Düşe kalka hayatı öğrenmek: Psikolog Büşra Naz Fırat’tan basit terapi
Klinik Psikolog Büşra Naz Fırat, “Basit Terapi – Düşe Kalka Yaşamayı Öğrenmek” adlı kitabında, yaşam yolunda düşüşleri ve iniş çıkışları anlamlandırmanın, duygusal bedenimizi tanımanın ve kendi iç rehberimizle bağ kurmanın önemini anlatıyor. Fırat, terapiye bağımlı kalmadan, herkesin kendi hayat çizgisini inşa edebileceğini vurguluyor.
Ömür labirentinde, bize tahsis edilen zorlu ve zorunlu mıntıkada ve bize sunulan sınırlı zamanda en çok yapmamız gereken muhakkak ki dünyaya gelişimizdeki hikmeti kavramak, kendi ruhumuzu tanımak, onunla hasbıhal etmek…

İşte elimizde öyle bir kitap var ki; Klinik Psikolog Büşra Naz Fırat’ın kaleme aldığı Basit Terapi-Düşe Kalka Yaşamayı Öğrenmek bize tam da böyle sırlı bir kapı açıyor…

PSİKOLOJİYE İLGİNİZ NASIL VE NEDEN BAŞLADI?
Benimki biraz yanlış yoldan doğru zamanda sapmış olma hikayesi diyebilirim. Okumaya, yazmaya, konuşmaya dair ilgim çocukluktan beri vardı. Dergilere yazılarımı gönderir, yarışmalara katılır, münazara yapar, yazar çizerdim. Belki daha güvenli geldiğinden, belki toplumsal bakış açısı bilemiyorum lisedeyken sayısal seçmiştim. Tamam yapıyordum, oluyordu bir şekilde. Ama sırf oluyor diye beni yansıtıyor muydu? Kesinlikle hayır. Kendi deneyimlediğim bir süreç olduğu için söylüyorum, genç yetişkinlere “sen ne istersen o olabilirsin” demek bana çok tehlikeli geliyor. İstekler gelip geçici olabilir, değişebilir, anlık arzularla karar vermek ne kadar tutarlı olur bilemiyorum. İstekler kadar gerçekler de önemli. Mesela neye yatkınız, becerilerimiz neler, hangi konularda kendimize dair keşfedilecek daha çok yer var… gibi. Benim için bu sosyal alanlardı. O zamanlar mimar olmak istiyordum hatırlıyorum. Nedenini bilmiyorum, sadece buna dair sıfır yeteneğimin olduğunu yetişkinlikte anladım. Neyse ki o dönemde ya ben bazı şeyleri daha zevk alarak yapıyorum, o zaman bunlara dair bir meslek seçersem daha iyi olabilir düşüncesine bir şekilde rastladım. Eğer böyle ilerlemeseydi bile hepimizin hayatımızın farklı dönemlerinde yolumuzu değiştirme hakkımız olduğuna inanıyorum. Umarım bunu isteyen herkes için uygun koşullar olgunlaşır. İşler benim için böyle ilerleyince doğru bir destek sistemi içerisinde yeteneklerime, yatkınlıklarıma en uygun olduğunu düşündüğüm bölümü seçtim. Fakat dürüst olacağım seçerken bu kadar çok sevebileceğimi bu kadar ilişki kurabileceğimi tahmin etmemiştim. Zaten o yaşlarda bunları tahmin edebilmemiz de zor. İş sadece ilgi duymak ile bitmiyor, arzularımız hayallerimiz için yatırım yapmayı öğrenmeliyiz. Üniversite ikinci sınıf itibari ile alanımda staj, iş, seminar, kitap, film ne varsa peşinde koştum, çok yoruldum çok da piştim. Sadece alanımda değil, hayatta koşmaya deneyimlemeye keşfetmeye çalıştım. Kimi zaman oldu kimi zaman olmadı. Şimdi tüm bunların birikimiyle yeni yeni benler keşfediyorum, Psikolog Naz, Yazar Naz, podcaster Naz… ve bilmediğim o Naz’lar.

YAZMAK SİZİN İÇİN NE İFADE EDİYOR?
Geriye dönük ulaşabildiğim en eski yazım, ikinci sınıfta yazdığım bir şiir. Sağolsun tabi ki annem saklamış. Ne yazdığımı da okuyunca çok anlayamadım ama en azından ne zamandır yazdığımı tanıyacak anılarım var. Ben biraz öğretmenlerin anneleri babaları “çocuğunuz çok hayalperest ayakları yere basmıyor.” diye uyaracak türden bir çocuktum. Yaramazlık haylazlık değil tam tersine şaşırtıcı derece sakin ama zihninin içinde bilmem kaçıncı evrenini kuran bir yapım vardı. Bu yüzden “yazmak” kişiliğimin çok büyük bir parçası. Zihnimde olup bitenleri, kurduklarımı, yarattıklarımı bir başkasına gösterip duyurabileceğim en güzel araç yazmaktı. Yayınlanan kitabım ilk kitap taslağım değil, daha ilk okuldayken masallar, hikayeler, hatta bir bilim kurgu deneme romanı bile yazmıştım. Sanki benliğimden dolup taşan düşünceler yer buldukça rahatlıyor, daha çok besleniyor, daha iyi hissediyordum. Yazmak insanın duygularını akıtabildiği bir oyun alanıdır. Bu oyun yetişkinlerin için için ihtiyaç duyduğu hayat enerjisinin bir karşılığı aslında. Her yaşta oyuna ihtiyacımız var çünkü oyun hayat enerjimizi besleyen en çekirdek yakıt, hayat enerjisi ise psikolojide libidal enerji olarak tanımlanıyor, yaşama duyulan haz. Mesleğimi elime alıp biraz pişince yazmanın bedenimiz ve zihnimiz için ciddi faydaları olduğunu da anlamaya başladım. Farklı beyin loblarımızı aynı anda çalıştırıyor, ön beynimiz ve arka beynimiz arasındaki ilişkiyi güçlendiriyor, bu ilişki güçlendikçe muhakeme yeteneği daha iyi insanlar oluyoruz, duygu regülasyonumuzu arttırıyor. Yani hem sinir sistemimize hem nöral ağlarımıza şifa oluyor diyebiliriz. Ben de bunun bilimsel alt yapısını bilmeden çocukken içgüdülerime dayanarak hayat enerjimi besleyen çoğaltan bir kaynak yarattım kendime. Yazar olmak insana hayatta sandığından çok daha fazla söz hakkına sahip olduğunu hatırlatıyor. Yazarsan o karakter var, yazarsan başına o olaylar gelir, yazarsan kaderi değişir. Kendiniz için de böyle, kendi hayat çizginizi sadece yazmak değil, oynamak, yönetmek, çekmek, kostüm sorumlusu olmak, sanat direktörlüğünü yapmak, hepsi sizin insiyatifinizde. Bu yaşamı anlamak için hem çok yalın hem de çok kapsayıcı bir bakış açısı.
BASİT TERAPİ’Yİ NASIL MOTİVASYONLA NEDEN YAZDINIZ?
Basit Terapi’yi kaleme alırken ilk niyetim, okuyan kişiye alan açmasıydı. Bilirkişi anlatımları, öğretileri, neyi nasıl yaparsan daha iyi olursuna dair öğütler bana biraz üstten bakan bir tavır gibi hissettiriyor. Elbette herkes uzmanlığı ile ilgili bilgi verebilir, hatta çok da fayda görürüz bu bilgilendirmeler farkındalığımızı arttırıyor. Bilgi verirken bir de yaşamın içinde neler oluyor kısmını eklersek o zaman sadece öğretmiş değil, duygulara da eşlik etmiş oluyoruz. Keza birçok şeyi öğrenmek için sayısız kaynağımız var ama “duyguda kalmak” ile ilgili pratik yapabileceğimiz alanlarımız daha dar. Çünkü hepimiz verimlilik peşinde koşuyoruz, daha verimli olursak öğrenirsek daha çok şey yaparsak daha değerli oluruz yanılsaması içindeyiz. Ne ironiktir ki hepimiz de sakinliğin, deniz dalgalarının sesinin, bir orman yürüyüşünde duyduğumuz kuş seslerinin peşindeyiz… İşte tam da bu noktada insanın kendisini anlaması, deneyimlemesi, psikoloji alanının gerçek hayatta nasıl ona yardımcı olabileceğini görmesini istedim. Mükemmel bir zihin beden sağlığı değil, inişli çıkışlı hayat yolunda direksiyonu tutamadığında bile onu neler bekliyor anlatmak istedim.
Aktarmak istediğim ve destek olmak istediğim çok fazla konu vardı, hepsini değil ama en ortak olan başlıkları bir araya getirerek bir bakıma yaşam kılavuzu oluşturmayı amaçladım. Mesela her şeyin içinden bir kullanma kılavuzu çıkıyor, ehliyete yazılıyorsunuz arabayı sadece kullanmayı değil arabanın mekanizmasını da temel şekilde anlamanız gerekiyor ve buna dair eğitim alıyorsunuz. Neden zihnimizin ve bedenimizin bir kılavuzu ve eğitimi olmasın ki? En nihayetinde uzun seneler bizimle, en çok kullanacağımız araçlarımız onlar. Bu soru ve hatta yokluğundan dolayı sorun hep zihnimde bir köşede oturuyordu. İlk kitabımı yazarken de işte dedim, o soruyu ortaya çıkartıp bir cevap yazmanın vakti geldi.

KİŞİ HAYATTA DÜŞTÜĞÜ YERDEN NASIL KALKIP YOLUNA DEVAM EDEBİLİR. BUNUN YOLU İLLE DE BİR TERAPİ ODASINDAN MI GEÇİYOR?
Bir psikolog olarak bunu söylerken suç işliyor gibi hissediyorum ama: “Tam tersine terapi sadece bir yere kadar yetebilir.” Öncelikle her düştüğünüzde ilk yapmanız gereken şey kalkmak değildir, nasıl kalkacağımı düşünmek bile değildir. Belli ki düşmeye, durmaya bir sebebiniz belki ihtiyacınız varmış. Belki bu düşüş sizinle alakalı bir şey anlatmak için bedeninizin, zihninizin “bana bak” deme şeklidir. Önce anlamlandırmak için biraz durup oraya alan açmak iyi gelir. Hemen toparlanmam gerekiyor düşüncesi ruhumuza yaptığımız baskıdan öte bir şey değil. Düşüyorsan vardır bir bildiğin. Uzun vadede düşe kalka yol almayı öğrenmek birçok şekilde var olabilir. Kendimizle ilişkimizi güçlendirmek, zihin kadar bedenden de geçer. Bunu gerçekleştirmek için bana uygun olanı keşfedebilirim; spor mudur bu, buna dair eğitimler midir, evde kendime ayırdığım yarım saat midir bana kalmış. Zihnen dengeyi bulabilmek; iyi bir destek çemberi oluşturmak ve buna manevi yatırım yapmak, problemlerimin bana dokunan yanı ile yüzleşmek, kendi sorumluluğumu alabilmek, iç seslerimi keşfetmek ile mümkün. Terapi bunlar için çok sağlıklı çok güzel bir alan elbette. Ama bunu türetebiliriz, podcastler, videolar, kitaplar, çıkacağımız yolculuklar, katabileceğimiz deneyimlerle. Mesela kaçımız düzenli olarak tek başımıza yürüyüşe çıkıyor, dönerken bir kahve alıp oturuyor düşüncelerini dinliyor, etrafı izliyor? Bazen ufak adımlar bile büyük katkılar yapar.

DUYGUSAL BEDEN DİYE BİR KAVRAMDAN BAHSEDİYORSUNUZ KİTAPTA BU KAVRAMI NASIL AÇIKLARSINIZ?
Duygusal bedenimiz, psikolojik benliğimizi hayal edebilmemiz için somut düşünmemize yardım eden bir kavram. Fiziksel bedenimizi daha dünyaya gelmeden, anne karnındayken tanımaya başlarız. En başından beri ilişkimiz vardır ve öğrenmek için daha az çabaya ihtiyaç duyarız. Çoğumuz karnımız acıktığında bedenimizin nasıl sinyaller verdiğine aşinadır. Boşluk hissederiz, kimimizin eli ayağı titrer, kimimizin başı ağrır. Bedenimizin neresinde, ne şiddette ve ne kapsamda değişimler olduğunu okuyabiliriz. Bunun bir “sinyal” olduğunu farkındayızdır ve buna göre hareket etmeye çalışırız. Zihnimizin de işleyişinde bedenimizle benzer noktaları vardır. Keza zihni ve bedeni net olarak ayırmak pek mümkün değil, biri yazıysa diğeri tura. Kendinizden iki tane hayal edin, biri duygusal biri fiziksel bedeniniz. Fiziksel bedeninizin ihtiyaçlarını duyabiliyorsunuz ve ona vereceğiniz cevapları tanıyorsunuz. Peki ya duygusal bedeninizin sinyallerini biliyor musunuz? Sosyal medya dilindeki “overthink” neyin sinyali olabilir, kalp çarpıntınız, aşırı öfkeniz… Hepsi sizinle ilgili bir yerlerde bir şeylerin eksik ya da fazla olduğunu size anlatmaya çalışıyor. Duygusal kapasitenizin de bir sınırı var, bir yere kadar aç, susuz uyumadan kalabilir. Nasıl bir depo benzinle tüm dünyayı seyahat edemezseniz, duygusal bedeninizi de doyurmadan, sağaltmadan, ihtiyaçlarını gidermeden “iyi oluşunuzu” desteklemeniz mümkün olmaz. Duygusal bedenimizi büyük bir şirkete benzetiyor olsak duygularımız da bu şirketin departmanı olurdu. Ve her departman bu şirketin kârda kalması için çabalar. Bu yüzden kaygılandığınızda ya da öfkelendiğinizde bunları dindirmek ya da görmezden gelmek sonrasında daha büyük patlamalara sebep olur. Çünkü duygusal bedeniniz sinyali duymadığınızı düşünerek, daha çok duyabileceğiniz ve fark edebileceğiniz yeni bir sinyal üretir. Örneğin, yeterince onaylanmamış ve takdir görmemiş bir çocukluk geçirdiyseniz yetişkinlik hayatınızda özellikle iş yerinde mükemmelliyetçi olma eğiliminiz yüksektir. Eğer verilen işleri en iyi siz yaparsanız siz onay alırsınız, fakat onay alamadığınızda işi yanlış yaptığınızda yaşadığınız kaygı ya da sinir krizi duygusal bedeninizin “bu doğru bir yol değil, buradan iyileşmeye ihtiyacımız var.” Deme şeklidir. Kendimizi okumayı öğrenmek kendimize verebileceğimiz en güzel hediyelerden biri.
İNSAN DÜNYADAKİ AMACINI NASIL KEŞFEDEBİLİR?
Kendimizle ilgili “keşfedeceğiniz” çoğu şey, onu “inşa etmekten” geçer. Mesela insanın kendisini keşfetmesi demek daha derin anlamda; kendisini inşa etmektir. Ortada kaybolan, yok olan, bulunmak için bir köşede bekleyen eski bir saatiniz yok ki. Birden fazla yaşanmışlık parçalarınız var ve o parçalarla inşa ettiğiniz bütününüz “kendinizi keşfetmek” olur. Yaşam amacımız da bir bakıma böyle, buna dair bir liste varda siz o listeden kendinize uygun olanı keşfetmek zorunda değilsiniz. Bir bakın bakalım, nelerde iyisiniz, yeteneklisiniz, çevreniz en sık en ortak hangi özelliklerinizi size söyler, neleri daha çok yaptığınızda doymuş hissedersiniz, bunu çeşitlendirebileceğiniz farklı farklı alanlar var mıdır mesela… Tek bir amacım olacak ve bu uğurda ne gerekiyorsa yapacağım gibi bir savaşa da girmenizi istemem. Amaçtır bu, niyettir, arzudur, şekillenmeye değişmeye çoğalmaya açıktır. Fikrinizi kendinizi amaçlarınızı şekillendirmeye alanınız var merak etmeyin. İnsan daha küçükken her şeyi yapabilirim, değiştirebilirim bu düzeni gibi hisseder, sonra yavaş yavaş her şeyi değil kendisi ile ilgili olanları değiştirmenin sağaltmanın dünyalara bedel olduğunu fark eder. Hayattaki amacınız mutlaka çok faydalı olmak, işe yaramak olmak zorunda değil. Bunları içeriyorsa elbette onlara da yer var. Ya da kimsenin aklına gelmeyeni bulmak zorunda da değilsiniz, rutinde, alışagelmişlikte, normallikte amacınızı kurabilirsiniz. Bazen fark etmeden başkalarının beklentilerine göre bu amacı kurmuş olabilirsiniz, yıkmakta özgürsünüz. Gerekirse yerle bir edin, tekrardan yaparız. Gün gelir çok yorulursanız kendinizi gerçekleştirmekten, yardım alın, yapamıyorum deyin, biraz pes edin. Yeriniz olunca tekrar başlarsınız. Başkasının yolundan gitmeyin elbette ama ilham veriyorsa kopya çekebilirsiniz, birbirimizden öğrenmeyeceksek kimden öğreneceğiz ki? Hayat amacınızı bulmak değil, inşa etmek istiyorsanız bol bol deneyip yanılın derim. Yanılmaktan çok korkuyorsanız yanlış yapınca değersizleşeceğinize inandırıldıysanız önce dönün bir çocukluğunuzda çalışın, ister terapi odasında ister kendi odanızda. Önce kendinize sahip çıkın, amaç da kişilik de hayat da hayaller de tekrar tekrar inşa edilir.
İNSANLAR KAPINIZI EN ÇOK HANGİ ŞİKAYETLERLE ÇALIYOR?
Danışanlarıma çok sık söylediğim bir şey var; “Keşke bir günlüğüne koltuğumda oturabilseniz ve ard arda seanslara girseniz.” Bunu söylüyorum çünkü hepimiz çok farklı çok kendi yorumumuzca yaşasak da hayatımız dertlerimizin ortak olduğu çok büyük bir payda var. Haliyle şikayetlerde de ortak paydalar sandığımızdan daha yüksek. Her şey bir yana, “kaygı” bir yana. Bugüne kadar en çok kaygıdan dolayı kapım çalınmıştır diyebilirim. Aslen kaygılanmak bir problem değildir, bir duygudur. Çoğu kişi kaygılandıktan sonra kendisini sakinleştiremediği ve regüle edemediği için bir desteğe başvurur. Kaygı bozukluğu tanısı ise farklı bir düzeydir ve daha incelikli bir çalışma ister, ama hepsinin bazında “kişiye ihtiyacı olan şeyi kendisine verebilmesi” amaçlanır. Kaygıyla baş etmeyi öğrenmiş olan ve yetişkinlik hayatının boğduğu bir diğer grup ise; tükenmişlik problemliyle geliyor. Her şeyin çok hızlı aktığı bu dünyada amacını, yolunu, arzularını kaybeden ve kendisine hiç alan kalmamış gibi hisseden çok kişiyiz, çok ortak bir duygumuz bu. Aslında kendimizi duymayı unuttuğumuz ve daha önceki sorularda da bahsettiğimiz duygusal bedenimizi doyurmadığımızda ortaya çıkıyor bu. Daha havalı ismiyle “tükenmişlik sendromu” daha basit açıklamasıyla; üç kuruşa beş köfte alınmaz. İnsan ruhunda da alınmaz. Her gün belli bir depoyla uyanıyoruz, bu depoyu kullanırken neyi önceliklendirdiysek ona harcama yapılıyor. Eğer depomuz bittiyse tekrar dolana kadar veremeyiz. Bu noktada insanların sıklıkla başkalarını önceliklendirdiklerini, kendilerine yer açamadıklarını görüyorum, bu da zamanla tükenmişliğe yol açıyor. İhtiyacımız olanı görmeyi öğrenmek, görebildikten sonra bunu kendimize verebilmek ise kendimizi inşa etme sürecimizdir.