Canlı yayınlar tehlikelidir!

Şöhretli bir medya mensubunun canlı yayında ağzından kaçan Boşnaklara hakaret ve aşağılama içeren çok seviyesiz ve kötü sözleri üzerine kamuoyu haklı bir infiale kapıldı. Zaten sürekli ve her vesile ile ekranlarda, gazetelerde görüldüğü için, insanların bıktığı, sürekli bağırarak konuşan, tartışan, muhataplarına kötü cümlelerle yüklenen bu şahsa yönelik olarak başta ekranlarında yer bulduğu televizyon dahil pek çok yerden ciddi tepkiler yükseldi. Derhal programdan dışladılar, gazeteden yazıları kesildi, sponsorlar arkasından çekildi. Sivil toplumdan ve siyasetten gelen tepkilere ise hiç değinmiyorum bile…

Ekranlar ne yazık ki, parsellenmiş vaziyette. Bilinmeyen veya bilinip de bilinmemezlikten gelinen bir yerlerden onay alınmaksızın kimseciklerin ekranlara taşınmadığı söyleniyor. Dolayısıyla da ekranlarda her türlü programda aynı isimlerle karşılaşıyoruz. Kolay kolay ekranlarda isim ve yüz değişikliği yapılamıyor. Bunu değişik zeminlerde dile getirdiğim ve hatta televizyonların yöneticileriyle konuştuğumda işaret ettikleri yerler hep aynı… Kendilerinden daha da üst bir yerlerin onayı olmadan konuklarını belirleyemediklerini beyan ediyorlar. Doğrudur değildir, bilemem. Ben duyduklarımı, işittiklerimi, gördüklerimi söylüyorum.

Ülkede neredeyse ikiyüz üniversite var, onbinlerce akademisyen var, binlerce siyasetçi ve sivil toplum gönüllüsü var, her konuda çok ciddi uzmanlar var, her şeyden evvel 80 milyon nüfus var… Ekranlarda niye hep aynı yüzler var diye soranlara benim de bunun dışında verebileceğim bir cevap yok…

Ekranlarda konuşabilmek ciddi bir birikim gerektirir. Bunun dışında elbette görsellik önemlidir, bildiğini aktarabilme yeteneği aranır, üslup lazımdır. Hele canlı yayınlar pimi çekilmiş bomba gibidir; yayın kuruluşlarını çok ciddi sıkıntıya sokabilir. Öyle deneyimli ve akıllı televizyoncular canlı yayınların azizliğine uğramıştır ki, bir daha kendilerini ekrana hiçbir kuvvet taşıyamamıştır… Yine her türlü olumsuzluğa karşı belli bir süre canlı yayınları geciktirerek ekrana veren düzenekler geliştirilmiştir.

Bütün bunlara rağmen ne yaşananların ne de alınan önlemlerin her zaman işe yaramadığı da anlaşılmaktadır. Sadece belirli siyasi aidiyetleri izharlarından ötürü, belirli yerlere yakınlıklarından ötürü televizyonlar için tercih edilen isimlerin insanların en fazla izlediği programlarda mütemadiyen arzı endam etmelerinin topluma, izleyicilere ne kazandırdığını da ayrıca tartışmamız gerekir… İzleyicilerin istenilen şablonların dışına çıkması istenmiyorsa, farklı düşünce yollarına sapmaları engellenmek isteniyorsa ekrana veya mikrofona taşınacak her insanın sıkı bir kontrolü normaldir ama demokrasi ve hukukun üstünlüğünün işlediği sistemlerde bu anlayış terkedileli çok olmuştur. Hele ağzından çıkanı kulağı duymayan “akredite isimler”le yapılan programlar artık program olmaktan çıkmış, propagandaya dönüşmüş ve insanların ilgilerini tümden yitirmiştir. Dolayısıyla, dünyanın hiçbir itibarlı yayın kuruluşu, bilgisiyle, deneyimi ile ekranda olmayı hak etmeyen hiç kimseyi kolay kolay sıklıkla seyirci ile buluşturmamaktadır.

Bizim televizyonlarımızın da, toplumsal hassasiyetlerden bile haberdar olmayan, tek kaygısı o anki kazancı olan, siyaseten konuşlandığı yere kendisini göstermeye uğraşan isimler yerine ele aldıkları konularda uzman olan kişilerle yol almayı denemesi her bakımdan yararlı olacaktır. Ekrana niye çıkarılıyor ki bu adam, yakınmalarını yol kazaları olmadan işitmek, onlarla yolu önceden ayırmak kesinlikle toplum için de yayın kuruluşu için de çok daha doğru ve makul olandır…

Üstelik, ekran isimleri konusunda bu tektipleştirici yaklaşımlar en sonunda o tipleri işaret eden, belirleyen, akredite eden mahfillerin de başına bela olacaktır. Çünkü, icazet verdiklerinin seviyeleri görülüyor ki, icazet verenlerin seviyelerine dair bir karine oluşturacaktır…

Tüm yazılarını göster