Nihal Candan, Türkiye’de sosyal medya ve televizyon dünyasında tanınan bir isimdi. Hukuk mezunu olan Candan, entelektüel bir aileden geliyordu; babası, akademik çevrelerde saygın bir isim olarak biliniyordu. Ancak Candan, TV 8’de yayınlanan bir moda programıyla geniş kitlelerce tanındı. Bu programda bedeni, popüler kültürün bir tüketim nesnesi olarak öne çıktı ve sistemin çarklarına dahil oldu. Sosyal medyada paylaştığı içerikler ve medyada yer alan görüntüler, Candan’ın sistemin dayattığı “ideal” beden algısına uymak için büyük bir çaba sarf ettiğini gösteriyordu. Ne yazık ki bu çaba, onun hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. Nihal Candan'ın yakalandığı hastalık ve acı içerisindeki ölümü ''Bir kadın bedenini neden bu denli saplantı haline getirir?'' yorumlarını da beraberinde getirdi. İşte Nihal Candan'ın kilo kaybıyla başlayan ızdıraplı sürecinin detayları....
Nihal Candan olayının düşündürdükleri! Bir kadın bedenini neden saplantı haline getirir?
Türkiye, sosyal medya fenomeni Nihal Candan’ın hayatını kaybetmesiyle sarsıldı. 23 kiloya kadar düşen bedeniyle anoreksiya nervoza tanısı konulan Candan’ın ölümü, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda modern toplumun kadın bedeni üzerindeki acımasız dayatmalarını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu olay, popüler kültür, medya ve tüketim toplumunun kadın bedenini nesneleştiren yapısını sorgulamaya açarken, sistemin bireyler üzerindeki etkisini de tartışmaya açtı.
Nihal Candan isimli sosyal medya fenomeni bir kadıncağız bedeni 23 kiloya kadar düştükten sonra hayatını kaybetti.
Her ölüm kendi içinde bir sır ve ibret barındırmaktadır.
N.C isimli maktul ki bu ifade belki kurban olarak da düzeltilebilir sistemin ne denli habis ve tehlikeli olduğunu en mücessem örneği olarak karşımızda durmaktadır.
N.C’nin ölüm nedenini açıklarken “Anoreksiya Nervoza” ile bilimsel bir terim önümüze koyarak olayın ardındaki tüm sır perdesi çözülmüş hissiyatı oluşturulmakta; oysa bu hastalığın bir diğer ismi “kilo alma korkusu” olarak bilinmektedir.
SİSTEM VE KADIN BEDENİ
Modernitenin ve onun ideolojik aygıtlarından/çarklarından birisi olan popüler kültürün/medyanın cinayetlerinden birisini okuduğumuz için N.C’yi dosyamızın kalan satırlarında bilhassa “Maktul” olarak tanımlayacağız.
Popüler kültür; moda programları, sosyal medya aygıtları ve daha birçok unsurla kadının bedenini son derece hedonist ve agresif bir tavırla tüketilen bir nesneye dönüştürmüştür. Kadın için, hele ünlü olacaksa, beden “benlik kimliğinin” adeta bir parçasına dönüşmüş vaziyette.
Nitekim maktulümüz TV 8 isimli kanalda sözde bir moda programında evvela bedenini bir tüketim aracı olarak kamuoyuna arz etmesiyle çarkın bir parçasına dönüştü.
Oysa popüler kültür içinde kadının biyolojik eşitlik talepleri yüksek perdeden dile getirilmesine karşın kadının sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda bir paçavraya dönüştürülmesi karşısında sessizlik hâkim.
Tarihsel süreç içinde kadın bedeni modanın muhalif simgelerinden birisi olarak kabul edilmekteydi; çünkü moda kadınların içsel özgürlüklerini estetikle ifade edebilecekleri bir sanat dalı gibiydi. Hatta sadece kadına dair sorunlar için değil; siyasi, sosyal ve ekonomik meselelere kadar topluma verilebilecek mesajlar ihtiva edebilme kuvvetine sahipti(r). Örnek vermek gerekirse Batı’da Kraliçe Elizabeth “Türk Modası” ile yarattığı estetikle kilisenin otoritesine kadın estetiği üzerinden verilen kesif bir mesajla sarsabiliyordu. 1919 yılında Mısır’da İngilizlere karşı başlayan halk ayaklanması kadınların kumaşlarına yükledikleri siyasi anlamla Kahire sokaklarını hareketlendirmişti.
Günümüzde kadın bedeni görünürde toplumsal baskıların aksine bireyin hür tercihine ve değerlendirmelerine göre şekillendiği düşünülmektedir. Zahiren bu doğrudur; oysa bireyin tercihleri; haz ve seçkincilik algılarıyla ona dayatılması söz konusudur. Kadın bedeni ve estetiği kısmi hürriyet alanına sahip olsa da haz odaklı pazarlanma nesnesine dönüştürülmüştür.
Bir nesne olarak kadın bedenini ve estetiğini ise popüler kültür görünürlükle dayatmaktadır. Bu görünürlüğü elde etmek için kadın bireyler sistemin onlara dayattığını yerine getirmek zorunda bırakılmaktadır. Sıfır beden, şehvet ve hazza yönelik sapmalar bunlardan ilk akla gelenlerdir.
Sorunlu beden algısı hangi ölçülere göre yaratıldı?
Çağımızın tüketim toplumunda yukarıda belirttiğimiz üzere kadın bedeni simgesel bir sermaye aracı gibi görülmektedir. Bunun sonucunda beden; kadın için bir toplumsal itibar aracı ve toplumsal alım gücüne dönüştürülmüştür. Tam bu noktada sistemin ayrıca ürettiği bir başka kavram var ki bu da “çarpık beden” dayatmasıdır.
Hüseyin Köse “Tüketim Toplumunda Bir ‘Sosyal Beden’ Kurgusu Olarak Kadın” makalesinde simgesel bir sermaye olarak tanımlanan kadın bedeni üzerinde bir de onu yöneten bir simgesel iktidar ve muktedirler olduğu görüşünü savunur.
Ünlü Fransız Filozof Michel Foucault da bahsi geçen muktedirlerin sadece bedenlerin üstüne değil, insan tohumlarına kadar güçlü bir iktidar alanı kurduğunu iddia eder. Popüler kültür ve modern medya araçları bu iktidar alanında kadın bedenini cinsellik üzerinden kurgular. Tam bu noktada Sezgin Kızılçelik “Küreselleşme, beden ve şizofreni” makalesinde acı tabloyu şu sözlerle betimler:
“Küreselleşmenin yeniden şekillendirdiği toplumlarda bireyler, bedenlerini zevk üretmek ve bedenlerinin yüzeyini bir cinsel sembolizm sistemi olarak geliştirmek için denetim altında tutmaktadırlar. Bireyler, özellikle bedeni, cinsellik üretmek için kontrol etmeye başlamışlardır.”
Esasen kadın bedeni üzerinde iktidar kuran düşünce farklı zamanlarda kadını farklı davranışlara zorlamaktadır. Örneğin 1950’li yıllarda kadın bedeninin daha kilolu olması zenginliğin göstergesi olarak kabul ediliyordu. Bu dönemde özellikle Batılı düşünürlerin Sovyet ve Uzak Doğulu kadınların fukaralıktan bedenlerinin sıskalığına karşı ABD’li ve İngiliz kadınların gürbüz beden hatlarını ideolojik bir iftiharla anlattığına şahit oluyoruz. 2000’li yıllarda ise kadın bedeni üzerinde bir zayıflık algısı yaratıldı.
İki farklı dönemde de kadın bedeni bir tüketim nesnesiyken 2000’li yıllar, kadına dair güzellik algısını estetik yerine tamamen erotizm olarak dayattı. Bununla beraber kadındaki tüm yetenek, zekâ ve dişil hüner ancak erotizmle kaim ise anlamlı bulundu. Hatta üretilen erotizm kurallarına kadın itaat ediyorsa zekâsı bile yük olarak görüldü. Bilhassa kısa yolda ünlü olmak adına bedenini öne çıkaran bazı kadınların ses tonlarını değiştirip aptal görünme çabaları bunun en mücessem örneğiydi.
Maktulümüze geri dönecek olursak…
Rahmetli N.C, hukuk mezunuydu. Babası hatırı sayılır akademik atıfları bulunan entelektüel camianın bildiği bir isimdi. Takdir edersiniz ki ne o ses tonu ne de tavırlar gerçek değildi. Yalnızca sistemin ondan istediklerini kusursuz bir şekilde yerine getirmeye çalışıyordu. Lakin sistemin ondan istediklerini öylesine içselleştirmiş ki günün sonunda bunu canıyla ödedi.
Kadına dayatmanın yalnızca popüler kültür içinde medya dünyası ile sınırlı olduğunu düşünmek de abestir. Ülkemizdeki koca kozmetik sektörü ve estetik ameliyatlarda bahsi geçen karanlık iktidar alanı mücessem bir şekilde müşahede edilir.
Kadınlara bedenleri üzerinden öyle bir güzellik algısı dayatılmış durumda ki kafamızı kaldırıp çevremize göz gezdirdiğimizde birbirinin aynısı dudaklar, burunlar ve daha nicesini görüyoruz.
Elbette her kadının güzelliğine alakadar olması onun dişil yapısının en doğal halidir; ancak kozmetiğin dayattığı inceltici kremler, selülit kremleri, kapatıcılar, kirpikleri uzun, dudakları dolgun ve kalın gösteren ürünler, saç gürleştirici ürünler, kirpik uzatıcı ürünler gibi birçok unsur bir şekilde kadın bedeni üzerinden yaratılan iktidar alanıyla yakından ilgili. Başka bir deyişle kadın bedeni üzerinden kurulan iktidarla bir “Tasarı alanı” yaratılıyor bu da tüm dünyada ve ülkemizde habis bir şekilde dayatılıyor, en kötüsüyse fazlasıyla karşılık buluyor olmasıdır.
Örnekleri biraz daha günümüze indirgersek Hülya Çakır, “Sosyal medyada bedensel dış görünüm söyleminin kadın bedenini inşası: Sosyolojik bir değerlendirme” isimli makalesinde diyor ki her gün Instagram ve Facebook gibi platformlara yüklenen milyonlarca kadın fotoğrafında kadın bedeninin nasıl tek tipleştirildiği ve bir dayatmanın olduğunu görmek mümkündür.
Bu tek tip dayatması ve beden üzerinde kurulan iktidar öyle noktalara ulaşmıştır ki bugün insanlarımız psikolojik rahatsızlıklara sürüklenmektedirler. Hayatını kaybeden N. C, gündelik hayatımızdakinden çok daha acımasız olan popüler medyanın sistemdeki kurbanıydı. Oysa bu makro çemberin daha daraltılmış mikro örnekleri tüm kadınları özellikle genç kadınları tehdit etmektedir.
Üstat Sezai Karakoç “Hızırla Kırk Saat” şiirinin ilk dizelerinde geçen şu veciz ifadelerle bitirelim;
“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz”
Editör: Mehmet Mazlum Çelik