Mevzuya bir de böyle bakalım: İstanbul'un namusunu canıyla koruyan belediye başkanları
Son günlerde bazı belediyelere yolsuzluk, rüşvet ve iltimas iddialarını içeren baskınlar gerçekleştiriliyor. Tarihimizden şerefli memurlar geçti: İstanbul’un namusunu canıyla koruyan Belediye Reisleri oldu.
Türkiye bağırsaklarını temizliyor olsa da bu görüntüler insanı kahrediyor; çünkü milletten alınan emanete bu kadar riyakâr olunması her vatandaş tekini endişeye sevk ediyor.
İbn Haldun’un “Yolsuzkluk Teorisi”ni hatırlamakta yarar var.
İdarecinin lükse temayülü varsa yolsuzluğa bulaşır. Yolsuzluk ekonomik müşkülatlar doğurur.
Bu müşkülatı devam ettirmek için yeni yolsuzluklar yapılır.
Yine Haldun’a göre rüşvet; halk ve otorite arasındaki yazılı ya da yazılı olmayan tüm anlaşmaları ortadan kaldırır.

Ünlü vezir Nizamülmülk, devlet memurları için “Rüşvet ve vatana ihaneti” aynı başlıkta ele almaktadır.
Selçuklu Devletinin namuslu tarihçilerinden Aksarayi, rüşvet mekanizmasının devletin altını oymasını şu veciz ifadelerle dile getirir;
“Eğer sen efendinin yakını olmak istiyorsan zulmü meslek edin ve Allah’tan korkma Ona rüşvet ver ve sonra gözünün önünde karısına dokun korkma Velhasıl herkes rüşvet ipiyle kese dokuyor Her biri, kendi kazanı içinde dünyayı yakıyor.”
Osmanlı’nın çöküşünü engellemek adına çok değerli bir risale kaleme alan Koçi Bey; rüşvet ve yolsuzluğun devletin en başat yıkım nedeni olduğunu söyler:
“Rüşvet dâ’imâ Devlet-i Aliyyenin temelini kazmak üzredir. “Ma’lûm-ı hümayun-ı şehriyari ola ki zulm ve rüşvet her kangı devletde ki peyda u aşikâr oldu, ol devlet harâb ü yebab ve bergeşte-i rüzgâr oldu”
Peygamber efendimiz bir sözünde “Allah’ın laneti rüşvet verenin ve rüşvet alanın üzerine olsun” ifadeleriyle rüşvete olan bakışını kesin hatlarla çizmektedir.

II. Beyazit
Rüşvetin ve yolsuzluğun devletimize verdiği sayısız zararı ise saymakla bitiremeyiz. Örneğin II. Beyazit İstanbul’u neredeyse almak üzere iken kuşatmayı kaldırır. Sonraları kendisini ikna eden memurlarının rüşvet aldıkları ortaya çıkınca hepsinin kellesini alır.
Rüşvet alan memurun ahlakı olmadığı gibi vicdanı da yoktur. Kanuni Devrinde Rüstem Paşa, kurduğu düzeni tehdit ettiği için Şehzade Mustafa’yı boğduracak komploların mimarıydı.
Bu zulme dayanamayan Yeniçeriler, Kanuni Sultan Süleyman’a mektup yazarak, bu yolsuzun devrinde gâvur olmak Yeniçeri olmaktan iyidir diye isyan edecekti;
“Devletlû hünkârın ayağı toprağına yeniçeri kullarının arzıhali budur ki… Haliya ağamız olan kimesnenin elinden aciz ve fermande (fürûmânde) kaldık. Al-i Osman peyda olalu ve yeniçeri, yeniçeri olalu böyle zalim, böyle haramzade müfsid, suret uğrusu şeytan sofusu azyemez ağa ne gelmiştir ve ne gelecektir; bunun zamanında yeniçeri olmaktan gâvur olmak yeğdir.
Devletlu Padişah! Sen bunu adam sanursın; bu adam değildir; bu şeytan aleyhüllane kendusidir. Hayf yazdık, senin buna ittüğin itikada. Haşa ve kella bu, senin terbiyende büyümüş ola. Yazuk değil midir? Ne hak bilür ne şeriat bilür bir zalim müfsiddir kanden geldi? Evvela her kim bunu ortaya getürüb ağa olmasına sebep olduysa Tanrı rahmetinden mahrum ola. Gün olur mu ki seni mazlemeye koymıya. Bigünah bunca kişinin dirliğine mani olup ve nice kimesnenin dahi katline sebep olur; ahırette bunun cevabı senden mi talep olunur, yoksa kendusinden mi? Niçin görmezsin…”

Üçüncü Murat
Üçüncü Murat zamanında Peçevi’nin aktardığı bir hadise meseleyi en güzel şekilde özetlemektedir;
“Şemsi Paşa’nın özel dinlenme odasında oturuyordum. Saadetli padişahın huzurundan çıkan Şemsi Paşa sevinç ve neşe içinde geldi ve kâhyası olan Koçu Kethüda’ya: Bugün Kızılahmetlilerin öcünü Osmanoğullarından aldım. Onlar bizim ocağımıza su döktüğü gibi ben de onların ocağını söndürecek bir başlangıç düzenledim dedi. Koçu Kethüda’yı bir sıkıntı bastı ve bunu nasıl yaptığını sorduğunda Şemsi Paşa’nın cevabı şöyle oldu: Rüşveti tattırdım. Hatta kırk bin altın gibi büyükçe bir lokma idi, yutturdum. Bundan sonra onlar rüşvet almaktan geri durmazlar ve rüşvet ile devletleri tutunamaz, batar dedi. Büyük bir ferahlık ve kıvanç içinde idi.”
Dördüncü Murat zamanında Bağdat Seferi ile görevlendirilen Ahmet Paşa’nın seferden çok rüşvet derdine düşmesini padişahın kelimelerinden okuyoruz;
“Bî-haberken saltanat ihsân eden Perverdigâr
Yine Bağdâd’ı eder ihsân mukadder yok mudur?
Rüşvet ile cünd-i İslâm’ı perîşân eyledin
İşidilmez mi sanursun bu haberler yok mudur?”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çizdiği çizgiyi aşmak artık kolay olmayacak
Eskilerin bir sözü vardır. Bir padişah ordusuyla bir çiftliğin önünden geçerken izinsiz bir yumurta alırsa askerleri o çiftliği talan eder.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, belediyelere yönelik rüşvet, iltimas ve yolsuzluk davalarına sahip çıkarak esasen tüm siyasi hayatını riske atarak sermaye etmiştir. Bu saatten sonra bir memur, bir belediye başkanı ya da başka bir yetkili beytülmalden tek kuruş çalsa öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ihanet etmiş olacaktır.
Muhalefet meseleyi siyasi tartışmalara çekse de asıl mesaj Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kendi mahallesine verilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan fiilen bu cürmü Ak Parti belediyelerinde ya da devletin kurumlarında affedilmeyecek bir günah olduğunu alenen ilan etmiştir.
Bu saatten sonra eskilerin “o tatlı nesne” dedikleri rüşvete tevessül hatta heves edecek bir yetkilinin ensesinde nasıl bir irade olacağını iyice hesaplaması gerekmektedir.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Elbette devletin başı rüşvete ve yolsuzluğa savaş açtı mı, etrafındaki düşman sayısı artmaktadır. Tarihte rüşvete savaş açan Kara Mustafa Paşa’nın mazlumane düşüşünden sonra yaşananları Evliya Çelebi şu sözlerle anlatır;
“Kara Mustafa Paşa devletin hayrını isteyen yiğit bir vezir idi. Onu öldürüp musahipler, cüceler, dilsizler, hadım Araplar, haseki kadınlar, musahibeler, diğer musahip Cinci Hoca ve sadrazam Ahmed Paşa, her biri fırsat bulduklarında ol saf kalpli padişahın nice bin tatlı dil ile kanına girip türlü heveslere düşürdüler. Vezirler, devlet adamları, âlimler ve salihlerden mal toplamak için rüşvet almaya başladılar.”
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan; sayısız kavgadan yiğitçe galip ayrılmayı bilmiştir. FETÖ, PKK, DAEŞ ve Siyonist odak bileğini bükmeyi başaramadı. Şimdi açtığı cephe hepsinden çetin; çünkü dostu ya da muarızı da olsa fark etmeksizin insanların nefsine karşı beytülmali korumaya girişmiştir.
İstanbul’un Reisliği ateşten gömlektir
Eski adıyla İstanbul şehremini bugünkü adıyla İstanbul Belediye Başkanlığı yukarıda aktardığımız çizgilerin en mahrem makamlarından birisini temsil eder.
Bu makamda oturan kişinin rüşvet, yolsuzluk, lüks ve iltimasa hiçbir surette yüz vermemesi gerekmektedir.
Tarihimizde bu şerefli görevi alnının akıyla idare eden sayısız isim bulunmaktadır.
Elbette kimisi bu koltukta iz bırakmış ve kimisi de is (leke) bırakmıştır.

İstanbul Belediye Başkanı (Şehremini) Rıdvan Paşa
Bu isimlerin içinde şüphesiz en önemlilerinden birisi de görevi sırasında şehit edilen İstanbul Belediye Başkanı (Şehremini) Rıdvan Paşa idi.
Namuslu bir devlet adamı olan Rıdvan Paşa, İstanbul’u adeta talan eden Ali Şamil Paşa ve ailesinin yolsuzluklarına karşı mücadele etmeye karar verir. Kadıköy ve Üsküdar’ı neredeyse mülküne geçiren bu aile, sayısız bürokratı rüşvete bağlamıştı.
Rıdvan Paşa gibi rüşveti ve yolsuzluğu reddeden kimseleri silah zoruyla korkutmaya çalışmaktaydı.
Rıdvan Paşa, bu bela ile mücadele etmek için polis teşkilatından yeteri kadar destek göremiyordu. Sultan Abdülhamit ise siyasi dengelerden dolayı Rıdvan Paşa’ya alenen destek veremese de onun safında olduğunu tüm baskılara rağmen kendisini görevden almayarak gösteriyordu.
Ali Şamil Paşa son olarak Şehremini Rıdvan Paşa’yı sindirmek için zabıta müdürünü kaçırınca işler çığırından çıkar.
Rıdvan Paşa, zabıta müdürünü kurtarmak için Bedirhani Aşireti olarak bilinen Ali Şamil Paşa’nın üstüne zabitler ve çöpçüleriyle yürür. Polisin katılmadığı bu kurtarma operasyonunda zabıta müdürü kurtarılır; ama çıkan hengâmede Bedirhani ailesinden birisi öldürülür.
Bu hadiseden sonra herkes Rıdvan Paşa’dan kaçmasını ya da Şamil Paşa’nın belediyede kurduğu yolsuzluk düzenine rıza göstermesini ister. Rıdvan Paşa hiçbirini kabul etmez ve nihayetinde vurularak şehit edilir.
Onun şehadetiyle Sultan Abdülhamit meseleye el koyar. Bedirhani Aşireti, İstanbul’dan sürülür. Belediyeye ve vakıflara sayısız yolsuzluk operasyonu düzenlenir.
Bu hadiseden sonra payitahtta yolsuz tek bir çivi çakılamaz.
İstanbul Reisliği gibi ateşten gömlek bir vazifeyi namusuyla yürütürken şehit olan Rıdvan Paşa, beytülmali korurken bir memurun nasıl hareket etmesi gerektiğinin örneğini en mücessem şekilde ortaya koymuştu.