Mazhar Alanson SuperHaber'e konuştu: Sufi Pop'un mucidiyim!

Mazhar Alanson uzun süre sonra ilk defa SuperHaber'e konuştu. Yazar Göksan Göktaş'ın sorularını yanıtlayan Alanson çok özel ifadelerde bulundu.

Göksan Göktaş goksangoktas@gmail.com

BİR ŞARKININ ANATOMİSİ: YALNIZLAR GARI

Bu sesler, bu sözler bizim değil

BUNU AŞIKLAR BİLİR!

Bu coğrafyanın irfan kültürünü popüler müziğe bazen çaktırmadan, incecik bir üslup ve yüksek bir şairlikle bazen de bile isteye açık ederek aktaran Mazhar Alanson’da kafiyeler asla ‘Kafiye olsun diye değil’di!

Gergin, yoldan çıkmış, her an hayatın görünmeyen duvarlarına itinayla toslamaya meyyal, cızırtısı bol bir gitar ezgisi; kararını, menzilini arayan bir cümle gibi "nokta"sını özlüyor... Siz deyin "Rock", biz diyelim "sert" bir hüzün! Ama bir ruhani sallanışa, bir içsel dansa meyilli, ezgisini sezgiden alan bir hüzün... Bu bir kaybolmuş besbelli, bu bir arayış... Bir vakit "huzur"un serin sularında hafiften ıslanmış fakat aniden kaybetmişlere özgü bir huzursuzluğu, bir kaybedişi söylüyor gitar...

Bekliyoruz... Bir şeyler söylenecek, dünya kelamıyla da... Bol nikotin takviyeli, kalender bir kayıtsızlık giyinmiş, sanki zamanın bir yerinde çok yükseklerde bir sırra "mazhar" olmuş da pek azını bizimle paylaşmaya niyet etmiş bir ses, başlıyor derdini dökmeye: "Sensizliği bitmedi gecelerimizin/Farkına varamadım rütbelerimizin"... MFÖ'nün fikir adamı, Mazhar Alanson'un anlam dünyasında, "Yalnızlar Garı"ndayız artık! Şiirle yakın akraba bir "şarkı yazarı"nın ruh evinin misafiriyiz. Şöyle bir farkına varalım manevi rütbelerimizin!  Ve devam etsin Alanson:" Dervişler devran ederken gecelerde/Ben toy bir mehtap/kelimeler birer varsayım/Ana yalnızlar garındayım".

Damağında "Devran" tadıyla devrandan ayrı düşmüş bir zamane dervişinin, bir arayış ustasının gurbeti tam da burası, "yalnızlar garı" değil midir!

Medar-ı maişetle-iç nizam arasında bir ölçü, bir türkü tutturma gayretiyle devam ediyor sözü saza katık etmeye: "Evden sokağa zorlanmış kızgınlıklarım/De hele kurbanım/Ne olacak halım/Çocuklarım karım, kağıt kalem gitarım için/onca çileye dayandım ana, yalnızlar garındayım/Ana yalnızlar garındayım".

Orta yaşın tanıdık çıkmaz sokaklarının birinden bildiriyor, "bir çıkış" arıyor sonlarına doğru şarkı sanki... Her mutlak yalnızın ilk ve son sığınağı olan "Ana"ya, dingin bir imdat çığlığı yolluyor gitar, makamlar arasında gezinen bir "kırık" soloyla... Gerisi yalan ağlar çünkü, "Alanson" da biliyor!

"Sensizliği bitmedi gecelerimizin/Farkına varamadım aile çay bahçelerinin/Radyasyon bulutları geçti gecelerden/Ben toy bir mehtap/Kelimeler birer varsayım/Ana yalnızlar garındayım."

‘Yalnızlar Garı’, bir MFÖ klasiği… Mazhar Alanson’un imzalı… O ki, bu toprakların, bu coğrafyanın irfan geleneğini, tasavvuf kültürünü bazen çaktırmadan, bazen bizzat açık ederek popüler müziğe, popüler kültüre ince ince zerk etmiş bir zamane dervişi! Onun sözlerinde, hamurunun muhtevasında yüzde yüz bu toprakların ‘arayış’ kültüründen, hani o meşhur ve havalı tabirle ‘içsel yolculuk’ imkanlarından tavsiyeler, örnekler var anlayana, arayana! Bizzat kendisi söylemişti bu şarkı için şu sözleri bir söyleşimizde: “Şiirdir, bir sanat şarkısıdır aslında. İçinde tasavvuf da, hayat gailesi de, insanın hayatta yaşayabileceği ikilemler, aşılması gereken zorluklar da vardır...”

Daha ortalarda Özkan Uğur yokken, yanına Fuat Güner’i alarak, 70’lerin ortalarında ‘Türküz Türkü Çığırırız’ albümüyle başlıyor aslında Mazhar’ın içsel arayışı… Aşağı yukarı o dönemlere denk geliyor da diyebiliriz. Onun arayışı bize de derman oluyor. ‘Bizim Yunus’ın, Yunus Emre’mizin ‘Adımızın Miskindir Bizim’ sözleriyle çalıyor gönül kapımızı ilk kez… Muhteşem bir besteyle, tabii ki Fuat Güner’le birlikte… “Adımız miskindir bizim/Düşmanımız kindir bizim/Biz kimseye kin tutmayız/Kamu alem birdir bize” diyerek… Anlayan çok şey anlatıyor, daha o yıllarda…

Ne rock’n roll’dan vazgeçiyor, ne sufilikten… “Bu sesler bu sözler bizim değil/Bunu aşıklar bilir” diye haykırıyor dünyaya, bir geçmiş zaman ‘Erovizyon’unda… Kendi ruhunun denizlerine açılan tüm sufileri arkasına alarak…

Yine ‘İçimizdeki şeytanlara Zülfikarlarla saldırdık’ diyor bir şarkısında… Ruhunu gözyaşıyla yıkayanlara selam durarak.

‘Mevlayı bulma yolları’na adanmış bir hayat onunki… Leyla’sız da olmuyor tabii ki… Buselik makamında kendimizden geçiriyor bizi, yine kendimizi bulmak için…

Beş yıl önce Sabah gazetesi için yaptığımız bir röportajda bakın ne demişti bu şarkıdan yola çıkarak Alanson: “Önce Leyla'dan geçme faslında oluyorsun. Sonra Mevla'dan tekrar Leyla'ya geçiyorsun. Fakat Mevla'dan sonra Leyla'ya bakışın başka oluyor. Oradaki nefs, hayvani kısım seksi aşk zannetme durumu bitiyor. Bu sefer kadına çok başka bir gözle kıymet veriyorsun... Benim mecazi aşk dediğim bölüm bitiyor. Bittikten sonra da aşkın üstünü kaplıyor, koruyor o sevgi. Ve daha iyi oturtuyorsun her şeyi... İnsanları kırmamaya, gönül kırmamaya gayret ediyorsun. Leyla'da kaldık şimdilik, ama Mevla'yla da aram iyidir hamdolsun.”

Hangi birinden bahsedelim ki… “Bırakmazlar sahibim var” dizesinden mi, “Dünyaya bak doya doya seyret/Hayretteyim hayret’, “Uçtum uçtum uç oldum/Bir topacık suç oldum” sözlerinden mi… Mazhar Alanson bir şair-şarkı yazarı, bir zamane dervişi ve ozan… ‘Kafiye olsun diye değil’ onda kafiyeler… Bunu en çok aşıklar bilir!

“USTAM LEONARD COHEN’DİR”

Memleketin en karizmatik adamlarından, bir nevi popüler müziğin filozof şarkı yazarlarından Mazhar Alanson’un kapısını çalıp hazırlamakta olduğu yeni solo albümünden sesini ve tavrını benzettikleri Leonard Cohen’e kadar derin bir muhabbet döndürdük…

Abartısız memleketin pek çok müzisyenine, gönüllü bir öğretmen kabilinden sayısız kapılar açmış bir şarkı yazarı... En az 50 yıldır hem hayattan, hem kendi iç dünyasından süzdüklerini saza, söze döken bir şehir ozanı... Bol nikotin takviyeli davudi sesiyle sadece kalbe değil, ruhlara, zihinlere dokunuyor şarkıları yıllardır... Zihin açıyor, derinlikler katıyor dinleyene... Kim bilir kaç kuşağın hayatının, kişisel tarihinin fon müziği olan onlarca şarkıda imzası olan Mazhar Alanson'dan bahsediyoruz elbette...

 

Hem efsane MFÖ'nün bir üyesi, hem de müstakil şarkılarının tek tabanca Mazhar Alanson'u olarak... Alanson, kendine has bir dünyası, aurası, zamanı ve boyutu olan bir adam... Onun hattına girmek öyle kolay değil. Ancak onun size merdiven sarkıtması şart o dünyaya giriş için... "Dervişler devran ederken gecelerde/ Ben toy bir mehtap/Kelimeler birer varsayım/ Ana yalnızlar garındayım" gibi bir söze imza atmış bir ozandan bahsediyoruz... Katmanlı anlamlar, tek yönden bakınca çözemeyeceğiniz bir fikir dünyasından.

Memleketin en nev-i şahsına münhasır popüler müzik adamlarından, hatta abartısız; şarkıları farklı yaş dönümlerinde dinlendiğinde dinleyene hep yeni kapılar aralayan bir nevi pop filozofu mertebesinde kendisi. Kendisiyle her telden, biraz da Mazhar Alanson'un ruhuna uygun, doğaçlama ama tamamına baktığınızda kendi içinde bir bütünlüğü olan bir söyleşi çıktı.

- Röportajı biraz geç saate verdiniz. Geç mi uyuyorsunuz?

- Gece yaşıyorum ben. Mesela sekizde yatıp, gece 12'de birde kalkarım. Sonra sabah tekrar uyurum. Jüpiteryen diyorlar benim gibi tiplere. Gece ayakta kalıyoruz.

- Geç mi uyanıyorsunuz bu durumda her gün?

- Geç uyanıyorum ama uykuyu bölmüyorum. New York'lular gibi. Uykularım uzun değil. Üç, dört saat. Yani uykum geldiğinde uyuyorum. Zorla, hadi saat 12 oldu, yatma zamanı gibi durumum yok.

RÜYALAR MESAJDIR

- Kısa ama sık uyuyunca rüya düzeni de değişiyor mu? Rüyalara önem verdiğinizi biliyorum...

- Çok rüya görüyorum. Rüyalar çok önemlidir. Ben yatarken seviniyorum, bambaşka bir aleme adım atıyorum diye. Rüyalar Allah'tan mesajdırlar. Onu çözmesini, ayıklamasını bilen insanlara tabir ettiriyordum, rahmetli oldular. Şimdi kendim anlayabiliyorum, hissedebiliyorum. Bazı şeyleri yıllar içinde öğrendim. Bu hayattan sonra vaat edilen hayatın da bir rüya gibi olduğunu zannediyorum.

- Şarkınız vardı: "Öbür dünya cennetini bulsam kendi içimde/Sonrası rüyalar, rüyalar..." diye giden...

- Evet. O satır önemli. Doğru. Bravo iyi çalışmışsın.

- Çalışmak değil, yıllardan beri sizi dinlemekten diyelim...

- Sonrası Rüyalar... Güzel parçadır. Hiç çalmayız konserlerde. Eğlence grubu gibi olduk. O benim biraz sinirlerimi bozuyor. Müthiş 'ballad'larımız var. Bu 'ballad'ları çalarken çocukların canı sıkılıyor, konuşuyorlar. Yeni şarkıları çalalım dedik. Hiç, böyle baktılar aval aval. Yalnız biz tarzımızı devam ettirerek bir tarz olduk. Millet arabesk yapıyor hadi biz de arabesk yapalım demediğimiz için bugün MFÖ'yüz. Hep bildiğimiz şeyi yaptık.

YARI ORALI YARI BURALI

- Neydi o bildiğiniz şey? Hafif Batı kültür emperyalizminden etkilenmişlik, burada doğup büyüdüğümüz için genlerimizde olan buralılık... Bu şarkılara da girdi. Diday'ın sözleririne baksan tasavvuf vardır. Ama müzik çok batıdır. Atıyorum, mesela New York Sokakları diye bir parça yapıyorsun alt yapı tamamen armonik batılı. Ama üstte "Bir güzele gönül verdim" girişiyle başlar. Türkü melodisi gibidir. Yarı oralı yarı buralı gibi bir şey tutturduk. Ondan da vazgeçmiyoruz. Ben belki kendim, bu sefer deneysel bir şeyler yapayım istiyorum, daha elektronik bir şey denemek istiyorum.

- MFÖ olarak çok hitiniz var ama benim ve benim gibi derin MFÖ fanları için hitlerinizden biri de Yalnızlar Garı'dır: "Dervişler devran ederken gecelerde/Ben toy bir mehtap/ Kelimeler birer varsayım/Ana, yalnızlar garındayım."

- Şiirdir, bir sanat şarkısıdır aslında. İçinde tasavvuf da, hayat gailesi de, insanın hayatta yaşayabileceği ikilemler, aşılması gereken zorluklar da vardır...

- Yıllar önce bir şarkınızda "Aslım ne tam Doğu, ne tam Batı" demiştiniz. Bugünkü hissiniz ne bu konuda?

- Kendimden öte memleket için söylersek artık daha Doğu'ya yakınız. Onu fark ettik diyelim en azından. Kendim için demiyorum sadece, biraz doğu olduk. Memleketi tarif eden bir sözdü o zaman o. Benim şarkılarımda tasavvuf da, bütün bu geçirdiğimiz darbe dönemleri de, karışık günler de şarkılara kodlar olarak sızar ince ince.

 

PARAYI ALDIM, ALBÜM KALDI

“Yaklaşık on yıl önce ikinci solo albümümün parasını peşin aldım ama daha yapamadım. (Gülüyor) Mecburen yapacağım. Balzac gibi... Adam romanın parasını önden alıyor, lüks içinde yaşıyor. Kumar borcu yapıyor. Sonra mecburen yazıyor kitapları. Ben de biriktiriyorum şarkıları. Bu kez bir DJ'yle çalışmak istiyorum bazı parçalarda. Elektronik bazı fikirlerim var.”

BIÇAKLA GEZERDİM

“Babamı erken kaybettim. O bende bir güvensizlik yarattı. Ortaokul son sınıfta bıçakla falan gezerdim. Hırçın bir çocuktum. Sonra hayatımıza müzik girdi. Beatles'lar falan... İlk çocuğumun döneminde hippi'ydim. İkinci çocuğumda tasavvufla tanıştım. Tasavvuf bana sadece kişisel olarak daha huzurlu olmayı, çevremle daha uyumlu yaşamayı getirmedi. Müziğimi de çok etkiledi. Musikiyi tasavvuf sayesinde öğrendim. İnanılmaz bir ses derinliği, makam derinliği olduğunu gördüm. Buselik Makamına gibi şarkılar hep öyle çıkmıştır. Mesela Mecburen şarkısının müziği bir ilahidir. Tabii büyüklerden izin olarak üzerine söz giydirdik. Tasavvuf beni insan olarak geliştirmesinin dışında müziğime sözel olarak da, müzikal olarak da çok şey kattı.”

“USTAM COHEN'DİR

Benim ustam sanıldığı gibi Bob Dylan değil, Leonard Cohen'dir. Memur çocuğuyum ama Allah razı olsun, ailem beni zar zor Ankara Koleji'ne gönderdi. Öğrendiğimiz İngilizceyle, Cohen şarkılarını çözmeye başladım. Müthiş bir derinlik ve derinliğe anlamı ve içeriği bozmadan giydirilmiş müthiş kafiyeler... Çok etkilendim ve çok şey öğrendim.”

LEYLA'YA BAŞKA TÜRLÜ BAKMAK

“Önce Leyla'dan geçme faslında oluyorsun. Sonra Mevla'dan tekrar Leyla'ya geçiyorsun. Fakat Mevla'dan sonra Leyla'ya bakışın başka oluyor. Oradaki nefs, hayvani kısım seksi aşk zannetme durumu bitiyor. Bu sefer kadına çok başka bir gözle kıymet veriyorsun... Benim mecazi aşk dediğim bölüm bitiyor. Bittikten sonra da aşkın üstünü kaplıyor, koruyor o sevgi. Ve daha iyi oturtuyorsun her şeyi... İnsanları kırmamaya, gönül kırmamaya gayret ediyorsun. Leyla'da kaldık şimdilik, ama Mevla'yla da aram iyidir hamdolsun.”

Tüm yazılarını göster