Bir ihanet hikayesi… Türkiye’nin hayalet uçağı Uçan Kanat’ın kanadını nasıl kırdılar?

ABD’nin hayalet bombardıman uçakları İran’ı vururken, Türkiye bir zamanlar bu teknolojinin eşiğindeydi… Peki ne oldu da göğe âşık bir milletin kanatları kırıldı? Mehmed Mazlum Çelik, gökyüzü sevdasının nasıl bastırıldığını ve Uçan Kanat projesinin bilinmeyen akıbetini yazdı.

ABD’nin Missouri'deki Whiteman Hava Kuvvetleri Üssü'nde konuşlu 20 B-2'den 7'si yaklaşık 11 bin 400 kilometre ve 18 saat kesintisiz uçarak radar sistemlerine takılmadan komşumuz İran’ın üç önemli nükleer tesisini vurdu.

Bu korkunç teknoloji bizlere öylesine uzak geldi ki düşünü bile kurarken çekinik tavırlar içerisine girdik.

Oysa Türkiye, siyasi oyunlara kurban edilmese şimdi bu teknolojiye sahip ülkelerden birisi olabilirdi.

Buyurun Uçan Kanat projesinin talihsiz öyküsüne yakından bakalım.

Bir ihanet hikayesi… Türkiye’nin hayalet uçağı Uçan Kanat’ın kanadını nasıl kırdılar?

Gökyüzüne düşkün bir milletin kanatları nasıl kırıldı?

Hatırlanacağı üzere Alper Gezeravcı isimli Türk astronot uzaya çıktığında kamuoyunun belli kesimleri sonraki nesillere ufuk açacak bu girişimi küçümseyerek karşıladı. Türkiye’nin uzay çalışmalarına ayırdığı bütçe ile bir astronot kıyafeti dahi alınamayacağını kelli felli köşe sahipleri satırlarına taşıdığı gibi Türk’ün uzayla, gökyüzü ile ne işi olduğunu istihza ve nahoş bir tavırla dile getirdiler. Örneğin; Fatih Altaylı bir konuşmasında “Alper Gezeravcı uzaydaki ilk Ak Parti billboarduydu.” açıklaması yapacaktı.

Oysa tarihte gökyüzüne en düşkün milletler hangileri diye sorulsa, şüphesiz, Türkler başı çekerdi. İsmail Cevheri, Hezarfen Ahmet Çelebi, Bayramoğlu Ali Ağa ve Lagâri Hasan Çelebi gibi isimler bir çırpıda akla gelenlerdi.

Bugün dünyanın en önde gelen Roket biliminin temsilcisi olan Ruslar; roket bilimlerinin tarihini Lagari’nin Kırım’a sürüldüğü tarih olarak başlatmaktalar. Üstelik aya gitmeyi kafaya koyan bu Türk ile alakalı hem bahsi geçen iddialar hem de çalışmaların çok büyük bölümünü Rus kaynaklarından okuyoruz.

Bayramoğlu Ali Ağa isimli Yeniçeri askeri kaleme aldığı “Ümmü’l-Gaza fî Tedbîri’l-Harb ve Levazimihâ” isimli eserinde roket teknolojisinin orduya nasıl entegre edeceğini uzun uzun anlatmakta ve sayısız proje hakkında malumat vermektedir. Üstelik Ağaoğlu, geliştirdiği roket teknolojisinde barutu bir boruya entegre ederek fişek uçurmaktan ibaret olarak ele almaz. Onun roket modelinde barut yer çekimini ortadan kaldıran enerjiden ibarettir, asıl tahribat katmanlı ve hedef gözeten patlamalardır. Yani düştüğü yerde ne kadar bir tahribat oluşturacak gibi modern füze teknolojisinin temelini oluşturan sorulara cevap verilmektedir.

Bir ihanet hikayesi… Türkiye’nin hayalet uçağı Uçan Kanat’ın kanadını nasıl kırdılar? - Resim : 2

Buyurun Yeniçeri Ağaoğlu’na kulak kabartalım;

“Hakir bir tulumba icad eylemişimdir zira bizim humbaracılarımızın kullandığı tulumba ancak ateş saçar amma mezbur tulumba hem ateş saçar ve hem beşer onar tüfenkler var içinde kurşunatar”

Yine karanlığın Batıyı kuşattığı günlerde yıldızların Türklerin ufkunu nasıl açtığını meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’nin Ali Kuşçu’nun rasathanesini ve talihsiz akıbetini anlattığı satırlardan öğreniyoruz;

“Yıldızlar konusunda uzman Ali Kuşçu isimli bir adam gözlem yapmak için orada bir kuyu kazdı. Ancak daha sonra ulema padişaha hangi şehirde böyle bir gözlemevi kurulursa orada vebanın yayılacağını söyledi; bunun üzerine Ali Kuşçu’ya gözlemleri bırakması için baskı yapıldı. Bizim zamanımızda Sultan Murad, Müftü Yahya Efendi’ye kuyunun doldurulması amacıyla (Takiyüddin’in rasathanesini kasteder.) yazılı olarak başvurdu: ‘Bu gözlemevini yıkmalı mıyız? vs.”

Örneklerin ucu bucağı yok, bilhassa Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın çalışmalarını okudukça güneşi nasıl cebimizde kaybettiğimiz daha mücessem hale gelmektedir.

Bu üzücü hikayelerden birisi de şüphesiz bugün Hayalet Uçaklar olarak bilinen ağır bombardıman jetlerinin atası kabul edebileceğimiz Uçan Kanat projesidir.

Hayalet uçakları ilk kez 1982 ve 1989 yıllarında ABD tarafından geliştirilen F-117 ve B-2 teknolojileriyle gündemimize girdi. Esasen Uçan Kanat olarak bilinen bu teknoloji evvela Alman ve İtalyan mühendislikleri ile ortaya çıktı.

Tarihin cilvesi olsa gerek bu uçaklar ilk kez biz Türklere karşı 1911 yılında Libya Direnişinde kullanıldı. Enver Paşa ve bir avuç kahraman Türk askeri tüm imkansızlıklara rağmen çölü İtalyanlara dar etmeyi başarmıştı. “Trablusgarp’a tatile gidiyoruz” açıklamalarıyla vatan toprağını işgal eden İtalyanlar cehennemle karşı karşıya gelmişlerdi.

Şehit Enver Paşa o günleri şu sözlerle kaleme alacaktı mektuplarında;

“Dün akşam İtalyan kumandanı bana mektupla sulh kararını bildirdi. Muhtevasını bildiğim için çok üzüldüm. Gece de Harbiye Nazırından düşmanlığa son vermemi emreden ve bana Sultanın anlaşmayı imzaladığım bildiren bir telgraf geldi. Düşüncelerimi tahmin edersiniz. Kesin bir karar vermek için Şeydi Ahmed’in adamlarını bekliyordum, bugün geldiler. Karar verildi, bana bağlı kalacaklar ve böylece harp devam ediyor. Bugün Harbiye Nezareti’nden gelen çeşitli haberler durumu aydınlatıyor. Gazetelerden, hükümetin 2 bölgeyi tamamen kaybettiğini öğrenmişsinizdir bile. Bir an düşünün sevgili dostum, ne yaptığımızı bir düşünün! Kadınlarıyla ve çocuklarıyla bir yıl boyunca başarıyla savaşmış olan bu yiğit insanları düşmanın kollarına bırakıyoruz ve böylece terk ediyoruz işte ve onlara anavatanın yardıma geleceğine dair söz verip savaşmayı öğütleyen ben, şimdi tarif edilmez zorluklar içinde kalıyorum. Bu memleketi terk edecek durumda değilim ve memleketimin öbür yarısının bana ihtiyacı var. Neticede burada bağımsız bir devlet kuracağım. Balkan devletlerine gelince, onları ezeceğimiz konusundaki ümitlerimi kaybetmedim, nihayet organize olmak için bizi rahat bırakacaklar. Burada iyi çalıştık ama yeni iktidar partisi her şeyi ezdi, işte böylece utanç verici bir sulhu kabul ettik. Sırtımızda neticesi çok açık olmayan bir dizi harp var.” (Enver Paşa-22 Ekim 1912)

Bu destansı mücadelede gayrinizami harp tekniklerini yakından tetkik eden bir Senusi talebesi olan Ömer Muhtar sonraları çölde bambaşka bir kıyam başlatacaktı.

Tüm imkansızlıklara rağmen Türkiye Cumhuriyeti önemli teknoloji hamleleri yapmıştı. Bunlardan birisi de THK – 13 projesiydi. Kaynakların tümü bu kusursuz projeyi 1948 yılında siyasi müdahaleler sonucu durdurulduğunu söyler. Asıl önemli nokta tamamen boş bırakılır ve görmezden gelinmektedir. 1948 yılında hangi siyasi nedenler belki de Türkiye’nin bugün dünyanın sayılı uçak teknolojisini engelledi, ona yakından bakmak gerekir.

Savunma Sanayisi Siyonizm karşıtı eski İttihatçıların elindeydi

1945 yılında Cihan Harbi bittikten hemen çoğu önceden asker kökenli olan İttihatçı kökenli isimler çoğunlukla savunma sanayisi alanına yöneldi. Bu isimlerin başında hiç şüphesiz Enver Paşa’nın biraderlerinden Nuri Killigil geliyordu.

Nuri Paşa ile ilgili bugüne kadar çok yazılıp çizildiği için ayrıntıya girmeyeceğiz; ama onun hakkında en az konuşulan hususlardan birisi ürettiği silahları kimlere ihraç ettiği konusuydu.

Nuri Paşa’nın silah ihraç ettiği ülkelerin başında Mısır geliyordu. Bu yıllar Mısır, İsrail’in en büyük düşmanıdır. İşin ilginç kısmı ihraç edilen bu silahların çok büyük bir kısmının Mısır üzerinden Filistin’e ulaşıyor olmasıdır. Velhasıl gözü pek Türk iş adamları savunma sanayisinde önemli işler yapıyor ve sistemi kolayca delerek Osmanlı bakiyesi coğrafyalara ihracat yapıyordu.

Hakeza Nuri Demirağ da kontrol edilebilen bir adam değildi. Bir ara Türkiye’nin o dönem için en zengin adamlarından birisi konumuna gelmesine rağmen parayı zenginlik elde etmek için değil de Türkiye’nin milli menfaatleri için yapılacak projelerde sadece bir araç olarak görüyordu. Öyle ki tarihin en hegamonik iktidarlarından birisi olan CHP’nin tek parti rejimine ilk isyan bayrağı açan kişi olacaktı.

Türkiye Cumhuriyeti, savaştan sonra dünya sistemine entegre olma çabalarına karşılık Batı’nın ülkemizden ilk talebi; özel sektör eliyle ve kontrolsüz şekilde büyüyen savunma sanayisine müdahale olacaktı. Esasen o dönemde bu projeleri yürüten isimlerin devletten arzusu ekonomik destek değildi. Bürokratik engeller çıkarıp gölge etmemesi yeterliydi; ama 1945-1950 yılları arasında tek parti rejimi acımasız yöntemlerle tüm girişimleri bir bir durdurdu.

Günün sonunda THK-13 projesi de bundan nasibini alan projelerden sadece birisiydi. Projenin başmühendislerinden olan Yavuz Kansu gibi isimler birikimlerini yeni nesillere aktarmak için kitaplar yazmışsa da Türkiye artık kanatları kırılmış ve gökyüzüne çoktan küstürülmüştü. Günümüde bu algı Selçuk Bayraktar’la yıkılmış gibi dursa da kayıp yıllarımızı düşündüğümüzde hala olmamız gereken noktanın çok uzağındayız.

GÜNÜN VİDEOSU

Sözde imamlar, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’u ziyaret ederek övgüler dizdi!

Avrupa’da yaşayan bir grup sözde imam, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’u ziyaret ederek övgüler dizdi. Sözde imamlar “Siz kardeşlik, insanlık ve özgürlüğün temsilcisiniz” dedi.