'Hiç korkmam, vız gelir tırıs giderler!'
Sayım Çınar, genç yaşına rağmen Türkiye’nin en çok satan gazetesi Posta’nın haftasonu eki Cumartesi Postası’nın yayın yönetmeni koltuğuna oturan Işıl Cinmen’le konuştu
Röportaj: Sayım Çınar / sayimcinar@gmail.com
Işıl Cinmen, kimseye eyvallahı olmayan, dik kafalı, sıra dışı genç bir gazeteci.
Onu 'Bilgi Üniversitesi porno skandalı' haberiyle tanıdık.
Daha sonra Habertürk'ten kovulmasına sebep olan 'Eş değiştirme' yazısıyla gündem yarattı.
Bu tip provokatif haberleriyle tanınsa da aslında o, Kürt sorunu hakkında yaptığı röportajlarla Musa Anter Gazetecilik Ödülü'ne layık görülmüş bir gazeteci.
Şimdi ise Posta’nın haftasonu eki Cumartesi Postası’nın yayın yönetmeni koltuğuna oturdu.
Posta’da yaptığı haberleriyle muhafazakar medyanın oklarını üzerine çeken Cinmen, hem yeni görevini anlattı; hem de hakkında yazılanlara cevap verdi.
Tebrikler! Senin kadar genç bir kadının yönetici olmasına alışık değiliz bu camiada…
Teşekkür ederim! Ama o kadar da küçük değilim, 32 oldum…
Türkiye'deki gazete künyelerdeki kadın oranı yüzde 15'lerde, kadın yayın yönetmeni ise herhalde yüzde 1’lerde… Bu bir ayrımcılık mı?
Gazete künyelerinin durumu iç açıcı değil ama hayır, bu durum medyayla ilgili bir ayrımcılığın sonucu değil. Amerika’dan döndüğümde 26 yaşındaydım, o zamandan beri medyada çalışıyorum. Ne kadın olduğum için negatif bir ayrımcılık yaşadım, ne de sadece kadın olması sebebiyle ayrımcılık yaşayan bir kadın gördüm…
KADINLAR YÖNETİCİ OLMAYI TALEP ETMİYOR!
O zaman neden yönetici koltukları erkeklerin?
Erkek egemen bir sistemin içinde yaşıyoruz, bu özel olarak gazete ya da televizyonlarla ilgili değil. Tüm dünyada yöneticilerin çoğu erkek çünkü kadınlar yönetmeyi talep etmiyor, bunun için çaba harcamıyor. E kimse de siz talep etmeden önünüze kırmızı halı sermiyor.
Yani sorun kadınlarda mı?
Hiçbir sorun tek taraflı değildir. Elbette sistemin kendisi sorunlu ama tüm bunları boş ver! Önce sen inanacaksın, yapabileceğini göstereceksin, sonra da hak ettiğini talep edeceksin. İşte o noktada cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğruyorsan başka… Konu çoğunlukla buralara kadar gelemiyor.
Neden kadınlar talep etmiyor peki?
Çünkü yöneticilik, iktidarla ilgili bir kavram. Erkekler yönetirken iktidar sahibi olmaktan zevk alıyor, hatta eğleniyor ve bunun verdiği gücü hayatına yansıtıyor. Ama kadın için bunun anlamı farklı; kadın için yönetmek çok daha fazla iş yapmak ve sorumluluk almak demek. Yani erkek için güç, kadın için daha çok çalışmak demek…
ÖNÜME MİLYON DOLAR KOY…
Senin için ne demek?
Valla ben bu anlamda klasik bir kadın değilim. Hayatta en iyi yaptığım şey işi eğlenceye, eğlenceyi işe dönüştürmektir. Sıkılarak para kazanamam. Önüme milyon dolar koy, sıkılırsam yapamam. Benim için başarının tanımı eğlenerek çalışmak. Şu anda da bunu yapıyorum.
Medyanın en deneyimli isimlerinden Rıfat Ababay’la çalışıyorsun. 20 yıldır Posta’yı Türkiye’nin en çok satan gazetesi statüsünde tutmayı başarıyor. Zor mu onunla çalışmak?
Kolay değil ama kolay olmasın da zaten! Ben kendimi geliştirme evresindeyim. Başımda bana işi öğreten, yolumu ve kafamı açan, beni zorlayarak potansiyelime ulaşmama sebep olan biri olduğu için şanslıyım. Otoriter olmasına rağmen iyi kalpli, hakkaniyetli ve işine karşı duyduğu heyecanı kaybetmemiş biri. Deneyimini de, bilgisini de aktarıyor; bunlar çok değerli benim için…
VIZ GELİR TIRIS GİDERLER
Medyanın baskısını, sansürünü az hissetmedin üstünde. Habertürk’ten atıldığın dönemde neler yaşadın? Bundan sonra sansür artarak devam edecek mi sence?
Biliyorsun Habertürk’teyken yaptığım swinger haberi krize sebep oldu. Ay haberde de bir şey olsa… Genel yayın yönetmenimin isteği üzerine hepimizin bildiği, popüler bir gece kulübündeki tanışma partisine kimliğimi gizleyerek katıldım, izlenimlerimi yazdım o kadar! Sanki gidip swing partisine bizzat katılmışım gibi olay yarattılar. O zamanki yayın yönetmenimin tüm itirazlarına rağmen Kenan Tekdağ benim gönderilmemi istedi. Çok haksız bir durumdu ama onun istediği oldu. Buna sansür bile demem, yaratılan aşırı korku ikliminin bir yansımasıydı herhalde sadece…
Sen çok sıra dışı haberler yapıyorsun. Sokakta yaptığın sosyal deneyler çok konuşuldu. Dilenci oldun, sonra erkek kılığına girdin, şiddete tepkiyi ölçmek için sokakta darp edildin… Ama en son yaptığın Speed date/hızlı flört haberi, muhafazakar medyadan çok tepki gördü. Günlerce seni yazdılar, Rıfat Ababay’dan, hatta Aydın Doğan’dan kovulmanı istediler… Sen korkmuyor musun?
Ay onlardan korkan onlardan beter olsun Sayım! Ben yanlış, kanun ya da etik dışı hiçbir işin içinde olmam. Tertemizim, o yüzden de hiç korkmam, hiç de kızmam. Vız gelir tırıs giderler. İstediklerini yazsınlar, istedikleri hakareti etsinler… Ne birinin köşesini okurum, ne de birinin adını bilirim. Benim hakkımda yazdıklarında medya raporundan önüme geliyor; şaşkınlıkla bakıyorum, hoşuma bile gidiyor bu kadar kızmaları… Böyle niteliksiz baskılara pabuç bırakacak biri değilim. Sadece saygımı kazanmış insanların sözlerini dikkate alırım.
TABU KIRMAK CİDDİ BİR İŞ
Sen daha çok lifestyle yazılarınla biliniyorsun ama bianet'teyken Kürt sorunu hakkında yaptığın röportajlarla Musa Anter Gazetecilik Ödülü aldın. Neden o türde gazetecilik yapmaya devam etmedin?
Tek alana konsantre olamıyorum. Bana "Uzmanlığın ne?" diye sorduklarında boş boş bakıyorum. İyi gözlem yaparım; neyi gözlemlediğimin pek bir önemi olmaz. Bir kişi ya da konu, ilginç geliyorsa, merak ediyorsam, heyecanlandırıyorsa konu kapanmıştır; bu bir porno yıldızı da olabilir, bir imam da, bir PKK'lı da, bir asker de... Hiçbir zaman siyasetçilerle politika konuşmak ilgimi çekmedi; onlarla hayatlarını, nasıl insanlar olduklarını konuşmayı daha heyecan verici buluyorum. Ayrıca hayata dair haber yapmak, siyasete dair haber yapmak kadar ciddi bir iş. Hatta bazen daha zor oluyor çünkü tabu kıracaksan da onu dikkatle, özenle, herkesin anlayabileceği gibi kırmalısın.
Çocukken de böyle dik kafalı mıydın?
Ağzımdan çıkan ilk kelime "Hayır" olmuş, gerisini sen düşün. Kalabalık, solcu bir avukat komününün tek çocuğu olarak istanbul'da dünyaya geldim. Annem ve babam avukat. Doğduğumda çevrede kimsenin çocuğu yoktu. Ben büyüyene kadar da yapmaya cesaret edemedikleri söylenir çünkü zor bir çocuktum. Bebekken bile direnişçiydim. Hayat felsefem uzun bir süre boyunca 'ne diyorlarsa tersini yap' olarak kaldı, lanettim anlayacağın...
Fransız kolejlerinde okudun, onların disiplini dillere destandır. Seni mum gibi yapmış olmalılar!
Muma benzer bir halim mi var? Ortaokulda Sainte Pulchérie'ndeydim; tek erkeğin din öğretmeni olduğu bir ortam! Kızlarla 5 yıl! Orada Fransızca hariç çok şey öğrendim; kadın kesiminin saf analizi için bulunmaz bir fırsattı doğrusu... Lisede Saint Benoît'ya geçtim. O da, biraz Fransızca, biraz erkekler, gece parti, gündüz ders derken bitti.
Sonra New York macerası mı başladı?
Hayır, önce Bilgi Üniversitesi... Üniversiteye başladığımda bana bir şeyler oldu. 19 yaşına kadar ileri kopya çekme teknikleri dışında hiçbir derse ilgi duymamıştım. Ama Bilgi'de, Medya ve İletişim Sistemleri'nin ilk dersinden itibaren harıl harıl çalışmaya başladım. Hatta gece çıkmayı çok sevdiğim için kendime bir fener aldım, geceleri Kemancı'da falan bile çalışıyordum! Birinci sınıfın sonunda "Gelecek yıl başarı bursu almaya hak kazandın" dediler. Annem dışında kimse inanamadı. Hatta babam şaşkınlıkla, "O burs alırsa, ben ona Bursa'yı alırım" gibi iddialı sözler bile söyledi. Mezun olunca New York'a gittim.
Bizim tanışmamızı sağlayan 'Bir Isırık New York' kitabını yazmanı sağlayan dönem... Neler kattı sana New York?
İki yıl kaldım orada. New York Üniversitesi'nde gazetecilik dersleri aldım, İngilizceyi ilerlettim. Şahane yıllardı; beynim açıldı, ufkum iki katına çıktı.
Dönünce bildiğin gibi Bir Isırık New York'u yazdım ve senin müthiş kitap ajanlığın sayesinde daha 25 yaşında bir kitabım oldu!
HAYAT SİYASETTEN İBARET DEĞİL
Ülkenin içinde bulunduğu durum senin yaptığın işi zorlaştırıyor mu? Her gün kötü haberler gelirken sen eğlenceli, hayata dair işler yapmaya devam ediyorsun. Zor olmuyor mu?
Olmuyor, Türkiye'de ben doğduğumdan beri işler hep karmaşık. Evet, belki bugünkü kadar zor değildi ama hep zor bir ülke oldu burası. Norveç'te yaşamadığımıza göre bunca acıya rağmen yaşama tutunmayı, nefes almayı, elimizdeki biricik hayatı siyasete kurban vermemeyi öğrenmek zorundayız. Dikte edilen gündemin içinde yaşamak insanı köreltir, kendi gündemimizi oluşturmak, yaymak yararlıdır. İnsanların iliklerine kadar işleyen bir tahakküm mekanizması var; siyasetle yatıp, siyasetle uyanıyoruz. Hayat yalnızca bu olabilir mi? Çok yazık değil mi? Değişim ve normalleşme için herkes elinden geleni yapmalı ama bunun için tek bir yöntem yok. Duvarda daha çok çatlak oluşturmalıyız ki, sızabileceğimiz, yaşayabileceğimiz alanlar genişlesin...
Son olarak, iddialı mısın? Seninle neler değişecek Posta'da?
Elimden geleni yapacağım, zamanla göreceğiz bakalım…