Tarhana devrimci bir çorbadır... Dücane Cündioğlu’nun tarhana paradoksu ve gözden kaçırdığı devrim
Ünlü yazar Dücane Cündioğlu, geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya düşen videosunda ‘tarhana çorbası içip dürüm yiyen felsefeden ne anlar’ demiş ve gündem olmuştu.
Dücane Cündioğlu bu günlerde kendisini farklı bir mahallede konumlandırsa da birçoğumuzun zihinlerinde zor zamanlarda Yeni Şafak’ta yazdığı köşe yazılarıyla hatırlanmaktadır. Eskilerin bir deyimi vardır; “Karga kekliğin yürüyüşüne özendi. Ayaklarına kıydı ne keklik olabildi ne de karga kalabildi.”
Bugün kendi mahallesine taşlar atıp başkalarına güller saçsa da hala geçmişinin sermayesi sebebiyle mahallesinin “Serseri ağabeyi ve filozofu” konumundadır.
Geçmişte kaleme aldığı “Başörtüsü Risalesi” ve “Türkçe Kur'an ve Cumhuriyet İdeolojisi” gibi kıymetli eserlerde dile getirdiği bazı fikirleri bugün güller saçtığı mahalleye yüksek sesle okusa acaba tepkiler nasıl olurdu?
Farz-ı muhal;
“Tek Parti dönemi, tabiatıyla hiçbir muhalif sesin çıkmadığı, çıkamadığı bir dönem olarak gelip geçmiş, inkilâplar daha önce olduğu gibi cezri tedbirler yoluyla taviz verilmeksizin uygulanmıştı.”
İfadeleri altını çizdiğimiz satırlardandır. Acaba güller saçtığı mahallede altı mı; yoksa üstü mü çiziliyor doğrusu hocamız daha iyi bilecektir.
Dücane Hoca son zamanlarda birbirinden ilginç çıkışlarıyla sosyal medyanın dilinden pek düşmüyor. Bunlardan sonuncusu da “Tarhana” çıkışı oldu. Şöyle diyordu Dücane;
“Tarhana içip dürüm yiyenlerin felsefeyle işi olmaz.”
Sonraları gelen tepkiler üzerine de şu açıklamayı yaptı;
“Kuru fasulye-pilav yemeyenler, ayran içmeyenler Kuran'ı anlayamazlar. Hamburger yiyip kola içmekle Kur'an anlaşılmaz”
Elbette amacımız kelimeleri bağlamından kopartıp Dücane Cündioğlu’na karşı bir Yahudi temayülü içerisine girmek değildir. Bizim itiraz edeceğimiz tek konu ister metafor olsun ister tariz tarhananın küçümsenmesine yönelik olacaktır.
Hocanın haklı olduğu konu beslenme şekillerinin yaşayış ve düşünüş üzerindeki derin etkisidir; bunu kastetmişse bile yanlış bir örnek kullanmıştır; çünkü tarhana deyip küçümsediği çorba medeniyetler yıkmış ve medeniyetler kurmuş en az barut kadar etkili bir askeri silahtır aynı zamanda.
Tarhana devrimi
İslam kültüründe ne yediğimiz ve nasıl yediğimiz belli kurallara oturtulmuştur. Komşusu açken yatmayan bir medeniyet üzerine inşa edilen anlayışta bazı gıdaların tüketimi Müslümanlara haram kılınmış ve bazıları da tavsiye edilmemiştir.
Bunun sağlık kadar entelektüel nedenleri de bulunur.
Yediğimiz yemek kadar sofra kültürü de düşünce dünyamız üzerinde etkilidir. Farz-ı muhal bugün zengin çeşitlere sahip kahvaltı kültürümüz sanıldığı kadar eski tarihlere uzanmaz ve Batılılaşma sürecinin bir sonucudur.
Lakin Ramazan sofraları, akşam yemekleri toplumsallaşmamızın en önemli unsurlarından olduğu gibi padişah sofraları düşünsel patronaj sistemlerinin kurucu aygıtıdır.
Gerek yediklerimizi gerekse nasıl yediğimizi belirleyen ilk temel faktör coğrafyadır. Türkler, Orta Asya’nın zorlayıcı coğrafyalarında hayatta kalabilmek için yiyecekleri kurutmuş, fermante etmiş yahut da tuzlamışlardı.
Bu yöntem sonucunda tarhana ve yoğurt gibi kurutulmuş yiyecekler askeri teknolojiyi kökünden değiştirmiştir; çünkü bir orduyu bir yerden başka bir yere sevk ederken yaşanan en büyük zorluk lojistik ve iaşedir. Tarhana gibi uzun süre saklanması ve taşınması kolay bir yiyecek Türklere Anadolu’dan ve Hindistan’ın içlerine kadar uzanacak fetihler coğrafyasının kapılarını açmıştır.
Elbette bu askeri stratejiyi çok gerilere götürmeye gerek yok. Bugün dahi üzerine çeşitli teoriler üretilen ve araştırmalar yapılan Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferlerinde çölde Türklere adeta ab-ı hayat olan şey tarhananın bizzat kendisiydi.
Dücane Cündioğlu’nun son derece haklı olduğu konu beslenmenin toplumların kültürlerini etkileme gücüdür. Bugün fastfood kültürü ile sadece damağımızın zenginliği değil, kimliğimizin de tehdit altında olduğu hakikati ortadır. Çünkü kimliksiz, sağlıksız yiyecekler belki zaman tasarrufu sağlasa sağlığımızın yanı sıra sofra kültürümüzü de tehdit etmektedir.
Türklerin sofra kültürü
Türkler, göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçtikleri hiçbir devirde tarhana, kurutulmuş yoğurt çorbaları, fermante et, pastırma gibi kimliğinin parçası olan yiyeceklerden vazgeçmedi; ama bunların üzerine ekleyerek bir sofra medeniyeti inşa etti.
Sofra medeniyetinin ilk köklü değişimi Selçuklularla oluştu. Kebap kültürü Türklerin hayatına girmesiyle sofra artık geçiştirilen bir unsur olmaktan çıktı ve bir araya gelinen sosyal mecralara dönüştü.
Bu dönüştürücü gücün arkasında bizzat Selçuklu Sultanları oldu. Merhum Halil İnalcık bu konuyu “Has-Bağçede ’Ayş u Tarab - Nedimler Şairler Mutripler” eserinde uzun uzadıya anlatır. Bu sofralar sayesinde Türk sofra medeniyeti ve patronaj sistemi oluşturuldu ki sayısız şair, ilim adamı ve Müslüman felsefeci bu sofralar sayesinde çalışma üretebilme imkânı buldu.
Dücane Hocamız bu dönemle alakalı gastronomi tarihi eserlerini incelerse görecektir ki tarhana şor-bası (tuzlu su) sofralarda sultanın, şairlerin ve fikir adamlarının vazgeçilmezidir. Çorba üzerine yazılmış sayısız beyit ve risale kültürü karşımıza çıkmaktadır.
Şair Tırsi’nin veciz ifadelerinde olduğu gibi;
Kış güni kahvaltıya şûr-bâ yiyen gelsün diyem
Sarımsaklı yağlı etmekler gerek terhânede
Bol sarımsak ile fodla ile olursa severüm
Her sabâh defʿ-i humâr itmege tarhâne ile
Çorba da tarhana da insana gönlüne göre muamele eder. Kıymetini bilene ne güzel bir kültürdür, tıpkı Ahmet Rasim’in dediği gibi;
Kana kuvvet göze fer batna cilâdır çorba
İllet-i cû’a deva mahz-ı gıdâdır çorba
Sağlara, hastalara ayni şifadır çorba
Ağniya dostu, muhibb-i fukarâdır çorba
Hâsılı hâhiş ile ekle sezâdır çorba
Çorba altın çağını Osmanlı ile yaşadı
Çorba kültürü altın çağını Osmanlılar zamanında yaşamıştır. Elbette yalnızca şor-ba kültürümüz genişlememiş. Soframız; Arap, Çerkes, Ermeni, Rum, Boşnak gibi sayısız milletin kültürüyle harmanlanmıştır. Hepsi o kadar içselleştirilmiştir ki bugün bazı yiyeceklerin başka milletlere atfedilmesine hayli bozuluyoruz. Oysa ki bu yalnızca Osmanlı’nın azametine işaret etmektedir.
Evliya Çelebi, Osmanlı sofrasını anlatırken sadece bir öğünde 16 pilav çeşidinden bahsetmektedir. Seyyahımıza göre eti binbir farklı şekilde pişiren Osmanlı sofrasında değişmeyen ve vazgeçilmeyen tek bir lezzet vardır: Tarhana çorbası…
Velhasıl sözü uzatmak mümkün, amacımız Dücane Cündioğlu’na tarhana paradoksu üzerinden laf yetiştirme çabası da değildir. Lakin kendisi Türk tarihini en iyi bilenlerden birisi olarak tarhanayı özellikle kullanmasının hatalı bir örnek olduğu açıkça ortadadır.
Tarhana devrimci bir çorbadır, hele bu çorbanın kendisi bir felsefe iken…
Mehmed Mazlum Çelik