Üşenmedik, ‘Satranç günahtır’ diyen pop hocamıza ders hazırladık... Cübbeli Ahmet de okusun diye
Satranç oynamak günah mı? Müslümanların insanın dehasını ve zekasını zorlayan satrancı oynaması günah mıdır değil midir tartışması her yıl rutin bir tartışma olarak gündeme geliyor. Nedeni, Cübbeli Ahmet Hoca’nın bu konudaki keskin yorumları. Editörümüz Mehmet Mazlum Çelik, üşenmedi işin aslını araştırdı yazdı.
Sahilde satranç oynayan gençlerin bir seyyar satıcı tarafından zorbalanmasının ardından kamuoyunda satranç oyununa yönelik ciddi bir hassasiyet oluştu.
Toplumsal meseleler hakkında şahsına münhasır yorumlarıyla bilinen pop ilahiyatçımız Cübbeli Ahmet, her sene aksatmadan yaptığı üzere bu yıl da satrancın haram olduğunu beyan etti.
Bu noktada satrancın tarihi, Müslümanların bu oyuna bakışı gibi soruların artık bir cevap bulması gerekiyor.
Bu dosyamızda satranç oyunun politik ve ilgi çekici tarihine yakından bakacağız.

Kasparov, 90'lı yıllarda bilgisayarı yenerek dünyaya santrancı yeniden sevdirmişti.
SATRANCIN KÖKENİ VE ÜÇ İDDİA
Satranç öylesine komplike yapıya sahip bir oyundur ki bu eşsiz meşgaleyi insanlığa kimin hediye ettiği mütemadiyen tartışma konusudur.
Sonsuz kombinasyonlu bir stratejiye dayanan bu oyun esasında bir savaş oyunudur.
İslam tarihinde El Kindi, İbn Rüşt, Farabi, İbn Haldun gibi isimler, Batıda Ludwig Wittgenstein, Ferdinan de Saussure, Karl Groos, Friedrich Nietzsche, Jacques Derrida, Eugen Fink, Martin Heidegger, Hans-Georg Gadamer gibi felsefeciler satranca yakın ilgi göstermiştir.
Satrancın felsefe ile yakın ilişkisi zihnin melekelerini zorlamasıyla alakalıdır. Bu yüzden yukarıda bahsi geçen isimler ya doğrudan satrançla ilgili risaleler yazmış yahut eserlerinde satrançtan sayısız örnekler vermişlerdir.
El Kindi, satrancı hakikat arayışında İbn Haldun devletin yönetim modelinde, Wittgenstesin dil-zihin ilişkisinde, Nietzsche hayatın kendisini açıklama çabasında satrancı merkeze koymuşlardı.

Martin Heidegger
İslam’ın en büyük ilmi akademisi kabul edilen Beytü’l-Hikme’de satranç bilmeyen birisi alimlik icazeti alamazdı. Me’mûn’un ve el-Mütevekkil, Mansûr gibi bilge İslam halifeleri satranca düşmanlık besleyen kimseleri kurumuş odun, boş testi gibi yakıştırmalarla alaya alıyorlardı.
İslam’ın Altın Çağı’nda satranç öylesine yaygındı ki Orta Çağ’da kilise bu oyunu Müslüman oyunu olarak gördüğü için hoş karşılamıyordu.
İslam âleminde satranç öylesine önemliydi ki iyi bir satranç oyuncusu vefat ettiğinde bizzat Halifenin üzüntüsünü ve Maverdi gibi büyük bir âlimin satranç üzerinden yükselişini ve düşüşünü Harold Murray “Satrancın Tarihi” kitabında şu sözlerle anlatır:
“Ar-Razî zaten ölmüştü ve yerini alacak kimseçıkmamışken, mahkemede beliren Maverdî, yeteneğinin Ar-Razî’nin sahip olduğuher şeyi aştığını ilan etti. Halife, Maverdî’yi himayesine aldı, ancak es-Sulî’ninolağanüstü satranç yeteneği halifeye bildirildiğinde, buna inanmaya yanaşmadı.İki oyuncu arasında bir maç düzenlendi ve bu maç halifenin huzurundagerçekleşti.
el-Müktefî, favorisi için olan inancıyla onun peşinden öylesinesürüklendi ki, oyun sırasında onu açıkça destekledi.
Başlangıçta bu durum, es-Sulî’yi rahatsız etti ve karıştırdı ancak kısa süre sonra sinirlerine hakim oldu vesonunda rakibini öylesine tam bir şekilde yendi ki, es-Sulî’nin açık ara daha iyioyuncu olduğunda şüphe edecek kimse kalmadı. Halife bu şekilde ikna olduktansonra Maverdî’ye olan tüm inancını kaybetti ve ona, ‘Gül suyun idrar oldu!’dedi.”

Büyük Arap filozofu El-Kindi
Satranç nasıl ortaya çıktı?
Satrancın tarihine geçmeden önce el- Kindî ve cühela taifesi arasında geçen bir hikâyeyi aktarmak doğru olacaktır.
Neredeyse her şeyi bidat olarak yaftalayıp ona buna reddiye yazan ayak takımı, büyük İslam âlimi el- Kindî’nin karşısına satranç oynadığı bir sırada dikilir. Büyük İslam düşünürü vakur duruşunu bozmaz ve eliyle meramınız nedir anlamına gelen bir işaret yapar. Cüheladan bir kişi sorar:
“Ya el- Kindî, Allah’ın kitabı ve peygamberin sünneti-hadisi dururken bu gâvur Platon ve Aristo’nun kitaplarını neden tercüme edip durursun?”
El- Kindî, yüzünde hafif bir tebessümle başını oyundan dahi çevirmeden tek bir cümle ile cühelayı “mat” eder:
“Her hakikat kendi menşeinden müstakildir”
(Yani hakikatin kaynağı sorgulanmaz, hikmet çıktığı kaynaktan münezzehtir.)
Satrancın bilinen diğer müdavimleri: Mevlana, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim, Sultan Abdülhamit, Şah İsmail gibi isimlerdir.
Fatih Sultan Mehmet bu oyuna öyle ilgiliydi ki diğer büyük hükümdarların geleneği olduğu üzere Muhibbilerine “Satranç name-i Kebir” yazdıracaktı. Ayrıca satranç hem şehzadelerin hem de Osmanlı ulemasının eğitiminde vazgeçilmez derslerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Bu oyunun nasıl ve kim tarafından ortaya çıkarıldığı ise bir soru işaretidir. En güçlü yaklaşım Hintlilerin bulduğuna dairdir; ancak Prenses Nefertiti’nin mezarında satranç sembolleri bulunması oyunun Mısır’a ait olabileceği yaklaşımını da güçlendirmektedir.
Son yıllarda Orta Asya Türk tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar arttıkça Türklerin bu oyuna adeta meftun olduğu gibi satrancın çıkış noktasının da Orta Asya olabileceğine dair iddialar güçlenmektedir.

Fatih Sultan Mehmet satranca olan merakıyla da biliniyordu.
Satranç haram mıdır?
Satrancı haram kılan bir ayet ya da güçlü bir hadis yoktur. Bilinen tüm İslam âlimlerinin ve idarecilerinin satranca dair sayısız övgüsü bulunmaktadır.
Selçuklunun büyük devlet adamı Nizâmülmülk padişaha edip yani dost olacak kişinin mutlaka iyi derecede satranç oynaması gerektiğini söyler:
“Her daim neşeli, kafadar olup, tavla ve satrancı iyi bilmelilerdir” ( Siyâsetnâme)
Mevlana, satranç oyununu siyasetin gölgesi olarak görür ve sultanların oyunundaki küçük rolümüzü şu veciz ifadelerle dile getirir:
“Can padişahı, satranç oyunundaki piyade gibi haneden haneye sürüyor bizi; acaba kazandı mı mat mı oldu? Çünkü sınanan biziz”
Osmanlı geleneğinde satranç denildi mi akla ilk gelen Cem Sultan’dır.
İmparatorluk tarihinin en talihsiz sultanı Cem, geniş bir muhibbi olan şairi ve sanatçıyı koruyan bir isimdi.
Onun dertli hayatındaki iki tesellisi vardı: Şiir ve satranç.
Ne yazık ki yurdundan ağaçtan düşüp savrulan bir yaprak gibi her rüzgârın akıbetine uğrayan Cem, satranç tahtasındaki hünerini kendi hayatına pek yansıtamamıştı.

Osmanlı padişahları içerisinde satranca en düşkün olanı Yavuz Sultan Selim’di. Bazı rivayetlerde Yavuz, Trabzon’da şehzadeyken bir derviş kılığında İran’a kadar gittiği ve burada Şah İsmail ile satranç oynadığını iddia edilir.
Şah İsmail’in yabancılarla satranç oynamayı sevdiği bilinen bir gerçek, Yavuz’un gerçekten karşısına geçip oynayacak deli cesaretine sahip olduğunu da düşününce olmayacak şey değil doğrusu.
Er-Râzî gibi büyük bir İslam aliminin eseri baştan sona satranç güzellemeleriyle doludur. Râzî bu oyunu bilmeyene cahil nazarıyla bakmaktadır. Biruni satranç tahtası ve taşları üzerine ayrıntılı malumat verdiği “Hindistan” isimli hacimli bir eser yazar.
İslam’ın yüz akı olan âlimlerimizden İbrahim al-Hakîm’in “Satranç” isimli müstakil bir eseri bulunmaktadır. Hakîm bu eserinde Hazreti Âdem başta olmak üzere satrancın Allah tarafından peygamberlere dertli hayatlarında bilgece bir teselli olması için gönderildiğini uzun uzadıya İslam teolojisine dayanarak açıklamaya kalkışır.
Abbasi halifesi Hârûn er-Reşîd ki tarihin en büyük halifelerinden birisi olarak kabul edilir, ulemadan bazı kimselerin satranca haram dediğini işitmesi üzerine bu oyunu cami bahçelerinde ve medreselerde oynanmasını zorunlu kılmıştır.
Bu şayiaları yayanlar ise yakalanarak kırbaç cezasına çarptırılmıştır.
El-Hâkim’e göre satranç imanın değil, adabın meselesidir. Zihni estetize ettiği için Müslümanın dili güzelleşir zekâsı kesifleşir.
İslam’ın en büyük âlimlerinden birisi ve Şafi mezhebinin kurucusu olarak görülen İmam Şafi, namaz saatinin kaçırılmasına neden olmuyorsa satrancın haram olmadığını savunur.
Konu daha çok su götürür; ama yerimiz sınırlı. Satranca düşmanlık Yavuz Sultan Selim’den Mevlana’ya Fatih’ten Biruni’ye İbn Rüşt’ten İmam Şafi’ye hasımlıktır. Bu ve sayısız ismin hayatında satranç çok önemli bir safhayı meşgul etmektedir.
MEHMET MAZLUM ÇELİK