TERCİH...

Erdem Uygan

Erdem Uygan

Hayat tercihlerden ibarettir. Sadece dünya değil, ahiret hayatını da tercihlerimiz belirler. Üstelik ahiret hayatımızı belirleyecek olan tercihlerimizi de bu dünyada yaparız. Tercih yapabilmek için en az iki seçenek olmalı ve her biri için de caydırıcı sebepler bulunmalıdır. Birbiri ile alakasız iki şey arasında yapılacak seçimde bir tercihten söz edilemez. Mesela bir bardak çay ile bir fincan sahlep arasında bir tercih yapılabilir; ancak bir bardak çay ile bir otomobil lastiği arasında tercih yapmaktan söz edilemez. Yine tercih yapabilmenin olmazsa olmaz şartı hürriyettir. Allah şöyle buyurur:

Öyleyse nereye gidiyorsunuz? (Tekvîr 81/26)

Dilediği yere gidemeyecek birine böyle bir soru sorulmaz. Diğer bir deyişle dilediğini seçemeyen kişi için tercih yapmaktan söz edilemez. O halde insan bu dünyada kendi tercih ettiği yolu seçebilecek özgürlüğe sahip olmalıdır.

Her tercih bir sorumluluk ve bir külfet getirir. Yaptığımız her tercihin katlanmak zorunda olduğumuz bir sonucu olacağını daha tercihi yapmadan biliriz. Zaten bu bilgimiz bizi tercihimizden sorumlu yapar. Bu sebeple tercih yapabiliyor olmamız Ahiret’in varlığını da zorunlu kılar. Ahiret’in varlığının zorunlu olması doğruyu ve yanlışı belirleyenin Allah olduğunu gösterir. Dolayısıyla her insan sırf tercih yapabiliyor olmasından dolayı Allah’ın emirlerine uymak zorunda olduğunu, kendisinin doğru saydığı bir yolu tercih etmenin doğru olmayacağını bilir. Bu yüzden Allah’ın gösterdiği yoldan gitmemekle aslında bilinçli bir tercih yapar:

Ona (insana) doğru yolu gösterdik; ister görevini yapar, isterse o yolu görmezlikten gelir (kâfir olur). (İnsan 76/2)

Yanlışı tercih etmemizin sebebi onun yanlış olduğunu bilmememiz değil doğruyu tercih etmenin o anki menfaatimize uymamasıdır. Yanlış tercih yaptığımızı çok iyi bildiğimiz için de kendimizi rahatlatacak yığınla bahanemiz çoktan hazırdır. Allah’ın emirlerinin mutlak gerçek olduğunu, doğru ve doğal olduğunu her insan gayet iyi bilir. Tercihini Allah’ın emrinin aksi yönünde kullananlar bunu bilerek yaparlar. Bu bilgiye rağmen yanlışı seçtikleri için gerçeğin üstünü örtmüş olurlar. İçlerini rahatlatmak için uydurdukları bahane ve kurgular gerçeğin yerini almıştır. Böyle kişileri Allah, gerçeğin üzerini örterek tercihini bile bile yanlıştan yana kullanan kişi anlamında “kâfir” olarak adlandırır. Rabbimiz kâfirlerden bahsettiği ayetin devamında “onlar” diyerek şu tanımı yapmaktadır:

“Onlar, dünya hayatını Âhiretten daha çok seven, Allah yolundan engelleyen, o yolda anlaşılmayacak bir biçimde eğrilik oluşturmaya çalışan kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim 14/3)

Firavun ve onunla birlikte olanlar da Musa Aleyhisselam’ın gerçekten Allah’ın nebîsi olduğunu çok kesin bir biçimde anlamışlardı:

İçlerinde en küçük şüphe olmadığı halde zalimliklerinden ve büyüklenmelerinden dolayı bile bile inanmadılar. Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu. (Neml 27/14)

Öyle ki Allah bunu Musa Aleyhisselam’ın dilinden bir kez daha bildirmekte ve Kitabında ayet olarak ölümsüzleştirmektedir:

Musa dedi ki “Çok iyi bilirsin ki bunları birer gösterge olarak indiren göklerin ve yerin Rabbinden başkası değildir. Bak Firavun, bana göre sen davanı kaybetmişsin.” (İsrâ 17/102)

Hiç kimse kabul etmek ve inanmak istemez ama insan dünyayı ve rahatını Allah’ın emrine ve doğru yoluna tercih eden bir varlıktır. Allah insanın yaptığı tercihe göre yaratır:

Senin Rabbin, onların tercih etme hakları olan şeylerden tercih edip seçtiğini yaratır. Allah, onların içine daldıkları şirkten uzak ve yücedir. (Kasas 28/68)

Eğer tercihimiz şartlar ne olursa olsun Allah’ın emri olmazsa, ismimiz alem ne derse desin kâfir olacaktır.

Diğer Yazıları