Alman vakfı raporu: Türkiye'deki muhalifleri fonlayın

Ceyhun Bozkurt oceyhunb@gmail.com

Alman Deutche Welle’nin küstah yayını hala hafızalarda. Allahtan Prof. Dr. İlber Ortaylı hocamızın yanıtı yüreğimize su serpti. Hocamız gerekeni söylemiş ve insanlık tarihinin en karanlık icraatlarına imza atan tarihe sahip olan küstahlar, kendi sahasında gol yemiş.

Bugünkü yazımızın konusu Almanlar…

Ama Amerikasız olmaz.

Hatırlarsanız Amerikan NGO’larının tarihi ve misyonuyla ilgili gerek yazılarımda bilgilendirmeler yapmaktayım. Bu NGO’lar, açık açık CIA’nın 1980 öncesinde yaptıklarını, “Sivil Toplum” görünümü altında faaliyet yürütmekte. NGO modeli Ronald Reagan’ın başkanlık döneminde 1983 sonlarında ABD Kongresi’nin onayıyla NED’in, uzun ismiyle National Endowment for Democracy, Türkçesiyle Ulusal Demokrasi Vakfı/Fonu’nun kurulmasıyla başladı. NED’in görevi, kurulu bulunan STK görünümlü istihbarat operasyon aparatlarını fonlamaktı. Bu çerçevede de Amerikan merkezi istihbarat örgütü CIA’nın ülkelerin içinin karıştırılması operasyonlarında kullandığı birçok işlevi NED’e transfer edildi. Görüntü “demokrasi yaymak”tı. Ancak sivil toplum görünümlü istihbarat operasyonlarıyla karşı karşıyaydık.

NED’in kuruluşu sonrası oluşturulan NGO modelinin bir de örnek alındığı model vardı. O da Alman vakıf sistemiydi. Mustafa Yıldırım’ın herkesin okuması gereken “Sivil Örümceğin Ağında” kitabında yer alan bilgiye göre, Alman sisteminin seçilmesinin nedenini NED tasarımını hazırlayanlardan ve uygulayanlardan Charles T. Manatt şu şekilde aktarmakta:

“Düşüncelerimiz ve önerilerimiz birçok insana yabancı gelmeyecektir. Aslında Federal Almanya Cumhuriyeti’nin vakıflaşmasını ve üçüncü dünya ülkelerindeki etkinliklerini modellerden biri olarak aldık.”

Özetle bugünkü NGO örgütlenme modelinde Alman Stiftung modeli öne çıktı. Neydi bu model?

Bunu anlamak için, tam bir hafta sonra şehadetinin yıldönümü olan (18 Aralık) Necip Hablemitoğlu hocamızın bilgilerine başvuracağız.

“Türkiye’de Alman ‘Derin Devleti’nin temsilcileri, gerçekte Alman Dış İstihbarat Servisi olan ‘Bundesnachrichtendienst’ (BND) mensubu olup, bir kısmı diplomatik dokunulmazlık kapsamında, bir kısmı gazeteci, akademisyen (arkeolog, dilbilimci, Türkolog, siyasetbilimci, çevrebilimci, ekonomist, sosyolog, etnolog ve ilahiyatçı ağırlıkyı), serbest araştırmacı, sendikacı kimliğinde ve diğerleri de vakıf temsilcisi olarak kesintisiz faaliyet göstermektedirler.” (Dr. Necip Hablemitoğlu, Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Üçüncü Basım, Mart 2003, s. 12)

Hablemitoğlu’nun yine herkesin okumasını tavsiye ettiğimiz “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabında yer alan bilgilere göre, başta Alman vakıfları olmak üzere NGO’ların hedeflerini şu şekilde sıralamak mümkün:

a- Yerel kültürlerin yaşatılması kapsamında alt kültür kimliklerinin siyasîleştirilmesi ve etnik karşıtlıkların belirginleştirilmesi;

b- Misyoner faaliyetlerine karşı toplumsal reaksiyonu törpüleyecek sürecin başlatılması ve geliştirilmesi;

c- Dinî özgürlükler kapsamında dinler arası diyalog ve hoşgörü söylemlerinin kullanılmasıyla, tarikat – cemaat ve benzeri yapılanmaların farklı hukuklarının yaşama geçirilmesi ve eğitim – öğretim birliğine son veren girişimlerin desteklenmesi;

d- Hükümet politikalarını ve kamuoyunu önemli ölçüde yönlendirme gücüne sahip siyasî partilerin, meslek odalarının, medya kuruluşlarının, sendikaların, birliklerin, vakıfların, derneklerin, tarikat ve cemaatlerin ve de illegal örgütlerin, rejim – devlet aleyhine, farklı siyasî kamplarda yer alsalar da, asgarî müştereklerde buluşturulmaları ve kullanılmaları;

e- Demokratik kitle örgütlerinin süratle NGO’laştırılmaları ve ‘sivil itaatsizlik’ çağrılarıyla kitlelerde kamu düzeni – devlet otoritesi aleyhine başkaldırı refleksinin oluşturulması;

f- ‘Sivil denetim’ stratejisi ile devlet kurum ve kuruluşlarının denetlenmesi ve hedeflenen gizli bilgilere doğrudan ulaşılması;

g- Bağlı NGO’ların baskı grubu olarak kullanılmasıyla hükümetlerin siyasî, toplumsal, hukukî ve de ekonomik politikalarının doğrudan ya da dolaylı etkilenmesi;

h- Resmî ideoloji – sivil ideoloji ayrımı ile mevcut sistemden hoşnut olmayan, ezildiğine, sömürüldüğüne inanan kitlelerin toplumsal dayanışma bağlamında yönlendirilmesi ve resmî ideolojiyi temsil eden tüm kurum ve kuruluşlara, değerlere, resmî politikalara düşmanlaştırılması;

i- Etnik ve dinî amaçlarla yerel yönetimlerin ön plana çıkarılması;

j- ‘Küresel vatandaşlık’ kavramının ‘etki ajanlığı’ ile istismar edilmesi, hedef ülkedeki etki ajanlığı potansiyelinin böylece geliştirilip güçlendirilmesi vs… (Hablemitoğlu, age., s. 13-14)

Alman modelinde de bu ülkedeki partilere yakın vakıflar, dünyadaki faaliyetleriyle dikkat çekmekte, aktardığımız maddeleri uygulamakta veya hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu vakıflardan Türkiye’deki faaliyetleriyle öne çıkanlar;

- Hıristiyan Demokratların (CDU) kontrolündeki Konrad Adenauer Vakfı,

- Yeşillerin kontrolündeki Heinrich Böll Vakfı,

- Sosyal Demokratların (SPD) kontrolündeki Friedrich Ebert Vakfı,

- Hür Demokrat Parti (FDP)’nin kontrolündeki Friedrich Naumann Vakfı.

ABD’ye model olmalarının nedeni de budur. NED’in çatısı altında Demokrat ve Cumhuriyetçi Partinin NGO yapılanmaları oluşturulmuştur.

İşte bu uzun girizgahtan sonra başlığımızdaki konuya gelelim. ABD ile politik olarak bu kadar içiçe geçmiş bu yapılanmanın temsilcilerinden Yeşillerin kontrolündeki Heinrich Böll Vakfı, geçen Temmuz ayında ABD ve AB’ye, Türkiye’yi yeniden nasıl kontrolleri altına alacakları önerilerini de içeren bir dosya hazırladı. Bu dosya çalışması 4 adet (3’ünün yazarı Türk kökenli) makaleden oluşmakta. Bu makaleler;

- Yeni Statüko: Batı’nın Türkiye’yle Transaksiyonel İlişkisi (Aaron Stein - Dış Politika Araştırma Enstitüsü (Foreign Policy Research Institute [FPRI]) ve Ortadoğu Programının direktörü ve Ulusal Güvenlik Programının vekil direktörü)

- ABD ve AB’nin Türkiye Politikasının Merkezine Demokrasi ile İnsan Haklarının Alınması (Gönül Tol - Ortadoğu Enstitüsü (Middle East Institute, Washington) Türkiye Programının kurucu direktörü ve Frontier Europe Initiative’de kıdemli araştırmacı)

- AB’nin Türkiye Politikaları ve ABD’yle İşbirliği Yolları: Daralan Demokratik Alanların Korunması, Çok Taraflı İlkelerin Gözetilmesi (Sinem Adar - Center for Applied Turkey Studies of the German Institute for International and Security Affairs’de (SWP) Uzman)

- Türkiye’de Demokrasi, İnsan Hakları ve Kişisel Özgürlükleri Desteklemek: AB’ye Bir Öneri (Özge Zihnioğlu – Liverpool Üniversitesi Öğretim Görevlisi)

Bu 4 yazının tamamında Türkiye’nin ABD ve AB kontrolünden çıktığı üstü kapalı olarak aktarılırken, Türkiye’nin yeniden Batı ülkelerinin çizdiği rotaya girmesi için bazı yapılması gerekenler(!) aktarılıyor. Sinem Adar ve Özge Zihnioğlu’nun makalesindeki bazı öneriler ise, güncel fon tartışmalarına ışık tutuyor. İki yazar da “sivil toplum”, “demokrasi alanlarını” fonlamayı önermekte. Yani muhalefeti…

Örneğin Sinem Adar’ın makalesinde ABD’nin NED, AB’nin de IPA (AB’nin Katılım Öncesi Yardım Aracı) fonları ile bunu yapabileceğini aktarmakta:

“AB ile ABD’nin yapması gereken de, bu dirençli ama daralan demokratik alanları korumaya yönelik politikaları koordine etmek. Belirtildiği üzere, AB’nin IPA fonları, doğrudan AB’nin denetimi altında oldukları için muhtemel nüfuz kaynaklarından bir tanesi. Bunun yanında, Avrupa Demokrasi İçin Destek Programı ile ABD Ulusal Demokrasi Vakfı da faaliyetlerini artırabilir, Türkiye’deki insan hakları savunucularına ve sivil toplum örgütlerine daha fazla finansal ve organizasyonel destek sağlayabilir.”

Özge Zihnioğlu da, AB fonlarının sivil topluma kanalize edilmesinin önemine atıf yapıyor:

“AB fonları, demokrasi, insan hakları ve kişisel özgürlükler sahasında çalışan STÖ’ler için son derece önemli. Bununla birlikte AB’nin bağışçı bir örgüt olmanın ötesine geçip sivil toplumun etkili olabileceği siyaset ve karar alma mekanizmaları gibi alanlara yayılmasına yardımcı olması gerekiyor.”

ABD menşeli Chrest Foundation’ın fonladığı sözde medya kuruluşları ve NGO’ların varlığının tartışıldığı bugünlerde, bu rapor daha bir anlam kazanmakta.

Tüm yazılarını göster