüne koydu.
Şimdi filmin şeridini yavaş yavaş geriye sararak bugünkü linç furyasını anlamak adına Karaca’nın başına gelen felaketleri bu dosyamızda yeniden hatırlayacağız.
Almanya’ya inen uçağı bekleyen bir garip
1980 Darbesi gerçekleştikten sonra medyada tam bir cadı avı başlatılmıştı. Sanat camiasından birçok isim ya sanatını icra etmesi yasaklanmış ya da bırakmış, ülkeyi terketmişti.
Ancak bazı isimler bu kadar şanslı değildi.
Cem Karaca, sadece sanatını icra etmekten men edilmemişti.
Hürriyeti elinden alınamayınca hüviyetinden mahrum edilerek vatandaşlıktan çıkartılmış, hânumansız bir garip olarak Almanya’da adeta mahsur kalmıştı.
Üstelik gurbette yoksulluk ve sefaletle geçen yıllarda her gün kendisine bir iftira manşeti atılıyordu. Sözüm ona Cem Karaca, Almanya’da silahlı bir terör örgütü kurmuş ve Türkiye’de gerçekleştireceği eylemlerle hükümeti devirerek komünizmi yayacaktı. İki günde bir çıkan bu türden manşetler üçüncü gün gazetelerin baş köşesini süslemediği zamanlarda Karaca kendisini şanslı hissetmeye başlamıştı.
Tüm manşetlerde kullanılan fotoğraf ise hiç değişmiyor ve aynı fotoğraf üzerinden her gün yeni bir senaryo yazılıyordu. Karaca, yıllar sonra İşçi Bayramı sırasında Selda Bağcan’la çekilen fotoğrafla ilgili şunları söyleyecekti;
“Ben burada bir örgüt kurmuşum ve buradan 12 Eylül düzenini yıkmayı amaçlıyormuşum.
…
Bu benim insan olarak kabul edemeyeceğim bir şeydi. Ben hatta güldüm, espri falan zannettim. Nitekim Selda Türkiye’deydi. Evinden kalkıp gidip teslim oldu. Ben buradayım dedi ve gözaltına alındı. 45 gün mü 90 gün mü bilmiyorum. Ondan sonra mahkemeye çıktı. Şimdi işin ilginç tarafı başlıyor. Selda, anılan toplantının Türkiye aleyhinde bir mahiyet taşımadığı gerekçesiyle beraat etti. Fakat ben suçlanmaya devam ediyorum. Neden dolayı? Resim ne zaman çekilmiş 1979 Mayıs’ında çekilmiş. Yani bir sürü hukuki mantıksızlık üst üste gelince ben dedim ki, bu dönemeyeceğim bir durum. Bunu defalarca mektuplarla, dilekçelerle, kişisel başvurularımla konsolosluk yetkililerine anlatmaya çalıştım. Büyükelçiliğe yazdım. Türkiye’deki konseye yazdım. Ama yazdığım iadeli taahhütlü mektupların hiçbirisine cevap gelmedi. Ve en son 1983’ün Ocak ayında beni vatandaşlıktan çıkardılar. O günden bugüne vatansız statüsündeyim. Almanya’da bu korkunç adli hatanın düzeltilmesi umuduyla yaşıyorum…
Olayların yavaş yavaş gömlek değiştirmeye başladığı günlerde Başbakan Turgut Özal, Almanya’ya bir seyahat gerçekleştirmeye karar verdi. Uçak henüz Ankara’dan havalandığı ilk dakikadan itibaren Berlin’de yerinde duramayan biri vardı.
Sürekli etrafındakilere uçuşla ilgili bir sorun olup olmadığını soruyor ve Merhum Başbakan Özal’ın yakınında bulunan Mesut Yılmaz gibi isimlere mütemadiyen ve hayretler içerisinde Başbakanın gerçekten kendisini kabul edip etmeyeceğini soruyordu. Bir çocuk gibi yerinde duramayan bu isim Cem Karaca’dan başkası değildi.
Nihayet kendisine beklediği haber geldi. Başbakan, kaldığı otelde Cem Karaca’yı bekliyordu. Herkesin etrafında kaçıştığı selamını dahi almaktan imtina ettiği ve terörist olarak yaftaladığı Cem Karaca’yı bizzat Başbakan Özal kabul edecekti.
Karaca, yaşadıklarının bir rüya olduğunu düşünüyordu. Daha önceleri çok az sanatçı affedilerek yurda dönebilmeyi başarmıştı. Kendisi de yavaş yavaş ümidini kaybettiği anda Başbakan Özal elini ona uzatmıştı.
Karaca’yı önce Mesut Yılmaz karşıladı. Bir sanatçı olarak zaten duygusal bir kişiliği bulunan Karaca, Başbakan Özal’ı karşısında görünce duygusal olarak büyük bir katarsis yaşadı. Üstelik karşısında en azından kendisine fırça atacak ya da soğuk davranacak bir devlet yetkilisi beklerken Özal tüm hasbiyeti ve şirinliği ile;
“Hani meşhur şarkıcı Cem Karaca var ya, işte Semra o” türünden sözler serdetmesi Karaca’nın boğazını adeta düğüm düğüm yapmış, öyle ki yaşadığı felaketi anlatamamış, bereket versin orada bulunan Mesut Yılmaz hadiseyi Özal’a etraflıca anlatmıştı. Özal ardından Karaca’ya şu ifadeleri kullanacaktı;
“Sen gereken müracaatları yap, gelirsin memlekete, aklanırsın, hiçbir mesele olmaz oğlum. Gördüğüm kadarıyla şarkı söylemişsin, şarkı söylemekle böyle işler olmaz.”
Dünyalar Karaca’nın olmuştu artık…
Dönek ilan edildi
Bu görüşmeden sonra Cem Karaca kendi mahallesinde hain ilan edildi ve dönek denildi. Sonraları Karaca’nın Başbakan Turgut Özal’ın elini öptüğünü söyleyerek vatanında adeta cehennemi yaşatacaklardı.
Üstelik bunu yapanların çoğu sanatçı arkadaşları ve solcu olduğunu söyleyen köşe yazarları olacaktı. Önceleri terörist olarak manşetleri süsleyen Karaca artık ‘dönek’ olarak manşetlerin ve köşelerin vazgeçilmez ismiydi.
Cem Karaca, 1987 yılında yurda döndüğünde ise bu linç cehennemin içinde bu kez hiç beklemediği bir el uzanacaktı.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli geçmişte ideolojik olarak hasım olduğu Karaca’ya sahip çıkacaktı.
Karaca’ya gül buketleri yollayarak yaşadığı zorluklar karşısında üzüntülerini ileten Bahçeli, talihsiz sanatçı için kurak çölde adeta bir vaha olarak yetişecekti. Bu tavrın karşısında Karaca Bahçeli’ye şu mesajı iletecekti;
"Size bu satırları kayıtlı bir CHP üyesi olarak yazıyorum. İsminizle müsemma çizdiğiniz politik çizginiz, ülkesini seven her yurttaş gibi benim de takdir ve tasvip ettiğim bir tavırdır. Şayet kabul buyurursanız, size bir yurttaş olarak sevgi, saygı ve takdirlerimi arz etmek istiyorum.”
Bu kez siyaseten CHP’liler Karaca’nın partiden atılması için büyük bir kampanya başlatacaklardı. Karaca daha fazla dayanamayarak kendi mahallesinin aydınları için meşhur “Yarım Porsiyon Aydınlık” şarkısını kaleme alacaktı.
“Her zamanki köşenizde
Her zamanki barınızda
Önünüzde viski ve havuç
Ve bir eliniz çenenizde
Kaşınız hafifçe yukarıda
Bakışlarınız ne kadar bilgiç
Hiçbir şey üretemeden
Sadece eleştirirsiniz
Sinemadan siz anlarsınız
Tiyatrodan müzikten
Heykel resim edebiyat
Sorulmalı sizden
Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz
Ama ekonomik politika
Karılarınızı döverken siz
Ne kadar bilimselsiniz
Bu yaz yine güneydeydiniz
Bol rakı güneş ve deniz
Her şey bir harikaydı ancak
Yerli halkı beğenmediniz
Burda da, orda da o aynı barlar
Hep o yarım porsiyon aydınlık
Aynı çehreler, aynı laflar
Vallahi hiç değişmemişsiniz”
Elbetta Yahya Kemal’in dediği gibi “Gurbet nedir bilir mi o menfâya gitmeyen?”…
Karaca ilk değildi ve son da olmayacaktı. Bugün aynı mahallenin linç furyasına uğrayan Yavuz Bingöl daha önce verdiği bir röportajda "İnsanlar öldükten sonra 'Vay be adam bunları yapmış, o adama ne kadar haksızlık etmişiz' diyecekler belki benim için..." sözlerini sarf etmişti. Merhum Cem Karaca’nın 2004 yılındaki cenazesinde siyasi camiada Ak Parti, CHP, MHP, YTP başta olmak üzere kendisine etmediği hakareti bırakmayan tüm sanat ve medya camiasındaki isimler hazır bulunmuştu.
Bu hadise üzerinden Yavuz Bingöl’ün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini öpmesini sonrasında yazılanları ve söylenenleri dikkatle tekrar takip etmek gerekiyor. Bu şekilde işleyen hegamonik sistem ve cadı avı daha net bir şekilde anlaşılacaktır.
Editör: Mehmed Mazlum Çelik