ANKARA-ŞAM- KADER BİRLİĞİ, ÇÖZÜM İÇİN ORTAK NOKTALAR, KARŞITLIKLAR – 3

Ceyhun Bozkurt

Ceyhun Bozkurt

oceyhunb@gmail.com

Bu başlıklı ilk yazımda, küresel planlamada Ankara ile Şam arasında bir kader birliği olduğunu, emperyalist merkezlerin 40 yıldır hem Türkiye’yi hem de Suriye’yi hedefleyen politikalar izlediğini aktarmıştım. İkinci yazımda da 10 yıldır Suriye’de yaşananların kısa bir özetini…

Gelinen noktada, Türkiye ile Suriye arasında siyasi bir diyalog kurulur mu, kurulmasının önündeki engeller, kurulursa oluşacak fırsatlar neler sorularına yanıt arayalım.

***

Yıllar sonra Türkiye ile Suriye arasında siyasi bir diyalog kapısı, Ağustos ayında aralandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 5 Ağustos’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi’de yaptığı görüşme sonrası uçakta yaptığı açıklamada, Rusya’nın “Şam’la görüşün” önerisini şu sözlerle açıkladı: “‘Mümkün olduğunca bunları, rejimle birlikte çözme yolunu tercih ederseniz çok daha isabetli olur’ gibi bir yaklaşımı var. Biz de diyoruz ki, şu anda bizim istihbarat örgütümüz Suriye istihbaratıyla zaten bu konuları yürütüyor ama bütün mesele netice almak. Eğer istihbaratımız, Suriye istihbaratıyla bu çalışmayı yürütürken, buna rağmen hâlâ orada terör örgütleri fellik fellik at oynatıyorsa bu konuda bize destek vermeniz gerekiyor diyoruz. Bu konuda da mutabakatımız var.”

Ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 11 Ekim 2021’de Belgrad’da yapılan Bağlantısızlar toplantısında Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Miktad ile ayak üstü görüştüğünü açıkladı. Arka arkaya yapılan bu açıklamalardan sonra Suriye ile siyasi diyalog gündemimizden düşmedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sıklıkla diyalog kapısını açan açıklamalar yapması da görüşme beklentisini artırdı. Ancak Erdoğan, Endonezya’daki G20 zirvesi dönüşünde diyalog tarihi için “seçimlerden sonra”yı işaret etti.

Siyasi temasın zamanlamasından tutun da nerede yapılacağına kadar çok sayıda alt başlıkta tartışma yürüyor. Şunu söylemek mümkün. Bir önceki bölümde özetle aktardığımız iç savaşta kırılan faylardan dolayı, bir görüşme ile bütün sorunlar bitmeyecek. İki ülkenin siyasi diyaloğu oluşsa da Ankara ile Şam arasındaki derin karşıtlıkların olduğu başlıklar var. Bu başlıklara geçmeden, altını kalın çizgilerle çizelim ki, iki ülke arasında mutlaka ama mutlaka bu diyalog kurulmalı. Buna Suriye’nin de ihtiyacı var. Siyasi çözümden sonra Suriye’nin yeniden inşasında, ekonomik problemlerini çözmede Türkiye, Suriye’ye, Suriyelilere en büyük desteği olacak ülkelerin başında gelecektir. Bu nedenle var olan problemler, görüşmelere engel değil. Aksine görüşmeler, problemlerin çözümünü kolaylaştıracaktır.

Şimdi geçelim, iki tarafın karşıtlıklarına.

***

Bunlardan birincisi Suriye yönetiminin muhaliflere olan olumsuz bakış açısı. Şam yönetimi muhalif grupları, “terörist” olarak tanımlıyor. Ankara ise burada farklı bir pozisyonda. Müslüman Kardeşler merkezli olan ve özellikle Suriye’nin kuzey bölgelerinde konuşlu bulunan silahlı güç destekli muhalefet, Türkiye’nin himayesinde varlığını sürdürüyor. Türkiye, himayesini kaldırırsa Şam’ın, Rusya desteğiyle muhaliflere çok sert askeri müdahale etmesinden ve bu durumun bölgedeki durgunluğun yerini yeniden kaosa bırakmasından endişe ediyor. Ek olarak yeni bir insani problem, Suriye’deki çözümün de önünde engel olur. Ancak muhalifler içinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Şubat 2020’de İdlib meselesinde “bölgedeki muhalif gruplardan başı bozuk hareket ederek, rejime saldırı bahanesi verenler” sözleriyle tepki çeken eylemler yapan bazı gruplar da söz konusu. Yakın zamanda Afrin’de de sıkıntı çıkardılar. Bu nedenle bu mesele biraz çetrefilli.

***

İkinci olarak Şam, Ankara’ya “harekat yaptığınız bölgelerden çekilin” mesajları gönderiyor. Türkiye’nin ise yaklaşımı, “Suriye’de sorun siyasi olarak çözülmeden ve güvenlik endişeleri karşılanmadan çekilmeme” şeklinde. Bu bölümde bir parantez açalım ve Türkiye’nin yaklaşımını bir örnekle anlatalım:

Suudi Arabistan’ın Şarkul Avsat internet sitesinde, 10 Aralık’ta çıkan bir haber, geçen hafta Türkiye’ye gelen Rus heyetinin, Türkiye’ye bir teklif sunduğunu yazdı. Şarkul Avsat muhabiri Said Abdurrazık’ın kaynaklara dayandırdığı haberine göre, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin başkanlığındaki Rus heyetin, Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal başkanlığındaki Türk heyetine sunduğu teklif şuydu: Münbiç ve terör örgütünün Kobani olarak adlandırdığı Ayn el-Arap’daki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) unsurları ile silahların çıkarılmasını ve geriye sadece SDG’ye bağlı Güvenlik Güçleri (Asayiş) unsurlarının kalmasını, bu unsurların da Suriye rejim güçlerine bağlı güvenlik kuvvetlerine entegre edilmesini teklif etti. SDG’den kasıt, mucidinin Brett McGurk olduğu PYD-YPG terör örgütünün paravan örgütlenmesi…

Habere devam edelim: Ruslar, iki hafta önce görüştükleri SDG’lilerin (Yani PYD-YPG’li terör elebaşlarının) Türkiye’nin bu iki yere saldırmaması şartıyla çekilmeyi kabul ettiklerini açıklamışlar.

Ankara, teklifi kabul etmeyip, incelemek için süre istemiş. Haberin yazımızı ilgilendiren püf noktası ise iki ülkenin siyasi diyaloğunun da masaya gelmesinin aktarıldığı bölüm. Bire bir ifade şu: (kaynaklar) Türk heyetinin bu hususta Şam ile görüşmelerin düzeyinin istihbarat servisleri düzeyinin ilerisine taşınmasının önünde herhangi bir engel bulunmadığını, Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaya çalıştığını fakat aynı zamanda Şam yönetiminin Suriye toprakları içinden gelen tehditleri engelleyebilecek güce sahip olduğundan emin olmak istediğini dile getirdiğini aktardı.

Son cümle, aktardığımız endişenin tezahürü. Yani gündemdeki harekatta bile Türkiye, Şam’ın Türkiye’ye yönelik saldırıları engelleyebileceği konusunda şüpheli. Şam’ın, 2011 yılından itibaren ülkenin kuzeyinde oluşan güvenlik boşluğunu kapatabilecek askeri kapasitesi de sorgulanıyor. Ayrıca Ankara, Şam’ın SDG görünümlü PYD-YPG terör örgütü ile dönem dönem gelişen diyaloğuna da soru işaretleri bırakıyor.

***

Üçüncü olarak, Türkiye ile Suriye yönetimi arasında, sığınmacı meselesi karşımıza çıkabilir. Suriye’nin nüfusunun neredeyse yarıya yakını, iç savaş başlayınca ya ülke dışına çıktı ya da İdlib’te toplandı. En fazla yükü çeken ülke de Türkiye. Türkiye, terör örgütü PYD-YPG’den temizlediği bölgelere, o toprakların asli sahiplerini gönderiyor. Gündemdeki harekat sonrası bölgeye ciddi bir sığınmacı geri dönüşü için çaba sarfedilecek.

Ancak sığınmacı konusuna Şam’ın bakış açısı çok farklı. Öncelikle ülkede ayrılanların tamamı şu an geri dönse, Şam iflas eder. Çünkü ekonomi çok sıkıntılı. Yer altı kaynakları gibi gelir getiren yerlerin önemli bir bölümünde PYD-YPG terör örgütü işgali söz konusu. Ayrıca ticaret de iç savaştan olumsuz etkilendi. Örneğin Halep gibi önemli bir tarihi ve ticari merkezin yeniden eski günlerine kavuşması yıllar alacaktır. Bu açıdan Şam, ülkede siyasi çözüm olmadan ve terör örgütleri temizlenmeden gelişebilecek bir geri dönüş rüzgarında devrilebilir.

Serhat Erkmen de, ekonomideki bu meseleye İdlib ve ikinci bölümde aktardığımız Türkiye’nin harekat bölgeleri ekseninde bakmış: “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgeler yaratması, Şam’ın işine geldi. Suriye hükümeti istediği kadar ‘Türkiye’nin bu bölgelerden çıkmasını istiyoruz’ desin… Şu anda İdlib ve Türkiye’nin desteklediği muhalif grupların kontrolündeki bölgelerde yaklaşık 5.5 milyon insan yaşıyor. Bu bölgelerdeki silahlı grupların toplam militan sayısı 100 binin üzerinde. Büyük bir ekonomik krizle boğuşan ve ordusu hâlâ toparlanamamış olan Suriye hükümeti, ne 5.5 milyon insana daha bakabilecek durumda ve ne de yüz bine yakın silahlı militanla başa çıkabilecek güce sahip. Bu nedenle Suriye meselesinden kaynaklanan demografik baskıyı sadece Ankara değil Şam da hissediyor.” (Serhat Erkmen, “Ankara-Şam uzlaşması yakın mı? Mümkün mü?”, Fikir Turu, 15 Ağustos 2022 – bkz. https://fikirturu.com/jeo-strateji/ankara-sam-uzlasmasi-yakin-mi-mumkun-mu/ )

Yani sığınmacı meselesinde de farklı düşünceler olacak.

***

Peki hiç mi uzlaşı noktası yok? Elbette var ve giderek artıyor. Hatta bütün saydığımız karşıtlıklarda da ortak çıkar esasına göre dönüşümler bile yaşanabilir. Örneğin güvenlik perspektifinden bakıldığında, Türkiye’nin bütün harekatları, Suriye’yi parçalamak isteyenlere darbe indirdi. Yani ülkenin toprak bütünlüğünü sağladı. PYD, DEAŞ gibi terör örgütlerinin ülke genelinde varlıkları imha edildiğinde, ABD ve diğer Batılı ülkeler çekilmek zorunda kalacaktır. Bu da iki ülkenin lehine…

İkincisi; ülkelerinden ayrılan insanların geri dönüşü, siyasi çözümle birleşince üretim gücünü de ülkeye taşımış olacak. Bu durumdan toparlanmaya çalışacak Suriye ekonomisi ciddi yarar sağlayacak.

Ancak tüm bunların önünü açmak için, iki ülke yönetimlerinin bir araya gelmesi şart.

Önemli bir detay aktaralım: Türkiye’nin son atağı Suriye’de de ilgiyle takip edildi. Ancak şunu ekleyelim: Beşar Esad’a, Suriye’de yaşananların tüm sorumluluğunu Türkiye’ye yıkıp, görüşülmesini engelleme çabasında olanların varlığını da hatırlatmakta fayda var. Aklı selim, görüşülmesini savunurken, aktardığımız ve devlet kademesinde de yer yer varlık bulan bu kesimler, Türkiye’ye düşmanca bir bakış açısına sahip. Yani mücadele sadece Ankara-Şam arasında değil, Şam’ın kendi iç dengeleri içinde de sürüyor.

Diğer Yazıları