NEYİN PEŞİNDESİNİZ?

Günlerdir siyaset dünyamızda entrikalar, çevrilen dolaplar, senaryolar, ayak oyunları dışında konuşulan bir şey yok.

Sanki ekonomik kriz bu ülkede değil. Hiç sorun yaşanmıyor, sanki.

Çözüm, öneri, çıkış gibi sözcükler bu girdap içerisinde yitip gidiyor.

Oysa siyaset böyle bir şey değil.

Size kim, neyi, nasıl öğütlüyor bilemem ama iktidara giden yol bu mezarlıklı yerden geçmez.

Çok mu entrika dizisi izlediniz? Kendisini entrikalarla var edenlerle aynı sofraya çok mu oturdunuz?

Ya da.

İktidar burnunuzun dibine geldi de öne geçmek için yandakine dirsek atmayı yeterli mi sanıyorsunuz?

Tavsiyem, kafanızdaki her neyse onu yavaşça yere bırakın ve hazır yerdeyken de etrafa saçtığınız aklınızı toplayıverin.

Onca dijital ortam varken, Twitter’ın patronu bile dün tükürdüğünü bugün yalamak zorunda kalırken, gizli kapaklı işler gizli kapaklı kalır sanmak için zekâ düzeyinizin ne kadar aşağı inmesi gerekiyor?

Ya da. Seçmen denen karmaşık yapıyı, her koyduğunuzu yiyecek bir aptal kutusu sanmayı nasıl varsayabiliyorsunuz?

Basit bir bilgi yazayım, belki işinize yarar:

Entrika çevirmekten haberiniz olmamıştır, bu aralar edebiyat dünyasında ne tartışılıyor biliyor musunuz?

Geleceğe kalacak büyük eserlerin neden artık yazılamıyor oluşu tartışılıyor.

Edebiyat okuru o kadar gelişti ki, artık kolay beğenmiyor.

Seçmen de gelişti ancak siyaset gelişmediği için seçmeni “aldatılacak aptal” sanmaya devam ediyor.

Ne hazin.

Siyasette her zaman dolaplar çevrildi ama onlar hep sonradan öğrenildi, böylesine gözler önüne serilmedi.

Seçmenler dünya üzerindeki ilk seçimlerden bugüne, hep aynı şeyleri istediler; İçtenlik, dürüstlük ve yeterlilik.

Bu niteliklerin kimde olduğuna inandılarsa, onu terk etmediler.

Aileden kemik oy miras değilse, çıkar ilişkisi de yoksa halâ öyle oy veriyorlar.

Elbette hırsızların, arsızların, dolap çevirenlerin de destekçileri olur ancak onların sayısı asla seçim kazandırmaya yetmez.

Neyin peşindesiniz sahi siz?

Bu zamanda aklını başına toplamayan, seçmeni doğru anlamayan her kim varsa, hali hazırda sahip olduğu koltuğu bile yarın bulamayacak. 

 

BENCE BÖYLE

Bir, ülkemin iç siyasetini ilgilendiren, üstelik çok büyük bir sorun da içermeyen, mesela kesinleşmiş karar, tutuklama, görevden alma gibi ciddi durumlar yokken neden ABD Dışişleri, İngiltere, AB açıklama yapar?

Neden İngiliz ve ABD gazeteleri analiz üzerine analiz yazar?

Bize halâ müstemleke muamelesi yapıyor olmaları sinir bozucu bence.

İki, İmamoğlu davasında çıkan kararın hukuka uygun olmadığı, arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğu söyleniyor.

Kişisel fikrim bunun mümkün olmadığı. Zira Erdoğan’ın siyasi aklı böyle bir kararın sonuçlarını tahmin etmeye yeter.

Orada başka işler dönüyor olabilir, bilemem. Bildiğim şu, eğer hukukun tarafsızlığına zarar getirirseniz, sonuçlarından siz de mutlaka zarar görürsünüz. Hukukun tarafsızlığı adına acil adımlar atılmalı bence.

Üç, CHP içini karıştırmak isteyen tayfa (ki zaten her dem CHP karışık), Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu davasının karar gününde Almanya’da olmasını, yakın çalışma arkadaşı Şükran Kütükçü ve Muharrem Erkek’e fatura etmişler.

Güya ikisi de İmamoğlu’na çalışıyorlarmış.

Muharrem Erkek’i tanımam. Ama Şükran Hanımı iyi tanırım. Tam bir görev insanıdır. Sadakat kavramının somut örneğidir.

Dünya bir araya gelse, Şükran Kütükçü Kemal Beye karşı yanlış yapmaz.

Dört, Türkiye İşçi Partisi milletvekili Sera Kadıgil gibi üç milletvekilim ya da yol arkadaşım olsun, dünyayı yerinden oynatırdım.

Net, cesur, meydan okuyucu. Sadece, üslupta agresifliği sürekli hale getirmemeli bence.

Beş, Mardin Havalimanı’nın adının “Prof.Dr.Aziz Sancar” olmasına çok sevindim. Havacılıkta kısaltması nasıl yapılır bilmiyorum ama bilime ve Mustafa Kemal’e şahane bir selam, saygı duruşu oldu bence.

Fikir kiminse kutlarım.

Altı, Doğanşehir’deki maden ocaklarını destekleyen “ÇED gerekli değil” kararını iptal eden Danıştay, diğer illerdeki doğa katliamlarına da aynı kararlılıkla “dur” dese, düğün bayram olur bence.

Yedi, Netflix’in dizisi “Sıcak Kafa”nın bir kitaptan değil, o kitaptan çok daha önce çekilmiş “Öldüren Kelimeler” filminden alındığını yazdım ya.

Haber yapmayan yer kalmadığı halde ne yazardan ne yapımcıdan çıt çıkmadı, açıklama yapılmadı. Ama içeride Netflix, aldatılmış olmanın hesabını sormuştur bence.

Sormadıysa bile dizinin sihri kaçtı bir kere.

Sekiz, Neşet Ertaş’ın hayatını anlatan filme ailesi itiraz etti, yasak geldi. Onca emeğe yazık oldu. Ve fakat aile zaten, daha filme başlanmadan “yapmayın” demişti.

Olaya “Sonuçta film” aymazlığıyla bakamazsınız. Sizin ailenizle ilgili bilgi, belgenin paylaşıldığı, hatta sizi bile birinin oynadığını düşünün.

Hayatınızın gizlisini saklısını bir tüccarın film yapıp, üstünüzden para kazandığını varsayın. Kabul etmeme özgürlüğünüz yok mu?

Ünlü gerçek kişilere hayali yaşamlar yazarak köşe dönen yapımcılar bunu bir tek koşulla yapabilirler, tarafların ayrıntılı izni alınarak. Bence.

Dokuz, Fransız Milli Takımına bakınca Fransızların, Fransızlar dışında kimseyi neden sevmediklerini anladım.

11 kişilik takımın 9’u siyahiydi. Kimi kölelikten kalmış, kimi göçmenlikten. Hepsi de o kadar iyiydi ki, yerli Fransızın tembelliğinin altını çiziyor gibiydiler.

 

DEDİM, DİYORUM

Elon Musk gibi bir dengesizin elindeki Twitter’da her gün bir skandal yaşanıyor.

Kendisinin ve ailesinin özel bilgilerini paylaşan gazetecilerin hesabını askıya aldı.

Patron değil mi, parayı bastı ne isterse yapıyor.

Ve fakat insanların özel alanına giren hesapları askıya almaya kalkarsanız ortada Twitter kalmaz.

O da kararından vazgeçti, gazetecileri askıdan indirdi.

Daha bu başlangıç.

Hoşuna gitmeyen her hesabın başında Musk’ın kılıcı sallanıyor.

Sıra devletlere ve devlet adamlarına da gelecek.

O nedenle geçen hafta yazdığımı hatırlatayım:

Hükümet ve kurumlar, resmi açıklamaları için Twitter’a Anadolu Ajansı muamelesi yapmaktan vazgeçmeli.

 

TURAN GÜNEŞ BULVARI İÇİN AÇIKLAMA

Geçen hafta Ankara’nın en işlek bulvarlardan Turan Güneş’te yaşanan trafik kazalarını, araç hızlarını ve denetimsizliği yazmıştım.

Konu Büyükşehir Belediyesi’ni, Ankara Valiliğini, UKOME’yi ilgilendiriyordu.

Bir tek Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden açıklama geldi.

Basın ve Halkla İlişkiler sorumlusu Volkan Gültekin aradı, “Mansur Başkanımın yönlendirmesiyle arıyorum hocam” dedi, “Biz belediye olarak Bulvarın iki tarafına metal çit çekerek yayaları yaya geçitlerine yönlendirdik.”

“Sorun yaya geçitleri değil, araç hızları. Acilen sorumsuz sürücüleri hız kesmeye zorunlu kılacak önlemler gerekiyor” dedim.

Bu konuda sadece cami ve okul civarında belediyenin yetkisi varmış. Ötesi UKOME’de.

 

YENİ YIL YEMEĞİNE KİMİ ÇAĞIRALIM?

En güzel yeni yıl kutlaması bir yemek masası etrafında toplanmakla olur yazmıştım ya önceki yazıda.

Hadi şimdi o masada kimler olsun, sıralayalım;

Elbette önce anne, baba ve çocuklar.

Sonra kardeşler.

En yakın dostlar.

Uzun zamandır görmediğimiz eski dostlar.

Yeni yıla yalnız gireceğini bildiğimiz bir komşu, bir tanıdık.

Giden yılda en güzel anımıza sebep olan her kimse o.

En kötü anımızda yanımızda duran kişi.

Yeterince tanımadığınız biriyle nasıl aynı masada olacağınızı hiç düşünmeyin.

Yemek masası sihirlidir, otururken tanımadığınızla kalkarken kanka olursunuz.

 

CEM YILMAZ ZEKÂSINA YAKIŞAN ALKIŞLIK HAREKET

Ayrımcılığın her türüne karşıyım, negatif pozitif fark etmez.

Dezavantajlı gruplar (yaşlılar, çocuklar, engelliler ve hayvanlar) hariç.

Özellikle kadınlar lehine uygulanan ayrımcılıkların kadını daha da zayıflattığını düşünürüm.

İşte Cem Yılmaz tam da buradan golü atmış.

Boşanmalarda nafaka ödeme işi hep erkeğin üzerinde ya. “Niye ki?” diyor.

Eski eşi oğulları için nafaka artırımı isteyip davayı kazanınca, Cem Yılmaz da davayı üst mahkemeye taşıyor ve şu alkışlık soruyu soruyor:

“Baba kadar annenin de çocuğun yaşam idamesini sağlamada eşit olması gerekmez mi?”

Anne de çok iyi kazanırken paylaşım neden eşit yapılmıyor gerçekten?

Yılmaz’ın başka soruları da var: “Çocuğun eğitim, sağlık, genel giderleri zaten sağlandığı halde neden 20 bin dolar daha istenir?”

Alkışlık hareket. Buradan yürüdüğün sürece arkandayım Cem Yılmaz.

 

İLETİŞİMİ KÖTÜ YÖNETİLEN ÜNLÜLER

Hep menajerler iletişim işinden anlamazlar diyorum ya, dediklerimi de somutluyorum.

İletişimleri “kötü” ve “berbat” yönetilen isimlerden birkaçı;

Kötüler:

Burak Özçivit ve Gülşen.

Berbatlar:

Zeynep Bastık, Aleyna Tilki ve Merve Boluğur.

 

KATAR BİZE NE KATTI?

Dünya kupasında izlediğimiz şahane futboldan sonra hangi ligdeki, hangi maç keyif verebilir ki?

Futbolda zirveye, futbolsuz ülke Katar’da çıkıldı. Tezata bakın.

Bazen tezat, algıları açmaya yarar.

Batı parasını, petrolünü alıp gerisini dışladığı Katar’la yakınlaştı.

Dünyayı paylaştıkları ve kendilerine benzemeyen başka insanlar da olduğunu fark etti.

Onları reddederek değil, fark ederek bir yaşam sürülebileceğini deneyimledi.

Bundan sonra Türklerle Arapları karıştırmamayı da öğrenmişlerse, daha ne olsun.

 

AKLIMDA KALAN

Kamuoyu araştırmalarındaki tuhaflık: Seçime yaklaşırken ortalık kamuoyu araştırması kaynıyor. Nereden çıktığı, ne yaptığı belli olmayan yüzlerce araştırma şirketi var. Kimin kime çalıştığı karışık. Yüzlerce şirket neredeyse her gün araştırma yapıyor. Denek sayıları en az 2 bin. Çarpın o sayıyı araştırma şirketi sayısına, çıkan rakamı da çarpın yapılan araştırma sayısına. Milyonlarca denek ortaya çıkıyor. Ve fakat tuhaf olan, ben bugüne kadar bir kere bile denek potasına girmedim. Sadece ben değil, tanıdığım hiç kimse denek olmadı. İster gelir grubuna, ister eğitim durumuna bakın tanıdık yok. Ya kamuoyu şirketleri bizle aynı ülkede değil, ya da bu işte bir iş var.

Diğer Yazıları