Ateşi yükselen sadece ekonomi mi?

Göksel Aşan

Göksel Aşan

Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere ekonomi yönetiminden bazı isimler ve bazı iktisatçılar - ki bunlara ben de dahilim - zaten oldukça uzun zamandır yüksek faizlerden şikayet ediyor. Özellikle Cumhurbaşkanımızın bu konudaki çıkışları çoğu zaman bağımsız Merkez Bankası’na bir müdahale olarak algılandı ise de son zamanlarda iş dünyasının önemli isimlerinden de benzer serzenişler gelmeye başladı. Tabii ki bir çok önlem düşünüldü ve hatta bir kısmı hayata da geçirildi. Ancak çok etkili olduklarını söylemek gerçekten güç. Bununla birlikte geçtiğimiz Ocak ayı sonlarında özellikle konut ve tüketici kredilerindeki kaygı verici rakamlar tüm çevreleri tedirgin etti. Medya da dahil olmak üzere bir çok kanaldan şikayetler ve talepler yükselmeye başladı. Tam da o tarihlerde Külliye’de Cumhurbaşkanımızın başkanlık ettiği ve faiz konusunda yapılabileceklerin konuşulduğu bir toplantı yapıldığını öğrendik. Toplantıya kamu bankaları yöneticileri de dahil olmak üzere Merkez Bankası Başkanı ve ekonomi üst yönetimi iştirak etmişti. Tam olarak nasıl sonuçlar çıktığına tabii ki vakıf değiliz. Ancak bildiğimiz benzer bir toplantının yine tekrarlanacağı. Açık ki bu toplantılardan bazı sonuçlar ortaya çıkacak. Belki bir kısmı duyurulmadan doğrudan uygulamaya geçilecek. İnşallah amacına ulaşan tedbirlere şahit oluruz.

Tabii ki toplantıların içeriği tam olarak bilinmese de bazı kulis haberleri alındı, bazı açıklamalar yapıldı. Özellikle kamu bankalarının da toplantıya dahil edilmesi manidar idi. Zira yine uzunca bir zamandır bizler kamu bankalarının bu süreçte bir rollerinin olabileceğini, bağlı oldukları regülasyonları çiğnemeden kullanabilecekleri bazı araçları olabileceğini ve bunun kesinlikle eski dönemlerdeki “görev zararları” facialarına geri dönüş olarak düşünülmemesi gerektiğini yazıyor ve anlatıyorduk. Tıpkı 2017 yılında bütçenin ilk aylardaki performansına bakıp "Mali disiplin yıkıldı eski günlere döndük" diye feveran edenlere inat hem ekonomiyi genişletici bazı katkıların yapılabileceğini hem de bunun mali disiplinin bozulacağı anlamına gelmeyeceğini söylediğimiz ve bu günlerde haklı çıktığımızın görüldüğü tartışmada olduğu gibi, burada da ezberin bir miktar dışına çıkmanın gerektiğini savunduk. Tabii ki bu görüşe katılmayan bir çoğunluk da vardı, ki bu son derece normal bir durum. Farklı ekonomik gerekçelerle kamu bankalarının ve diğer kurumların müdahaleler yolu ile faizleri düşürmeye çalışmasını ekonomik açıdan doğru bulmayan azımsanmayacak sayıda iktisatçı ve piyasa profesyoneli bu görüşlerini sıkça dile getirdi. Bununla birlikte şunu da belirtelim ki bu güruhun içerisinde faizlerin bulunduğu seviyeden son derece memnun olan hatta daha da yükselmesini tercih eden bazıları da elbette vardı.

Peki Külliye’de yapılan bu toplantının ardından ne oldu? 2 Şubat tarihinde komuoyu bu toplantıdan haberdar olduğunda Dolar kuru 3,76 TL, Euro 4.68 TL ve gösterge faiz %12,85 idi. Bugün sırasıyla 3,94, 4,85 ve %13,91. Bu arada Merkez bankası tarafından politika faizlerinde yapılmış herhangi bir değişiklik yok. Yine bu dönemde gelen elbette bir çok ekonomik veri var. Örneğin enflasyon Ocak ayında 10.35’e Şubat ayında ise 10,26’ya inmiş. Mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranları Kasım için 10,1, Aralık için 9,9 olarak açıklanmış. Dış ticaret açığı Ocak ayında 9 Milyar USD, Şubat ayında ise 5.7 Milyar USD olmuş. Ocak ayında özellikle altın ithalatının da etkili olduğu açık, Şubat ayından oldukça geri gelmiş. Sanayi üretimi her iki ayda da artmış. Son açıklanan Şubat gerçekleşmeleri oldukça başarılı bir bütçe performansı göstermiş ve mali disiplin konusunda en ufak bir riskin olmadığını ortaya koymuş.

Dışarıda bu dönemdeki gelişmeler bir miktar olumsuz etkiler yaratmış. Ancak bunlar daha çok global ölçekte ortaya çıkan olumsuz etkiler. Yani bizi de dünyanın geri kalanı gibi etkilemesi beklenen gelişmeler. Aslında en çok konuşulan, FED’in ne şiddette faiz arttıracağı konusunda beklentiler pek de değişmemiş. Bu açıdan önceden satın alınmış bir tablodan söz etmek mümkün. Sürpriz sayılabilecek gelişme ise ticaret savaşlarının başlama ihtimalinin artması. Bu elbette küresel ölçekte tedirginlik yaratan bir gelişme. Bununla birlikte bunun etkisini bizim de diğer gelişen ülkelere paralel olarak yaşamamız gerekir.

Şimdi bu tablodan hareketle şu tespiti yapabiliriz. Türkiye 2 Şubat sonrası dönemde diğer gelişen ülkelerden negatif anlamda ayrışmıştır. Lakin bu dönemde açıklanan makroekonomik veriler böyle bir ayrışmayı kesinlikle açıklamamaktadır. Yani yukarıda sözünü ettiğimiz veriler normal şartlarda ne kur sepetindeki yaklaşık %5’lik artışı ne de faizdeki 1 puanın üzerindeki artışı izah edemez. Ayrıca bu veriler Moody’s tarafından yapılan not indiriminin ne kadar akıl dışı olduğunun da en bariz göstergeleri. Şu çok açık Türkiye’nin içinde bulunduğu makroekonomik durum ne bu raporu ne de sonrasında ortaya çıkan kur ve faiz değişimlerini desteklemiyor. Bu yüzden özellikle son iki haftadır yaşanan yabancı çıkışı ve yol açtığı değişimleri tamamen spekülatif hareketler olarak değerlendiriyoruz.

İşte tam da bu tespitten sonra aklımıza şu soru gelmiyor değil. Acaba bu hareketin arkasında uzun zamandır ilk defa neredeyse tüm ekonomik tarafların faizleri düşürme çabasında bir araya gelmelerinin etkisi olmuş mudur? Uzun zaman sonra bizi ümitlendiren bu toplantı(lar)ın başka birilerini endişelendirmiş olması mümkün müdür? Şayet bu toplantılar etkili bazı araçların doğru bir şekilde uygulanması sonucunu doğurursa faizleri bir ölçüde aşağı çekebilir endişesi bu spekülasyonun bir nedeni olabilir mi? Amaçlanan bu tür toplantıların, konuşmaların ve çabaların hedeflediğinin tam tersine faizi yükselttiğini gösterip bu çabaların önünü kesmek midir? Açıkçası bunlardan şüphelenmek için fazlasıyla sebebimiz var. Çok özet olarak bunu sizinle de paylaşmış olduk. Tabii ki bu bazı “başka” gelişmelerin sonucu ortaya çıkan bir tablo da olabilir ve gerçekleşen tamamen tesadüftür. Şimdilik biz de öyle olmasını umalım ancak o gün o toplantıda olan herkese mesajımızı da göndermiş olalım. Gelinen aşamada hiçbir müdahalenin bu kararlılığı bozmasına izin verilmemeli. Tüm kurumlar bu zemini yakalamışken ortak çalışmalarına devam etmeli ve özellikle kamu bankalarının da desteği ile kredi faizlerini mümkün olduğunca aşağı çekmeli. Yine bu zemin yeni reformları da bu anlayışla hazırlamalı ve vakit kaybetmeden devreye sokmalı. Şunu unutmamamız lazım Türkiye artık “şimdi küçülün ki ileride daha sağlıklı büyürsünüz” tavsiyelerini dikkate alacak bir ülke değildir ve olmamalıdır.

Diğer Yazıları