ÖZERKLİK TARTIŞMASI: TERÖRİSTLER YEREL GÜVENLİK (!) GÜCÜ MÜ OLACAK?

Bu sorunun çok rahatsız edici olduğunun farkındayım.

Ama öyle bir tehlike var olduğunu söylemem gerekiyor. Bu tehlikeyi en sona bırakarak, güncel gelişmelerle olayı aktarmaya başlayalım.

Ve maalesef bu tehlikeli yolu seçimi kazanmak için her yolu mübah sayan Altılıdan Yediliye evrilen masa siyaseti açtı. Ne diyordu CHP İstanbul Milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Yunus Emre:

“Şimdi efendim yerel yönetimlerin özerklik konusu tamamen çarpıtılıyor. Yani şimdi özerk, bugün Türkiye özerktir. Yani idari bakımdan özerktir. Siyasi özerklik başka bir şey, idari, mali özerklik başka bir şey. İnsanlar konuşuyorlar ama ne dediklerinden haberleri yok. Yerel yönetim özerklik şartındaki Türkiye’nin çekinceleri zaten hali hazırda, bu çekincelerin fiili bir anlamı yoktur. Türkiye’deki mevcut kanunların birçoğu zaten o çekincelerin aşılmasını beraberinde getirmiştir. Ama yani okumadan dinlemeden anlamadan siyasi fikir ortaya koyan insanlar var. Geldiğimizde iktidara, hemen göreceksiniz Genel başkanımız bunu açıkladı, yerel özerklik şartındaki çekinceleri kaldıracağız.”

Yunus Emre, sözlerinin devamında da bunun Türkiye’yi bölmeyeceği, aksine güçlendireceğini iddia etti. Güçlendirip güçlendirmeyeceğini gelin beraber anlayalım.

CHP Genel Başkanı ve HDP’nin de dahil olmasıyla 7 partinin Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Yunus Emre’nin hatırlattığı gibi 19 Mayıs 2011 tarihinde partisinin Tunceli mitinginde "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na konulan çekinceleri kaldıracağım. Yerel yönetimler özerk olsun, özel yasa çıkaralım, bütün belediyelerin gelirleri olsun ve başkanlar hizmet etsin" demişti. Kılıçdaroğlu, 5 Eylül 2014 tarihinde de Ankara'da yapılan CHP Kurultayı'nda "CHP iktidarında yerel yönetim özerklik şartını mutlaka getireceğiz" ifadesini kullanmıştı.

Olay biraz Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üzerinden tartışılıyor. Ama aslında karşı karşıya olduğumuz tehlike, özellikle de Altılı Masa’nın HDP ile anlaşmasıyla daha da ileri boyutta. Çünkü Türkiye zaten çok sayıda yasal düzenlemeyle yerel yönetimlere ciddi bir şekilde yetkilendirme yaptı. Bunu açıkça Yunus Emre de söylüyor. Özelikle idari ve mali konularda yerel yönetimlerin geniş bir hak alanı var. Ama Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, meselenin simgesel boyutu. Örgüt, o çekincelerin kaldırılmasını ilk mevzi olarak belirleyip, ilerleme peşinde. Yani meseleyi CHP’li Yunus Emre’nin söylediği gibi sadece idari ve mali özerklik olarak değil, siyasi özerkliğe geçiş için bir aşama olarak görüyor.

Bunu KCK terör örgütünün ve HDP’nin (Geçmişte de DTK, BDP vs.’nin) hemen hemen her açıklamasında görüyoruz. En net tanımlardan bir tanesini terör örgütü KCK’nin sözde Hukuk Komisyonu’nun 2012 yılı Mayıs ayındaki istedikleri anayasanın nasıl olması gerektiğini aktardıkları çalışmasında görüyoruz. Terör örgütü, o dönem yapılan yeni Anayasa tartışmaları kapsamında “Demokratik Özerklik ve Yerel Yönetimler” alt başlığı altında 13 maddede özerklik taleplerini özetle şöyle sıralamış:

- Türkiye, AVRUPA YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTI’nı kabul etmeli ve anayasayı yaparken bu şartnamenin taahhütlerini göz önünde bulundurmalıdır. Bu bildirgenin öngördüğü yerel yönetim ve özerklik yapılanmasını hayata geçirecek yeni idari ve hukuki düzenlemeler geliştirmelidir.

- Şayet bölge özerk örgütlenmesi Türkiye’nin koşul ve ihtiyacına uygun düşmüyor deniyorsa o taktirde mevcut iller baz alınarak yerel yönetim özerkliği geliştirilmelidir. İl yönetimleri kent konseyleri ve meclisleri ile yürütme kurulları biçiminde örgütlenerek özerk yerel yönetimler olarak yapılandırılmalıdır. Bu durumda valilik kurumu da seçimle işbaşına gelebilir.

- Resmi söylemde Doğu olarak tabir edilen Kürdistan, demokratik özerklik temelinde kendini yapılandırmalı, anayasada siyasi ve hukuki statüsü Demokratik Özerk Kürdistan Bölgesi olarak tanınmalıdır. Bu yapı halk tarafından kabul gördüğünde, AB Yerel Yönetim ve Özerklik Şartnamesine göre demokratik seçimlerle işbaşına gelen özerk meclisini, yürütme kurulunu oluşturarak yönetimini ve idari yapısını oluşturmalıdır.

Çok sayıda madde ile terör örgütü KCK/PKK’nın kontrolünde özerk bir bölge tanımı yapılmış. Hatta komedi gibi “özerk bölgede sadece PKK olmayacak, başka partiler de örgütlenebilecek” diye bir madde eklemişler.

Ek olarak maddeler arasında yer alan bir talep, yakın zamanda gazeteci Zafer Şahin’in köşesinde hatırlattığı Selahattin Demirtaş’ın 2018 yılındaki bir savunmasının kaynağını da ortaya çıkarmış oldu. Eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 11-12-13 Nisan 2018 tarihlerinde Ankara Sincan’da tutuklu yargılandığı davanın ikinci duruşmasında yaptığı savunma da şunu söylemişti: “Benim savunduğum model demokratik özerkliktir. Merkezi bir parlamentonun yanında yerelde güçlü yetkileri olan, bölgesel ve il düzeyinde parlamentolar olmalıdır. Cumhurbaşkanı sembolik olmalıdır. Yetki, yani devlette birikmiş, merkezileşmiş güç yerele dağıtılmalıdır. Türkiye genelinde 25-26 bölge meclisi olabilir. Bölge meclisi bünyesinde iller olur, illerde seçimle iş başına gelmiş yönetimler olur, merkezden atanan hükümet adına herhangi bir kamu görevlisi, vali, kaymakam görev yapmaz.” (Bkz. https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/zafer-sahin/25-bolgeli-turkiyeye-hazir-misin-6916808?sessionid=2 )

KCK/PKK terör örgütünün 2012’deki sözde Anayasa çalışmasında şu iki madde yer almış:

- Yukarıdaki düzenleme bağlamında Türkiye yirmi veya yirmi beş özerk idari bölgeye ayrılabilir.

- Yasama; iki meclisli organ biçiminde yeniden örgütlenmelidir. Bu organlardan birincisi Türkiye genelinde her ilin nüfus oranına göre seçilmiş bugün de varlığını sürdüren parlamentodur. İkincisi ise özerk bölgelere ve yerel topluluklara göre halk tarafından seçilmiş senato biçiminde oluşturulabilinir. Bu organa, İller veya Bölgeler Senatosu denilebilir.

Yani Demirtaş, KCK terör örgütünün taleplerini almış, aktardığımız savunmasına eklemiş.
Bu çerçevede Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması meselesini ilk adım, hatta psikolojik bariyer olarak görüyorlar. Bu bariyeri kaldırdıktan sonra yetinmeyecek ve ilerleyecekler.

Peki nasıl ilerleyecekler?

Yanıt basit: Aşama aşama. Nasıl ki bizler dersler çıkardık, emin olun onlar ve akıl hocaları da dersler çıkardı. Konuyla ilgili geçmişte raporlar da hazırlayan iki tane önemli beyin (!) ismi de kadrolarına kattılar.

- Öncelikli hedefleri, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması.

- “Sorunun (!) TBMM’de çözülmesi” meselesi, yani konunun TBMM’ye taşınması ikinci aşama. Bunda da engel görünmüyor. Çünkü masanın ortak Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile bu konuda uzlaşı içinde olduklarını hem Kılıçdaroğlu’nun konuyla ilgili açıklamalarında hem de terör örgütünün yayın organlarında çıkan yazılarda görüyoruz. Örneğin terör örgütünün yayın organı Yeni Özgür Politika’da, 22 Mart’ta, yani Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP heyeti ile HDP heyeti arasındaki 20 Mart’taki görüşmeden iki gün sonra, Veysi Sarısözen’in yazdığı şu cümleler varılan mutabakatı gözler önüne seriyordu: “Demek ki, HDP ile CHP arasındaki görüşmede çözümün TBMM’de olacağı, farklı çözüm programına sahip partiler arasında kavga değil, müzakere yöntemi uygulanacağı hususlarında tam bir mutabakat sağlanmış, ancak ‘müzakerenin kapsamı’ konusunda herhangi bir anlaşma olmamıştır.”

- Sonraki aşama, müzakerelerin TBMM’ye taşınmasından sonra başlayacak. Zaten HDP, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nu desteklerken, TBMM seçimlerinde mümkün olduğunca çok milletvekili çıkarmayı planlıyor. Bu kapsamda da çalışmalarını yoğunlaştırdı. Örgütün yayın organında yer alan yazıdaki gibi, Altılı (HDP ile Yedili) Masa ve HDP’nin seçim galibiyeti olursa, mesele TBMM’ye getirilecek.

- SuperHaber’de yer alan çok sayıda yazımda meseleyi TBMM’ye taşıma talebinin terör örgütünden geldiğini aktarmıştım. ( En detaylı bilgilendirme için bkz. “İmralı Muhatap Değilmiş” başlıklı yazım: https://www.superhaber.com/imrali-muhatap-degilmis-makale-358591 ) HDP’nin amacı, yasal ve anayasal düzenlemelerle terör örgütü KCK/PKK’ya meşruiyet kazandırmak. Ama bu aşamaya gelinceye kadar, toplumun sinir uçlarına çok fazla dokunmayı istemiyorlar. Bu nedenle ilk aşamada göze batmayacak yasal değişiklikler üzerinde duracaklar.

- Burada bir not da düşelim: HDP, bu süreç boyunca çok göze batmayacak şekilde müzakere boyutunda tek boyutun kendileri olmadığını, İmralı ve Kandil’in de muhatap alınmasını dile getirmeye başlayacak. Ancak ısıtılan kurbağa misali suyu birden kaynatmayacak. Alttan alta ilerleyecek. Goebbels mantığıyla 40 santimlik çiviyi bir günde değil, 40 günde sokmayı hedefleyecek.

- Bazı yasaların çıkarılması ve Anayasa değişiklikleri esas gürültü koparacak aşama olarak görülebilir. HDP ve paralelinde PKK terör örgütü iki ayrı sürece “Müzakere-Mücadele” adını vermiş durumda. Bunu üst düzey HDP’liler de örgüt yanlıları da açıkça söylüyor. Örneğin, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, 18 Mart’ta Rudaw’da çıkan açıklamasında “Bizim ondan (Kılıçdaroğlu’dan) talebimiz demokratikleşme olabilir. Toplumun her kesimini kapsayan bir anayasa yapılmalı. Bunun harici konular mücadele konusudur” demişti. Yine Veysi Sarısözen, terör örgütünün yayın organındaki 10 Mart tarihli köşesinde şunları yazmıştı: “Belli ki Temelli’nin ‘müzakereden’ kastı, Millet İttifakı’na ‘Özerk bölgelerin toplamından oluşan ve bütün ulusları, dinleri, mezhepleri, kültürleri ve cinsiyetleri kapsayacak Demokratik Ulus’un bölünmez birliğine dayanan Demokratik Cumhuriyet’ ve ‘Konfederal devrim’ programını müzakere etmek değildir. Çünkü ister Millet İttifakı’nın, ister Saray İttifakı’nın iktidar olduğu şartlarda Demokratik Cumhuriyet programı ve Konfederal devrim ‘müzakerelerle’ değil, ‘mücadelelerle’ hayata geçecektir.”

- Tekrar vurgulayalım, HDP’nin ve Kandil’deki elebaşlarının amacı, güçlerini yeniden tahkim edene kadar Altılı Masa ile müzakere yöntemi izlemek, sonrasında mücadele yöntemine geçiş yapmak. Bu aşama örgüt özerklik boyutunu siyasi özerkliğe evirmeye başlayacak. Zaten HDP, seçim neticesinde TBMM’ye güçlü girerse bu konuda elini oldukça kuvvetlendirecek.

- Bunlar gerçekleşirken, anadilde eğitim vs. gibi kazanımlar elde etmeye çalışacaklar. Örgütün geçmişteki pratiği, planlamaları göz önüne alınırsa, de facto bir şekilde eğitim kurumları açarak ana dilde eğitim verdirmeye başlayacaklar.

- Örgüt ve HDP, hem Belediyeleri hem de sokağı yeniden kontrol ederek gerekli tahkimatını yaptığında, Türkiye’nin gardını düşürecek son hamle olarak özerklik ilanını de facto bir şekilde gerçekleştirecek.

Özetle aktardığım sürecin sonunda karşımızda yasal ve anayasal açıdan gardı düşürülmüş bir Türkiye fotoğrafı çıkacak. TBMM’de güçlü olmaları ve Altılı Masa ile müzakere yürütme gücü olduğu için Yasama’da, olası Altılı Masa galibiyeti olursa Yürütme’de, yine Altılı Masa’nın galibiyeti neticesinde KHK’lıların geri dönme ihtimaliyle Yargı’da da güçlü olacaklarını söyleyebiliriz. Bu avantajı mutlaka kullanacaklardır. Başarırlarsa da çok sayıda başlık olduğu gibi, geçmişte de talep ettikleri sözde öz yönetimin sözde öz savunma gücü de kendiliğinden oluşacak.

Şimdi gelelim tehlikenin Altılı Masa boyutuna…

Altı partinin Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde şöyle bir madde var: “Bazı bakanlıkların taşra kuruluşlarını görev alanlarına göre yerel yönetimlere devredeceğiz.” (Ortak Politikalar Mutabakat Metni, s. 60) Bu ilginç bir madde. Yani örneğin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın veya Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bazı teşkilatlarını da devredebilirsiniz, İçişleri Bakanlığı’na bağlı Valilikleri de, taşra teşkilatı şemasında olmayan İl/İlçe Emniyet birimlerini de… Yani çok muğlak bir ifade.

Eyalet sistemlerinde de emniyet teşkilatı yerel yönetimlerin yönetiminde faaliyet yürütüyor. KCK/PKK terör örgütünün de şehirlerdeki militanlarını, öz yönetimlerin kolluk gücü olarak kullanma planı da biliniyor. Barikat terörü sırasında HDP’liler ve YDG-H’lılar (KCK/PKK’nın şehir militanları) “Öz Savunma Gücü” ifadesini çokça kullanmışlardı. Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan, bu sistemi şöyle tanımlamakta:

“KCK’da demokratik ulus inşa programının önemli ve vazgeçilmez bir başlığı da öz savunmanın nasıl kalıcı bir sistematiğe bağlanacağı hususudur. (…) Ulus devletlerle ortak yaşamanın asgari koşulu, Kürt öz kimliğinin ve özgür yaşamının anayasal güvenceye kavuşmasıdır. Anayasal güvence yetmez, ayrıca yasalarla belirlenecek statülerle bu güvencenin somut koşulları aranacaktır. Dışa karşı ortak ulusal savunma dışında, güvenlik işlerinin Kürt toplumunun kendisi tarafından karşılanması gerekir. (…) Dolayısıyla ilgili ulus devletlerin (Türkiye, İran, Irak ve Suriye merkezi ulus devletleri) iç güvenlik politikalarında önemli reformları gerçekleştirmeleri gerekir. KCK’nın da öz savunma güçlerini yani HPG’yi yeniden düzenlemesi gerekir.” (Teröristbaşının Kürt Sorunu&Demokratik Ulus Çözümü kitabınının 409’uncu sayfasından)

Buyrun talep bu. Tekrardan “Bazı bakanlıkların taşra kuruluşlarını görev alanlarına göre yerel yönetimlere devredeceğiz” çerçevesini düşündüğümüzde hangi bakanlıklar ve hangi teşkilatlar sorusunu ister istemez soruyoruz.

Ve haklı olarak bütüne bakıp endişeleniyoruz.

Diğer Yazıları