İsrail neden bir terör devleti? 80 yıl kehaneti, İsrail’i yönetenleri canavara dönüştürüyor!
Kurulduğu günden bu yana Ortadoğu’ya kan ve gözyaşı getiren İsrail’in saldırgan politikaları artık tesadüfi değil; bilinçli, ideolojik ve kehanet temelli bir stratejiye dayanıyor. “80 Yıl Kehaneti”ne inanan radikal Siyonist kadrolar, Arz-ı Mev’ud hayali uğruna çocuk, kadın, yaşlı demeden herkesi hedef alıyor. Devlet eliyle yürütülen bu vahşet, yalnızca Filistin’i değil, insanlığı da tehdit ediyor.
İnsanlık tarihinin en barbar soykırımlarından birisi hemen burnumuzun dibinde cereyan ediyor. İsrail, Gazze’de bugüne kadar yüz bine yakın insanı katlederken milyonları açlığa ve sefalete mahkûm etti.
Madleen isimli insani misyonlu bir aktivist gemisi IDF tarafından ele geçirilince herkes gemide bulunanların hayatı için endişe duymaya başladı; çünkü İsrail’in uyguladığı barbarlığın ve devlet terörünün dayandığı şiddet algısının herhangi bir sınırı bulunmamakta.
2025 yılında dünyanın en modernize ordularından birisine sahip, tarımdan turizme dünyanın en önemli pazarlarını elinde tutan İsrail’in bu denli aklını yitirip Dışişleri Bakanlığımızca artık alenen ve her platformda “Terör Devleti” tanımlaması ile isnat edilmesinin asıl nedeni nedir?
Konuyu yakından mercek altına aldığımızda bu saldırganlığın ne 7 Ekim ile ne de Hamas ile uzaktan ve yakından hiçbir ilgisi bulunmadığını dehşet içinde görebilmekteyiz.
Netanyahu zaten savaş ve şiddet vaadiyle iktidara geldi
İsrail’in hükümet ve hatta ‘çoğunluk’ vatandaşlarını kapsayan bir kesimle aklını yitirmesine neden olan “80 Yıl Kehaneti” paranoyası ile devlet ve kurumlar şu anda dizayn olmuş durumda.
Bu denkleme İsrail vatandaşlarını da dahil etmemiz bazı okurlarımızı rahatsız edebilir; ama bu tercihin iki önemli nedeni bulunmakta. Öncelikle mevcut iktidar ve radikal unsurların %60’a yakını İsrail halkı tarafından desteklenmektedir. (son seçim sonuçlarında radikal unsurların aldığı oy oranı esas alınmıştır) Bir diğer elimizdeki veri ise Gazze’ye yönelik sürdürülen barbarca saldırıların İsrail kamuoyunca yeterli dahi bulunmaması olarak karşımıza çıkıyor. İsrail Yüksek Mahkemesi’nin Netenyahu’ya karşı yürüttüğü muhalefet ise son aylarda Siyonist Hükümetin kamuoyu desteğini artırması sonucu zayıflamış durumda. İsrail içinde Barış yanlısı kesimlerse her geçen gün gücünü yitirmekte.
İsrail’i bu denli saldırgan hale getiren tutumu yakın mercek altına aldığımızda iki temel önerme her geçen gün öne çıkmakta. Bunların ilki 80 yıl kehaneti ve diğeri Siyonist ülkü olan Arz-ı Mev’ud olduğunu görüyoruz. Esasen bu iki gerekçe birbirini zorlayan nedenler olarak konumlandırılıyor; çünkü kehanete göre 80 yıl lanetini yenebilmenin tek yolu Arz-ı Mev’ud’u gerçekleştirmekten geçiyor.
80 yıl kehaneti nedir?
80 yıl kehaneti kurulan her İsrail Devleti’nin 80 yılını doldurmadan yıkılması anlayışıdır. Yahudi teolojisinden birçok kişi günahkâr atalarının cürümleri neticesinde lanetlendiklerini düşünüyor ve kurulan hiçbir devletin 80 yıl sınırını geçemeyeceğine inanıyor.
Netanyahu’nun seçim süreçlerinde kullandığı saldırgan dilin dayandığı temel dayanak ‘Amalekiler’i yani Siyonist devletin coğrafi bölgesinde bulunan düşman unsurların tamamen yok edileceği vaadiyle iktidara geldiği gerçeği 7 Ekim’den çok önce ortada durmaktadır.
‘Amalekiler’ olarak tanımlanan kategorinin içine yalnızca Siyonist anlayışta devletlerinin yıkılması için tehdit olanlar değil, genişlemesini engelleyecek unsurlar da dahil edilmektedir. Bu bağlamda Filistinli Araplar kadar Anadolu’nun Türkleri de ‘Amalekiler’ kategorisine girmektedir.
Siyon Katır Birliği
Hatta İsrail Devleti kurulduğu ilk günden beri Türklere olan hasmane tutumunun daha şedit olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Birinci Dünya Savaşı sırasında kurulan Siyon Katır Birlikleri ve Nili Teşkilatı bunun en mücessem örneğidir. İsrail’in kurucuları ki bunların içerisinde Netenyahu’nun aile fertleri de bulunmaktadır, kıydıkları Araplardan çok şehit ettikleri Osmanlı askeri sayısınca övündüklerini hatıratlarından alenen görebiliyoruz.
Üstelik bu damarın hala ne denli canlı olduğunu, Türkiye ile İsrail arasında çözülemeyecek büyük bir siyasi krizin olmadığını düşünebileceğimiz yıllarda, Mavi Marmara Saldırısında alenen müşahede ettik. İnsani yardım taşıyan gemide şehit edilenlerin otopsisi bunu ortaya koymaktadır.
Henüz 19 yaşında hayatını kaybeden Furkan Doğan’ın vücuduna isabet eden ilk kurşunlar sol bacağına ve omzuna gelmiş. Yani yaralı bir halde Furkan’ı yere yıktıktan sonra onu öldüren asker yakın mesafeden sol gözünün üstüne ateş ederek büyük bir nefretle öldürmüş.
Şehit Furkan Doğan (sağda)
Gemide ağır yaralılar ve bebekler olmasına rağmen saatlerce gemide bulunanlar kelepçeli olarak tutuldu. Bu süre zarfında ne yaralılara müdahale edilebildi ne de gemideki bebekler anneleri tarafından öz bakım alabildi. Sonraları birçok Siyonist askerin “Kundaktaki bebeklerine kadar ‘Amelikeleri’ öldürün” lafzından hareketle durumdan haz aldığını çeşitli vesilelerle İsrail’in radikal basınından okuduk.
“80 Yıl Lanetini” yenmek için mutlaka gerçekleşmesi gereken bir diğer önemli unsurun Arz-ı Mev’ud olduğunu ise bugün hepimiz bilmekteyiz.
Arz-ı Mev’ud tüm günahları silip atacak
Siyonist ülkünün kızıl elması Arz-ı Mev’ud’dur. Bu ülkü gerçekleşmediği sürece İsrail devlet aklı 80 yıl paradoksundan kurtulamayacağına inanmaktadır.
Bölgeden tüm Amelikelileri yani Siyonist devletin düşmanları temizlenmeden bu ülküye ulaşılamayacağı anlayışı hakimdir.
“Am Hasagula” olarak üstün bir ırk anlayışına sahip Siyonizm, Zin çölünden Mısır’a ve Akdeniz’e uzanan bir coğrafyayı ele geçirilmesi gereken ata toprağı olarak kabul etmektedir. Bu sınırın içinde bugün bizim sınırlarımız içinde bulunan Şanlıurfa ve Kuzey Kıbrıs da bulunmaktadır. Bilhassa Urfa, Hz. İbrahim’in vatanı olması hasebiyle ilk toprak olarak kabul edilmekte ve Kudüs’ten sonra Siyonizm için en kıymetli arazi olarak öne çıkmaktadır.
Hatta uzun yıllar Kudüs’e girişi yasaklanan Yahudiler, Kudüs yerine Urfa’yı Hac mekânı olarak kabul etmişler, Sultan Abdülhamit’ten Kudüs’ün yanı sıra Urfa için de imtiyaz taleplerinde bulunmuşlardı. Bugün Urfa’dan İsrail’e giden Yahudilere ‘Urfalis’ denmekte ve Netanyahu hükümetlerini Urfa konusunda bir planları olmamakla sert bir şekilde eleştirmektedirler.
Amelikelerin temizlenmesi sırasında ortaya çıkacak her direnişi kanlı bir şekilde bastırmayı devlet politikasına dönüştürürken Hz. Musa’nın temel yasalarından olan “Öldürmeyeceksin!” düsturunu ise Arz-ı Mev’ud’un sağlanmasıyla kefaret kapılarının açılacak olmasıyla savunmaktadırlar. İşte tam bu noktada başka kirli bir çalışma öne çıkmaktadır: Süleyman Mabedi kazıları…
Süleyman Mabedi kazıları
Bugün Gazze’deki soykırımla gözden kaçırdığımız bir başka trajediyi bize tekrar ve bizzat Netanyahu hatırlattı.
Kudüs’ün altında 1981 yılından beri adeta bir köstebek gibi yapılan kazıların ve tünellerin içinden kamuoyu ile fotoğraflar paylaştı. Bu fotoğrafların taşıdığı anlam ise yeteri kadar anlaşılmadı.
Bugün Mescid-i Aksa’nın ne yazık ki bu kazılar sebebiyle bir temeli yok. Eğer müdahale edilmezse ufak bir deprem Müslümanların ilk kıblesini yıkabilir. Bu olmazsa bile asırlardır ayakta duran bu yapı zamana yenik düşecek ve “temel” problemi nedeniyle yakın zamanda çökerek yıkılma tehdidi ile karşı karşıya.
Netanyahu hükümetleri bu tünellerde Süleyman Mabedine dair antik bir iz aramakta. Burada bulunacak tarihi bir izle özellikle savaşmayı reddeden ya da şiddeti eleştiren muhalefetin tamamen sesi kısılması hedeflenmekte; çünkü Süleyman Mabedi her türlü cürmün affı için büyük bir propaganda unsuru olarak kullanılacak.
Bereket versin şu ana kadar bir ize rastlanabilmiş değil; ama Mescid-i Aksa için her geçen gün tehlike çanları çalmaya devam etmekte.
Yukarıdaki örneklerden anlaşılacağı üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İsrail için “Terör Devleti” tanımlaması kurarken bu söylemin altı ne boştur ne de yalnızca son gelişmelerle alakalıdır. İsrail; hükümeti, kurumları ve hatta halkının önemli bir bölümüyle terör anlayışına teslim olmuş durumdadır.
İsrail Devleti, 2023 yılından beri nüfus istatistiklerini açıklamıyor. 7 Ekim’den bu yana ülkeyi terk edenlerin sayısı 1 Milyonu aştığı tahmin ediliyor. Bu nüfusun neredeyse %10’u gibi ciddi bir istatistiğe tekabül ediyor.
Ülke temelde tarım ve turizme dayalı bir ekonomide ilerliyor. Tarım, savaş başladığı günden bu yanı ağır yara almış durumda. Turizm gelirlerinin büyük bölümü Müslüman ülkelerden Kudüs’e gelenlerden oluşuyor ve onlar da savaştan bu yanı ülkeye çok sınırlı bir sayıda geliyor.
Sınırda kurulan büyük çiftlikler ya terk ediliyor ya da yenisi kurulamıyor.
Devlet şu anda çoğunlukla ABD’nin yardımları ve Yahudi lobilerinin sermaye akışı ile gücünü tahakküm ediyor. ABD Hükümetleri şimdilik İsrail’e desteğini artırarak devam ediyor; ama ABD halkı ve entelektüel camiası Siyonist mobbinge ne kadar tahammül göstereceği tartışılmaya başlandı. Yahudi sermayesi ise boykot hareketleri ile ciddi manada sarsıldı ve İsrail’in geleceği konusunda tereddütler yaşıyor.
Ayrıca İsrail’in Gazze’deki başarısız, hatta eline yüzüne bulaştırdığı askeri operasyonları sonucu Arz-ı Mev’ud’a olan inanç sarsılmış durumda. Netanyahu iktidarı bu imajı yeni şiddet eylemleri ile tersine çevireceğine inansa da onun her müdahalesi dünya kamuoyunda Filistin sempatisini artırmakta.
Umut var mı?
Bu sorunun asıl muhatabı Müslümanlar değil, Siyonistler olmalıdır; çünkü attıkları her bomba 1948 yılından beri yüz milyarlarca Dolar harcayarak kurdukları sistemin tepesine düşmekte.
Ayrıca Türkiye gibi uluslararası kamuoyunda karşı propagandayı hasbi ve güçlü bir şekilde yapan bir yapı ile mücadeleleri her geçen gün zayıflamakta. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi bir liderin varlığı Siyonizm’in gelişmesine büyük bir ket vurmakta.
Arz-ı Mev’ud ile genişleyemeyecek her Siyonist ülkünün yıkılacağına dair inanç ise biz Müslümanların temennisinden ziyade Siyonistlerin inancı olduğunu hatırda tutmakta yarar var.
Evet, ümitvarız.
Mehmed Mazlum Çelik