Sürgün mü vatan mı? Gazze'yi ateşkes sonrası ne bekliyor?
Kâğıt üzerinde “rehine değişimi” yazıyor ama sahada çocuk cesetleriyle çevrili bir masa kuruluyor. Hamas’ın elindeki 20 rehine ile İsrail’in zindanlarında çürüyen yaklaşık 2.000 Filistinlinin takası, insanlığın vicdan terazisinde eşit ağırlıkta. Aslında bu rakamlar bile Gazzeli insanın hayatına verilen değeri ortaya koyan bir istatistik veriyor bizlere.
Washington’un önderliğinde “uluslararası istikrar gücü” kurma planı, savaşın külleriyle süslenmiş yeni bir gözetim düzeninden ibaret. Gazze’ye barış getirmeye değil, direnişi steril bir idareye dönüştürmeye yazılmış bir metin bu. Savaşın en karanlık ânında bile hayatı savunan bir halkı, kendi yurdunun kiracısına çevirmek istiyorlar. Ve bu tabloda, ateşkesin özü değil, sömürünün biçimi değişiyor. Yine de öyle bir noktadayız ki çocuklarımızın başına düşen bombaları engellediğimiz her anlaşma bizim için zafer olmasa da bir müjde muştuluyor.
Şimdi cenazelerimizi gömeceğiz.
Enkazımızı kaldıracağız.
Lakin bir soru daha hepimizin içini kemiriyor, Gazze’ye bundan sonra ne olacak?
Konuşulan olası senaryolara buyurun beraber yakından bakalım.

Teknokrat idare ile Gazze’yi şekillendirmek mümkün mü?
Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında, Amerika’nın ve birkaç Arap başkentinin desteğiyle bir “istikrar gücü” oluşturulacak; İsrail, kademeli olarak çekilecek; güvenlik ve idare, Batı onaylı teknokratların eline bırakılacak. Ama gerçekte bu, bombalanmış, soykırıma uğramış bir toprağa kurulan siyasi vesayet düzenidir.
“Tekno-idare” dedikleri şey, sömürgeciliğin makyajlanmış hâlidir. Seçilmişlerin yerine “uzmanlar”, iradenin yerine “veri akışı”, siyasetin yerine “yönetim protokolleri” konur. Yani halk, yöneten değil, ölçülen olur. Her hareketi, her kelimesi, her nefesi kayıt altına alınır. Böylece Gazze, özgürlüğe değil, gözetimli hayata mahkûm edilir.
Gazzeliler gibi yiğit bir halkın bu idareye rıza göstermesi pek mümkün görünmüyor.
İsrail çekileceğini söylüyor ama geride bırakacağı şey duvarsız bir kuşatma olacak.

Gazze’nin yönetimini sözde Filistin yönetiminin alması mümkün müdür?
Batı Şeria’nın bürokrasisi Gazze’nin yıkıntılarına taşınırsa, o enkaz yeniden büyür. Hamas’ın yerini Mahmut Abbas’ın başını çektiği sözde Filistin yönetimi alır, ama zulmün biçimi değişmez. Zira mesele kim yönetecek değil; kimin adına yönetecek sorusudur.
Gazze’nin çocukları bu sorunun cevabını gayet iyi bilmektedirler.
Gazze için yeni yönetim ve reform dedikleri, yorgun bir yapının yeniden cilalanmasıdır. Washington ve Brüksel, “tecrübeli idare” bahanesiyle Gazze’nin yönetimini Ramallah’taki Filistin Yönetimi’ne devretmek istiyor. Ama herkes bilir ki, bir halkın iradesi ihale edilemez. Sandıktan değil, salondan çıkan hiçbir yönetim kalıcı olamaz.

Dekolonizasyon Takvimi senaryosu: Bir Halkın Hafızasına Tarih Biçmek
“Dekolonizasyon takvimi” diyorlar kulağa diplomatik bir formül gibi geliyor. Oysa bu, bir halkın kendi gölgesini geri alma teşebbüsüdür. Batı’nın masa başında çizdiği barış taslaklarının ömrü, hep bir imzanın mürekkebi kadar kısa oldu. Ama bu kez mesele “ateşkes” değil, işgalin kronolojisini geri çevirmek.
İsrail, yıllardır süren işgali bir “güvenlik refleksi” olarak pazarlıyor. Oysa mesele güvenlik değil, işgalin kutsallaştırılması. Gazze’de bugün tartışılan planlardan biri, işte bu mülkiyet haritasını tersine çevirmek için öneriliyor: Bir “dekolonizasyon takvimi.” Yani askerî çekilmenin, yönetim devrinin ve nihayet bağımsız Filistin devletinin tanınmasının, belirli tarihlerle sabitlenmesi.
Kâğıt üzerinde akla yatkın görünebilir: BM şemsiyesi altında İsrail kademeli olarak çekilecek, uluslararası garantörler süreci denetleyecek, Filistin Yönetimi sahaya inecek ve nihayet Gazze, “uluslararası meşruiyetle” yeniden doğacak.
Ama işin içinde olan herkes bilir ki, hiçbir sömürge, takvimle yıkılmaz. Çünkü sömürgecilik bir duvar değil, bir zihniyet mimarisidir.
Cezayir’in bağımsızlık sürecini hatırlayın; Fransa çekildiğinde arkasında bıraktığı şey, yalnızca asker değil, alışkanlıktı. Ekonomik bağımlılık, kültürel yönelim, idari yapı… Hepsi birer görünmez zincir olarak halkın boynuna takıldı. Filistin’in bugün yaşadığı tam da budur: Bedenin değil, belleğin işgali.

Türkiye, Katar ve Pakistan gibi samimi ülkeler süreçteki rolü
Bugün İsrail’in kuklası olmamış çok az Arap başkenti kalmıştır.
Gazze halkı Riyad ve Kahire gibi başkentlere olan güvenini çoktan yitirmiş durumda.
Bunların yerine Türkiye, Katar ve Pakistan gibi yeni oyuncuların sürece sahip çıkmasını bekliyor.
Bu süreçte Türkiye’nin rolü, sadece diplomasiyle sınırlı olmamalı. Zira bu coğrafya, Filistin’in çığlığını sadece politik bir mesele olarak değil, vicdanın sınavı olarak duyuyor. Ankara’nın diplomatik masadaki her cümlesi, Gazze’nin çocuklarının nefesini temsil etmeli. Bu meselede tarafsızlık, ahlâkî bir lüks değil, insanî bir kusurdur.
Batı dünyası, Gazze’deki katliamı “orantısız güç kullanımı” gibi steril cümlelerle tarif ederken, Türkiye tek kelimeyle konuştu: soykırım.
Bu kelime, diplomasi diline sığmaz. Ama tarihin, diplomasiyle yazılmadığını artık bilecek kadar yaşlandık son birkaç senedir.
Türkiye’nin rolü sadece insani değil, jeopolitik ve tarihîdir. Kudüs’ün anahtarını 1917’de teslim eden Osmanlı subayı, bugün Gazze’nin anahtarını yeniden insanlığa hatırlatan bir hafızadır. Türk halkı Kudüs’teki altı buçuk asırlık saadet ve barışın da yaşan hatırasıdır.
Bu yüzde Dekolonizasyon süreci yaşanacaksa Türk halkı; yardımıyla, vakıflarıyla, diplomasisiyle ve hatta ordusuyla Gazze’de bulunması son derece önemlidir.

İsrail cephesinde yansımalar
Kabine içindeki çatlaklar gün be gün derinleşiyor İsrail’de.
Bir tarafta yerleşimci kanat, “Gazze tamamen yok edilmeden barış olmaz” diyor; öte tarafta askerî kurumlar, bu hırsın ordunun onurunu yerle bir ettiğini söylüyor.
Hükümet-Mahkeme-ordu hattındaki gerilim, devletin damarlarına kadar işlemiş durumda. Tel Aviv’in gökdelenlerinden Kudüs’ün duvarlarına kadar yayılan o yankı, artık bir dış savaşın değil, bir iç hesaplaşmanın yankısı. İsrail, tarihinin en tehlikeli eşiğinde: Kendi kurduğu duvarların arasında kendine çarpıyor ve kendisiyle savaşıyor.
İsrail için bu ateşkes, kazanılmış bir nefes değil, kaybedilmiş bir anlamdır. Çünkü rehineler döner, askerler çekilir, masalar kurulur, ama hiçbir masa yaşananları silemez. Tarih, “kim kazandı?” sorusuna hep aynı cevabı verir: Vicdanını kaybeden, savaşı da kaybetmiştir. İsrail’de bir vicdan kırıntısı dahi kalmadığını göz önüne alırsak bu savaşın kaybedeni olduklarını 1-2 senede anlayacaklar.
Artık dünyanın geri kalanının onlardan nefret ettiğini çok yakında onlar da anlayacaklar