Nasıl anlatsam, nereden başlasam?

Ukrayna Savaşı’nın iletişim boyutunu anlatması güç, deneyeceğim.

İki mahalle var. İki de çete reisi (ABD-Rusya) var ve de onların yardakçıları.

Bir de karşı çeteye girmeye çalışan yeni yetme delikanlı, Ukrayna.

Karşı çeteye teşne yeni yetmeye, bu taraftaki çete başı diyor ki, “Onlara katılırsan kendime tehdit sayarım, seni döverim.”

Karşı çete başı yeni yetmenin sırtını sıvazlıyor, “Korkma ben varım, sana bir şey yapamaz” diyor.

Yeni yetme “gel gel” yapana doğru koşarken, “gitme döverim” diyen yumruğu indiriveriyor.

“Yardım edin” diye bağırsa da sırtını sıvazlayan ortada yok.

Acımasız savaşları film gibi anlatmak can sıkıcı. Olanlar gerçek, filmler değil.

Yaşananların arka planında üç kavramdaki değişimler var: “Demokrasi”, “liderlik” ve “eski-yeni medya.”

Konu uzun ama çok kısa özetlemek gerekirse;

Bir, “demokrasi” gerçek anlamından uzaklaştı. Kampanya süreçlerine harcanan paralarla çarpıtılmış gerçekler üzerinden oylar şekilleniyor.

Newman, “The Mass Marketing of Politics”de , “politik pazarlamanın demokrasinin sağlığını tehlikeye attığını” belirtir.

“Oy vermede paranın oynadığı rolün, demokrasiyi ucuzlattığını” anlatır.

Ukrayna halkına tv komedyenini devlet başkanı seçtirme süreci, sıcak bir coğrafyada süreç yönetmede beceriksizlik sonucunu doğurdu.

İki, “liderlik anlayışı değişti, komik tipler de ülke yönetebilir” diyenler yanıldı.

Geleneksel liderde aranan özelliklerin ilk iki sırasında “dürüstlük/ güven” ve “yeterlilik” vardır.

Zelenski’ye perde arkasından ABD desteği olmasa, “kazanmış”ı oynayabilir miydi? Kazanan “Uzlaşmak istiyoruz” mesajı yollar mı?

Üç, eski medya gerçeği bozardı, yeni medya hepten bozar. Ritzer der ki “Medya için gerçek, ne kadar gerçek dışıysa o kadar caziptir.”

Haberde bombalanmış bir bina gösterip “X ülke bombaladı, beş kişi öldü” deniyorsa üç olasılık yüzdesi eşittir; O ülkenin bombalama ihtimali, karşı tarafın bombalayıp suçu atma ihtimali, ölü olup olmadığının gerçeklik payı.

Ekranlar “Ukrayna Savaşı dünyayı değiştirecek” abuk analizleriyle dolu. Dünya 30 yıldır zaten değişik.

“Tanklar ve Sözcükler” kitabımdan not: “Yeni savaş alanları kara, hava ve denizler değil insanların zihinleridir.”

 

SAVAŞIN LİDERLERİ

Putin:

Özgüveni yüksek. Hedef odaklı.  Deneyimli.

Ne istediğini biliyor, gerisine kulak tıkıyor.

İç kamuoyunu da dünya kamuoyunu da analiz ediyor, durumu okuyor, eyleme geçiyor.

Eleştiriye, olumsuz haber saldırısına prim vermiyor.

Risk almıyor. Geri adım atmıyor.

“Geleneksel liderlik” niteliklerinin fazlası var eksiği yok.

Zelensky:

Kriz yönetimi ve devlet yönetimi deneyimi yok.

Tribünlere oynamayı seviyor.

Yeni medyaya içerik üretmenin zafer kazanmasını sağlayacağına inanacak kadar naif.

Risk analizi yapamıyor.

Elinde kağıt olmadan konuşamıyor.

Kötü bir lider ama iyi bir şovmen.

Biden:

Varlığıyla yokluğu belli değil.

İç kamuoyunun ulusötesi asker göndermeye karşı olduğunu biliyor buna karşılık güçlü sözel tavır üretemiyor.

“Çabuk yıpransın da gitsin” diye dua eden bir ekibi var.

Varlığıyla yokluğu belli değil.

 

KİMİ TUTUYORUM?

Elbette Ukrayna’yı tutuyorum, çünkü;

Hiç bir ülke, kendi kaderini tayin hakkından mahrum bırakılamaz.

Hiç bir neden, insanların öldürülmesine mazeret olamaz.

Her zaman güçlüyle zayıf çatıştığında zayıfı tutarım.

Beceriksiz bir liderin faturası o ülkenin halkına çıkarılamaz.

Tabii ki Rusya’yı tutuyorum, çünkü;

Binlerce kilometre ötedeki ABD’nin, maşa ülkelerle sınırlarına kadar sokulmasına sessiz kalamazdı.

NATO’ya girmek istediğinde, reddedilince elbette NATO’yu karşısına alma hakkına sahiptir.

NATO tavır belirlerken üyelerini beyazlar ve siyahlar diye ayırır. Türkiye siyah üye muamelesi görür. İhtiyaç duyduğumuzda hiç desteğini bulamayız, Rusya bizim yerimize de hesap görüyor.

ABD, kendi güdümündeki NATO’ya Ukrayna üye olduğunda, bölgede bize ihtiyacı kalmayacak ve başımıza çorap örmeye devam edecek olduğundan Rusya ile çıkarlarımız kesişmiştir.

Rusya’nın Ukrayna’yı NATO’dan uzak tutması, Türkiye’nin bölgedeki değerini daha da artıracaktır.

Yakınımdakiyle dostluğu uzağımdakiyle ortaklığa tercih ederim.

 

NİHAYET

Gençler Ekrem İmamoğlu’na sormuşlar: “Aday gösterilmezseniz, bağımsız aday olur musunuz?”

Cevabı şöyle: “Bireysel hedeflerin bu döneme ihanet olacağını düşünüyorum.”

İletişim krizi yaratmakta ustalaşan İmamoğlu’nun bu açıklaması, iletişim değeri açısından nihayet başarılı bir açıklama sayılır.

 

NEVŞİN MENGÜ REKLAM YAPABİLİR Mİ?

Sevgili Nevşin’in sosyal medya hesabında bir içecek reklamı yapmasını, arkadaşım Faruk Bildirici eleştirmiş.

Soruyorlar, medya hocası olarak ben ne taraftayım?

“Haber”, “gazetecilik” ve “etik” arasına uçurum gireli hayli oldu.

Nevşin habercilik yapmıyor, yorumculuk yapıyor, böylece kendi “sanal” kitlesini oluşturuyor.

Finansmanını kendi etki-tepkisiyle sağlıyor. Kendi kitlesini yanılttığı zaman kendi finansından da olma riski var.

İşbirliği, reklam yaptığını açıkça belirttiği sürece sorun olduğunu düşünmüyorum. Hoş bulmayan izlemez.

Önemli olan, reklamını yaptığı ürün hakkında kendi kitlesini kandırıp kandırmaması. Etik o noktada devreye girer.

O zaman da yeni medyada etik dışı reklam yapanlar sıralaması yapıldığında da Nevşin’e sıra gelmez.

 

“SEVİLME” PUTU

Instagram’daki soru-cevap hikâyelerime niteliği yüksek sorular geliyor, okur niteliği yüksek çünkü.

Okurlardan biri “Sevilme putunu nasıl kırdınız?” diye sordu. Eyvallah’sız olduğumdan herhâlde. Güzel soruydu. Orada yanıt veremedim, burada vereyim.

Ülkemizde “sevgi”, en netameli alandır. “Sevgi”den olumsuzluk çıkarmayı başarırız. Kadın cinayetleri, aile içi şiddet hep sevmektendir.

Nasıl seveceğimiz, kimi seveceğimiz sorunludur.

Sevilmekle ilgili de sorunlarımız çok. Sevgi açlığından sevilmek için kendimizden vazgeçtiğimiz, karaktersizleştiğimiz olur.

Sevmekle sevilmek iki ayrı şey, asla birbirini tamamlamaz.

Aşkları düşünün, hep bir taraf diğer tarafın kendisi kadar sevmediğinden yakınır.

Doğru anlaşılması zor bir cümle kuracağım: Değerli duygular vardır, değersiz duygular vardır.

Sevmek değerlidir, bizi insan yapar. Sevilmek o kadar değerli değildir.

Bu ayrımı fark ettiğimde “sevilmek” put olmaktan çıktı, hayatımı birileri beni sevsin diye kurmadım.

Düşünün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sadece onu sevenler oy verseydi bu kadar oy alabilir miydi?

Kılıçdaroğlu’nu her seven oy verseydi oyları daha yüksek olmaz mıydı?

Sevilmek yerine sayılmayı seçenler vardır. Dosdoğrudurlar, nettirler, kimseyi satmazlar. İlkeleri vardır, güvenirsiniz.

Sevdiğiniz biriyle saydığınız biri, iki ayrı yön gösterse saydığınız tarafı seçme ihtimaliniz yüksektir.

Sayılma değerlidir, özgül ağırlığı vardır. Sevilme öyle değildir.

 

 

ÜZÜLDÜĞÜM ŞEYLER

Mesela, Marmara Üniversitesi kampüsünün Boğaziçi Üniversitesi’ne verilmesi. Yüzyıllık üniversitelerin oradan oraya taşınmasındaki acayiplik.

Mesela, Heybeliada’daki Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yaşadığı evin ihaleyle satılacak olması. Bu ülkede kültürün turizmden ayrılıp başka bir bakanlık olması şarttır.

Mesela profesörlerin dolandırılmasıyla çemberin daraldığı hissini yaşamak.

Mesela hiç bir zaman Orient Express’le tren seyahati yapabilecek kadar zengin olamayacağımı bilmek.

Mesela, kurufasulye yemeğini annem gibi yapamıyor olmak.

 

SEVİNDİĞİM ŞEYLER

Mesela, 11 yıl önce kapatılan, salgın sürecinde önemi fark edilen Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü’nün yeniden açılacak olması.

Mesela, Yunanistan ve Türkiye arasında “pozitif gündemli toplantı” düzenleme fikri. Bundan sonra ben de uygulayacağım.

Mesela, genç müzisyen Ceylan Ertem’den “İsim değil fiil olmak istiyorum” dibi kallavi cümleler duymak.

Mesela, telefondan kendimi daha fazla uzak tutmayı başarmak.

Mesela, ekranların tek komedi programı “Güldür Güldür”ün hafif dozlu da olsa politik esprilere yer vermeye başlaması.

 

 

HANGİ ISRAR KAZANDIRIR?

Bir şeyi elde etmek için ısrarlı olmak çok dikkatle yönetilmesi gereken bir süreçtir.

Israrda doz aşımı, nefreti de getirebilir. Sapıkça da olabilir.

İranlı kaçak kocasından boşanan Ebru Gündeş’in, şimdi de Iraklı biriyle adı çıktı.

Sevgililer, değiller beni ilgilendirmez. Deniyor ki “Gündeş oralı değil ama adam o kadar ısrarlı ki sonunda kazanır.”

Aynı şey Hülya Avşar’ın başındaymış. Adam iki yıl boyunca Avşar’ın peşinde koşmuş ve kazanmış.

İki yıl. Azimle.

Yürümemiş ama kazanmış.

Israr edip, vazgeçmeyip de kazananların sırrına gelince;

Rahatsız edecek kadar yaklaşmayacak, unutulacak kadar uzaklaşmayacaksın.

Mutluysa izleyecek, mutsuzsa sana güvenebileceğini hatırlatacaksın.

Paran varsa hediye göndereceksin ama hediye paranın altını değil, ince ruhun altını çizecek.

Sabır en büyük silahın olacak.

Liste uzun.

 

AKLIMDA KALAN

Bir komedyenin devlet başkanı seçilmesi: Halk özgür iradesiyle bir komedyeni de bir dilenciyi de kendisini yönetmeye seçebilir, orada sorun yok. Ne var ki yeni dünya düzeni, özgür iradeyi içi boşalmış bir gösteriye çevirmiştir. Bir komedyenin, program isminden parti kurup seçilmesi sürecindeki şaibeler, bana Obama’nın seçilme sürecini hatırlattı. Obama öncesinde, televizyonun en çok izlenen dizisi sloganı “gerçek zamanlı” olan “24” dizisiydi. O dizide, ABD Başkanı adaletin, güvenin simgesi David Palmer’dı ve siyahtı. Dizi üzerine pek çok makale yazılmıştı, Obama kampanyasının parçası olduğuna dair. Palmer dizide öldürülmüş, gerçek yaşamda Obama’nın bedeninde hayat bulmuştu. Zelenski’nin seçilme sürecinin aynısı.

Diğer Yazıları