Unut tüm bildiklerini

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Anlatmaktan yoruldum: 20. Yüzyılda geçerli bilgiler tarihin çöplüğünü boyladı. 

21. Yüzyıl kendi bilgisini üretiyor.

Bu bilgiyi kafamıza sokmazsak, hayatta çok zorlanırız.

Birkaç örnekle somutlayacağım.

Geçen hafta derste öğrencim, bir genellemeyle insanları ayırınca, günümüzde kategorilerin eridiğini söyledim.

20. Yüzyıl dünyayı kategorize ederek algılardı. “Siyahlar - beyazlar”, “sağcılar - solcular” vs. Aradakiler “yok”, “kötü” ya da “hiç” sayılırdı.

O yüzden Bülent Ortaçgil’in “Beni Kategorize Etme” şarkısı büyük ilgi görmüş, Sezen Aksu da albümüne almıştı.

Kategorilere isyan marşı gibiydi. Şu anda, siz bile mırıldanmaya başladınız.

21. Yüzyılda kategorilerden söz etmek zor. 

Yine geçen hafta bir toplantıda. Ziyaretçiyi edilgen durumda bırakan, sergi odaklı müzecilik kategorisinin eskidiğini, etkileşime geçmeyen müzelerin ölüye dönüşeceğini anlattım.

Siyasete geçersek.

Hangi tarafın medyasına bakarsanız diğer taraftaki partinin içinin boşaldığını anlatıyor: “Oradan istifa etti, şuraya geçti.”

Doğru ama eksik. İki zıt medyayı birleştirince gerçek resim ortaya çıkıyor: İktidar vekili muhalefete katılıyor ama muhalefet vekili de iktidar partisine katılıyor.

Bu eski bir gelenektir, siyasetçi sıkıntıya girince parti değiştirir.

Yeni olan, geçişlerin kategoriler ötesi olması.

Örnek. Mahkemedeki savunmasıyla efsaneleşen Mehmet Ali Çelebi’nin iktidar partisine katılması!

Kendisiyle aramızda geçen eski bir diyaloğu hatırlıyorum. 

Mustafa Kemal aşkından şüphe duymadığım ortak bir tanıdığımızı, o duruşun gerektirdiği tavrı yeterince göstermedi diye suçlamıştı.

Dünya yıkılsa Teğmen Çelebi’nin Mustafa Kemal aşkından şüphe etmem. Öyleyse neden iktidar partisine katıldı?

Ya da “devrimci, kurucu” CHP’nin Genel Başkanının “Başörtüsünü ilk ben kaldırdım” diye önceki Cumhurbaşkanı Gül’ü tanık göstermesini nasıl yorumlayacaksınız?

Basit. Siyasi parti kategorileri eridi. 

Kategoriler işimizi kolaylaştırıyordu, bizden olanlara yakın, olmayanlara uzak duruyorduk, fazla çaba gerekmiyordu.

Şimdi mihenk noktamız ne olacak? Değerler, ilkeler, popülizmden ayıklanmış çözümler ve en çok da kendimiz.

Yeni bilgileri okumak, zihnimizi açmak zorundayız.

BENDEN SÖYLEMESİ 

Bir, Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır’da, “Diyarbakır Cezaevi’nin müze olacağını” müjde olarak söyleyince halktan istediği tepkiyi alamadı, “Memnun değiller galiba” diye sitem etti.

O binayı müze yapmak yerine Dicle Üniversitesi’ne verseydi, ilk, orta, lise kampüsü yapsaydı, iş hanı yapıp kent ekonomisine dahil etseydi sevinç gösterisi daha fazla olurdu.

İki, Kılıçdaroğlu, herkes cumhurbaşkanı adayı ya da ekonomik kurtuluş reçetesi beklerken başörtüsü söylemiyle yatıp kalkmaya başladı.

Bu söyleminin CHP’nin seçmenini küstüreceğini bilmiyor mu? Zekidir, bence biliyor.

Biliyorsa neden böyle yapıyor? Bir fikrim var, yazması sonraya kalsın.

Üç, AK Parti yöneticisi Mahir Ünal’ın, “Cumhuriyet bizim alfabemizi, dilimizi, bütün düşünmemizi yok etmiştir” demesi ya her konuyu bildiğini sanan bir boşboğazlıktır ya da söylediği şey kendi kişisel durumudur ama genellemeyi seçmiştir.

Dört, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, “Rusya, ofisimi vurursa Batılı ülkeler Kremlin’e misillemede bulunmalı” diyor. 

Bu arkadaş ne içiyor bilmiyorum ama kastettiği ülkeler Rusya’ya şirinlik yarışına girmişken değil ofisi, ülkesi yerle bir olsa bir şey yapmazlar. 

Aklını başına alsa iyi olur.

Beş, YÖK, para karşılığı tez yazan ve yazdıranlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Sorun suç duyurusuyla çözülemeyecek kadar derin. Parayla makale basan dergileri ne yapacaksınız peki?

Önce akademik yükselme kriterleri, yazılı eserlerden puan toplama gibi nicel anlayıştan çıkarıp nitel bir değerlendirmeye dönmeli. 

Doçentlik sınavında mülakat yeniden gelmeli. Bakalım dosyaya koyduğu konuyu biliyor mu, yoksa bonus toplayarak mı dosya hazırlanmış.

Altı, çevreyle ilgili haberlere medyanın ilgisi, göstermelik olmasaydı, 450 gündür çadır nöbeti tutan Milas Akbelen ormanlarını taşocaklarından kurtarmak için uğraşanların yaşadığı zulmü görmezden gelmezlerdi.

Yedi, polis intiharları artıyor. Çalışma koşulları çok zor. Hem iş stresiyle hem de özel yaşam sorunlarıyla baş etmekte zorlanıyorlar. 

İlgili kurumların intihar olaylarını bireysel vaka olarak değerlendirmek yerine topyekun çözümler üzerinde çalışmaları gerekiyor. 

Biz Merkez olarak çözüme katkı sunmak isteriz.

Sekiz, Cumhurbaşkanlığı 24 araç için 22 Milyon, Eti Maden 13 araç için 4,7 milyon lira kira bedeli ödeyecek. 

Kamuda araç kiralama yerine satın almaya neden geçilmeli. Hiç değilse bu konuda neoliberal anlayıştan kurtulsak şahane olur.

Dokuz, scooter diye bir bela sinsi bir biçimde gençleri hayattan koparıyor. Ne araç sürücüleri ne de scooter kullanıcıları yeterince bilinçlenmeden, ortalık scooter doldu.

Araç sürücülerinin şehir içi hız limiti bilinci yok. Kullanıcıların can güvenliği yok, yayaların kaldırımı kullanma olanağı kalmadı. Nerden bakarsanız durum vahim.

On, bir ülkenin spor liginde her maçtan ama her maçtan sonra hakemler tartışılıyorsa, durum sadece hakem hatalarıyla açıklanamaz. İlgili kurumlara güvensizliktir temel olan.

ÖZGÜVENSİZ ÖZGÜVEN

New York'taki bir restoranda servis sırasında garsonu azarlayan ünlü komedyen James Corden’i bir daha restorana almamaya karar verdi. 

Bizde daha geçenlerde Demet Akalın diye bir popçu sahnede garsonun tepesinden aşağıya içki şişesini döktü.

İşletme garsonu değil de popçuyu savunmak için garsona “Biz bunu hep yaparız” açıklaması yaptırdı.

İki restoran arasındaki en temel fark, kurumsal özgüvendir, başka şey değil.

New York City restoranı bilir ki, işinde iyidir, o komedyen bu komedyen fark etmez.

Bizimkiler bilir ki, o popçu gelmezse iş yapamaz.

Özgüven yaptığın işin kalitesinden kaynaklanırsa o yolu sonuna kadar yürüyebilirsin.

Yok bizdeki gibi içi boş balonlara dayanan kaba ve hastalıklı bir özgüvenin varsa gelişmemişlik batağında debelenir durursun.

Küçük büyük fark etmez, kurumsal özgüvenin gerekleri vardır, onları yerine getirenler krizlerden ve olaylardan kolay etkilenmezler. 

SOHBET KEYİFTİR

Jacqueline Bisset merakla beklediğim “Loren ve Rose” filmi hakkında konuşurken, “sohbet etmenin mutluluğun büyük bir parçası olduğunu” söylüyor.

Çok doğru. Yeter ki, sohbetin hakkını verelim. 

Peki nitelikli bir sohbet için ne yapmak lazım? Sıralayalım;

Bir, sohbetin içinde olun, aklınız, gözünüz başka yere kaymasın.

İki, cep telefonunuzu masaya koymayın, elinizde tutmayın.

Üç, karşınızdakini can kulağıyla dinleyin ki o da sizi dinlesin.

Dört, konuşanın sözünü kesmeyin, mecbur kalmadıkça araya girmeyin. Söyleyeceğinizi konuşmasının bitimine saklayın.

Beş, sorduğuna cevap verin, soruyu fırsat bilip aklınızda ne varsa dökmeyin.

Altı, dertleşin ama güzel konuları da sohbete serpiştirin. Her şey hep berbat olamaz değil mi?

Yedi, ortaya bir şey söylediyseniz tabaklarınıza alacağınızı alın, ortadaki tabağı kaldırın.

Sekiz, baktığınız yönde dikkatinizi çekecek şeyler olmamasına özen gösterin.

Dokuz, tatlı varsa hep paylaşın.

On, ayrılırken bir sonraki buluşma için sözleşin.

POPÇU GÜLŞEN’İN ACIKLI HALİ

İyi kötü, söylediği şarkılarla bir ün kazanmıştı Gülşen.

Sonra sahne kıyafeti seçimleriyle ününü çoğaltmış, şarkıcılığı geride kalmıştı.

Girdiği hava sonucu, sahneden sarf ettiği sözler nedeniyle tutuklandı. Tutukluluğu ev hapsine çevrildi vs.

Tutuklanmasını asla doğru bulmuyorum, net.

Ve fakat kızımız kendini savunmak için ağzını her açışında acınacak hale düştü.

Son savunmasında, “20 gün hapis cezası aldım. 50 konserim iptal edildi. Çalışma arkadaşlarım da mağdur oldu” diyerek olayı mali muhasebeye çevirdi.

Ben yargı makamının yerinde olsam, yani öyle bir yasa maddesi olsa, Gülşen beraat etse ama şahsi konser kazançlarını yardım kurumlarına bağışlama cezası alsa…

Ne güzel olur(du.)

GALATASARAY’IN UNUTULMAZ TRİBÜN ŞOVU

İzlemeyen var mı bilmiyorum ama gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz izlerken.

Taraftarların oluşturduğu Türkiye ve Türk bayrağı tablosu, onun üzerinden yükselen Mustafa Kemal, “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” pankartı, stat ses sisteminden yükselen marşlar ve eşlik eden binlerce taraftar. 

Ses, görüntü, duygu bütünlüğü ama en çok da hep bir ağızdan, birlik içinde “biz” gösterisi. 

O “biz”e ne yüklerseniz artık. Nefes kesiciydi. 

Galatasaray bu gösteriyle “Cumhuriyetin 100. Yılı” gösterilerinde çıtayı çok ama çok yükseğe çıkardı. 

Emeği geçen herkesin zihnine ve eline sağlık.

AKLIMDA KALAN

Bir özgüven şovu: Almanya’da Forbes dergisine kapak olan Türk cerrah Dilek Gürsoy’u tanımalısınız. Avrupa’da ilk kez tam yapay kalp naklini gerçekleştirdi. Ordulu. Bir işçi ailenin kızı. Sadece Tıp okumakla kalmamış, kendisini gerçekleştirmek için büyük emekler vermiş. Başarmış. Dünyayı kendisine hayran bırakmış. Sanki o başarılar ona ait değilmiş gibi çıkmış dantel örerken çekilen fotoğrafını “Dantel de yaparız, baypas da” notuyla paylaşmış. Gerçek özgüven budur. “Ay şimdi dantel yaparken görürlerse hakkımda ne düşünürler” dememiş. “Beni domestik kadın diye yaftalarlar mı” kaygısı taşımamış. Nokta. 

Tüm yazılarını göster