Gülenci olmayıp FETÖ'cü olanlara dikkat!
Doç. Dr. Göksel Aşan SuperHaber için yazdı...
15 temmuzdan bu yana üç aydan uzun bir zaman geçti. Şimdilerde artık hiç kimsenin bunun bir işgal girişimi olduğundan şüphesi kalmadı. Yapılmaya kalkışılan şey ABD (NATO) menşeli bir işgal projesini hayata geçirmekti. Şükürler olsun ki başarılı olamadılar. Ama açık ki vaz geçmediler ve geçmeyecekler. Ama biz de teslim olmadık ve olmayacağız.
Bir destan tadindaki sicak mucadelenin ardindan isgalci piyonlarin temizlik sureci basladi ve hizli bir sekilde devam ediyor. Bununla birlikte bu mucadelenin basariya ulasmasi ve bundan sonraki saldiriya hazir olunmasi icin olana dair tesbitin dogru yapilmasi son derece hayati.
Öncelikle fetoculerin tanımını ve tesbitini doğru yapmak gerekiyor. Elbette hukuki olarak terör örgütü demek gerekli ve doğru. Lakin fetönün terör örgütünden daha öte bir yapı olduğunu gözden kaçırmamak lazım. Şayet o gün olan bir işgal girişimi ise, şayet bugün tüm ülke olarak verdiğimiz mücadele 2. İstiklal Savaşı ise o zaman fetö örgütü de bir işgal kuvveti ve fetöcüler de işgalcilerdir. İşte bu yüzden bütün fetöcüler hem hukuki olarak hem de toplum içerisinde böyle muamele görmelidir. Yapılacak en vahim hata bu yapıyı sadece cemaatcilerle veya paralel devlet yapılanması ile sınırlı tutmak olacaktır. Fetöcüler bir “yarı akıllıya” biat etmiş kişilerden daha kalabalıktır ve gerçekte daha etkin olanlar cemaatci olmayan fetöcülerdir. Tabiidir ki tüm cemaatciler fetönün doğal mensubları olarak değerlendirilmeli ve gereken bedeli ödemeliler ama temziliğin bununla sınırlı kalması hayati bir hata olacaktır.
İkinci onemli tespit ise sürecin (darbe planının) nereden basladığı, nasil planlanıp uygulamaya koyulduğudur. Özellikle aktörleri doğru belirlemek açısından senaryoyu doğru anlamak şarttır. Aslında tabi örgütün emrinde çalıştığı malum organizsayonlarla planlamayı ne zaman yaptığını bilmek mümkün değil. Lakin darbe ile ilgili düğmeye ne zaman basıldığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Hele bizim gibi darbe tecrübesi yüksek olan ve neredeyse her darbenin gerisinde gerçekte neler olduğunu bilen insanların ülkesinde bu iş çok daha kolay. Hepimizin (yaşı yetenlerin elbette) derbecilerin defalarca tekrarladığı ülkeyi darbeye götüren şartlar ifadesinin aslında darbeyi nasıl hazırladık anlamına geldiğini bilecek kadara tecrübesi olduğu aşikar. İşte düğmeye ne zaman basıldığını anlamanın yolu da buradan geçiyor; ülkeyi darbeye götüren şartlar. Peki ne bunlar? Derinleşmiş bir ekonomik kriz mi? Siyaset alanının olabildiğince daraltılmış olması mı? Terör eylemlerinin çeşitlenmesi, yoğunlaşması ve tüm yurdu tehdit edecek bir hale gelmesi mi? Uluslararası alanda dışlanmış, kıpırdayamayacak kadar sıkıştırılmış ve büyük bir tehdit altında olmak mı? Ülkeyi yönetenlerin otoriterleşmiş ve hatta diktatörleşmiş olması mı? Laik cumhuriyetin tehdit altında olması mı? Ya da bunların neredeyse hepsi birden mi?
Bu soruların her biri üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Ancak işi çok uzatmamak açısından diğerlerini sonraya bırakıp otoriterleşme/diktatörleşme sorusunun yanıtını arayacağız. Zira otoriterleşme/diktatörleşme hem darbeye gerekçe oluşturacak hem de şayet başarılı olursa (anlaşılıyor ki başarılı olmasa bile aynı amaca hizmet etti) özellikle uluslararası meşruiyet kazanmasında en etkili olacak olguydu. Daha önce Mısır’da test edildiği ve işe yaradığı görüldüğü için üzerinde en çok çalışılanı da elbette bu oldu. Tabii ki burada da mesele olgudan ziyade algı idi ve işte fetöcü büyük kümesi açısından en fonksiyonel olunan alan da bu oldu. Zira özellikle 17/25 in ardından cemaatciliği açıkça ortada olan gözönündeki insanlar üzerinden bu algıyı yaratmak (inandırıcılıkları olmadığı için) mümkün değildi. Ancak bunların dışında kalan gazeteci, akademisyen, siyasetçi tayfası bu işi üstlenebilirdi ve nitekim öyle de oldu. Son iki sene azımsanmayacak sayıda “aydın” bıkmadan usanmadan bu temayı işledi. İşi yalan ve hakaret boyutuna getirdiklerinde kendilerine verilen son derece haklı tepkileri de (dava, engelleme vs) işlemeye çalıştıkları otoriterleşme çabasına tekrar malzeme olarak kulandılar ve bu algının kartopu gibi büyümesini sağladılar. Yazarlar bu vazifeyi köşelerinde sürdürürken akademisyenler ve aydınlar neredeyse her hafta bir bildiri yayınlayıp meseleyi sürekli gündemde tutmaya çabaladılar. Neticede bu ülkenin bir gurup akademisyeni hükümeti (tabii ki kast edilen isim hepimizin malumu) bir halkı yok etmekle suçlayacak kadar ileri gittiler. Cemaatci olmayıp fetöcü olanların en işlevsel oldukları boyut işte bu oldu. PKK ya destek diye düşünülen bu çabaların (ki yüzeysel olarak lebette öyle) aslında fetöcü darbeye hazırlık sürecine katkı olduğunu ancak şimdi görebildik. Özellikle son bir sene bu aydın tayfasından ağzından darbe lafı çıkmamış bir kişi dahi bulmak mümkün değil. Bulunan her fırsatın nasıl kullanıldığı o zaman farklı değerlendirilmiş olabilir. Lakin şimdi geriye bakıldığında bunun nasıl da sanki tek bir merkezden manipüle edilmiş olabileceğini görmek gerçekten ürkütücü. İŞİD bombaladı gelsin devleti (Erdoğan’ı) İŞİDci gösteren bildiriler, yazılar, konuşmalar vs. PKK ile mücadele başladı, devlet (Erdoğan) Kütleri katlediyor bildirileri, yazıları, konuşmaları hazır. PDY ile mücadelede, devlet (Erdoğan) özgür basını susturuyor bildirileri havada uçuşuyor. O kadar çok örnek var ki. İncir çekirdeğini doldurmayacak önemde bir konuda ODTÜ’lülere destek için bile bildirler imzalandı bu ülkede. Bu arada bunların ayrıca İngilizce’ye çevrilip dış dünyaya servis edildiğini ve oradan fetöcü sosyal medya hesapları tarafından yayıldığını da hatırlamak gerekir.
Şayet ülkeyi işgalcilerden temizleyeceksek bu temizliği yapacak olanların işte tüm bu boyutları işin içine katıp oluşturacakları senaryo üzerinden bunu yapmaları başarı için şarttır. Yukarıdaki her bir soruya verilecek cevaplar bütünü anlamayı sağlayacak ve doğru tedbirlerin önünü açacaktır. Aksi takdirde başarıya ulaşmak pek mümkün değildir. Herkese bir soru; tasarruflarını Bankasyada değerlendiren bir akademisyen mi darbeye daha büyük destek sağlamıştır yoksa tüm bu algı manuplasyonunun içerisinde olan bir akademisyen mi? Cemaatciliği tamamen deşifre olmuş, kendi tayfası dışında kimsenin okumadığı bir köşe yazarı mı bu algıya daha çok katkı sağlamıştır yoksa sol/liberal “görüntülü”, entellektüel camiada hatırı sayılır yazarlar mı? Bu iş “ama ben ateistim nasıl fetöcü olurum ki?” denilip kurtulunacak kadar basit bir iş değil. Daha alınacak çok yol var.
Hepimize kolay gelsin. Alah muvaffak etsin.